Bu bir saygı duruşu ve teşekkür yazısıdır. Tümüyle kişiseldir. Bundan yıllar evvel kapanmış bir oyun dergisi hakkındadır. Bu dergiden haberi olan, okumuş olanlara hitap eder. Diğerleri için “Ne alaka saçma bir yazı” niteliğinde olabilir. Baştan söyleyeyim, sonra okuyup gereksiz zaman kaybetmeyin.
Sene 1996. 4MB RAM’e sahip, 386dx bilgisayarımı, 8MB RAM’li 486dx bir bilgisayarla değiştirmiştim. Karşıma çıkan hız karşısında afallayıp, eski oyunlarımın bu heybet karşısında antika kaldığını anlayıp ve “Acaba yeni ne oyun alsam?” diye düşünürken, gazete bayiinde mini boyutlu bir dergi dikkatimi çekmişti: “Game-Show”. Daha büyük ve daha profesyonel duran diğer dergiler varken neden Game-Show’u aldım bilmiyorum ama sonrasında hayatım bir daha asla eskisi gibi olmadı.
Evet, bir oyun dergisiydi, evet içinde o ay (Genelde önceki aylarda ama karizmasını çizmeyelim şimdi) yayınlanan oyunların incelemesi vardı ama olay orada değildi. Peki neydi bu minicik dergiyi farklı kılan? Birincisi yazarları sadece yazar değil, sanki sürreal bir tiyatro oyununda karakterlerdi. Kocaman egosu, küçücük köşesiyle Timur “Bigben” Çataklı vardı mesela. Patron mu amele mi belli olmayan M. Emin “MEG” Gür vardı mesela. Engin Abla vardı mesela, bilgisayarınızda yaşadığınız sorunları yazdığınız mektuplara -evet o zaman Türkiye’de hala mektupla haberleşiliyordu– “Balböceğim Ahmet” diye başlayan cevaplar yazardı. Köşesinde eski oyunları inceleyen ama gözünden gözlük çaldırmasıyla meşhur Serkan ve -hayali- kitlesi de oradaydı mesela. Mert Topçu, Muhammed Dabiri ve daha niceleri.
Bir de Murat “MAC” Adanç vardı. Diğerleri bu yazıyı okuyorsa saygısızlık olarak almasın ama bende yeri ayrı olduğu için ona yeni bir paragraf açmak istedim. Kendisinin Macbeth diye bir köşesi vardı. Almanya’dan yazar, bilgisayarı Intel’le diyaloglara girerdi yazısında. Teoride macera, strateji oyunlarında takıldığınız yerlerle ilgili sorular sorar, cevap alırdınız. Ama köşe yazarın tarzı ve okurların coşkunluğu sebebiyle maksadını aşmış, bir hayat danışmanlığı köşesine bürünmüştü.
MAC’in yeri ayrıydı ama aslında maksadını aşmak tüm dergiye ve okurlara sirayet etmişti. Warcraft’çılar mektuplarında Command&Conquer taraftarı yazarlara laf sokar, o yazarda kendi yazısında karşılık verirdi. Sid Meier ismini -saygıyla eğiliyoruz- ayrı bir yere koyardık. Evet, çıkış noktası oyundu ama tek dertleri oyun değildi. Zamanın çok ötesindeydi sohbetler. Daha Yüzüklerin Efendisi film olmadan önce Hobbit’ten bahsedilir, Otostopçu’nun Galaksi Rehberi tavsiye edilirdi eğlenceli kitap soranlara. Megadeth’i, Iron Maiden’ı bu dergi sayesinde tanıdım ben. Bugün Terry Pratchett diye bir efsanenin, Diskdünya diye bir şaheserinden haberdarsam, yine bu dergi sebebiyle. Masaüstü FRP’si gibi ilginç şeylerden bahsediyorlardı hep.
Tümüyle ekibinin kendi imkanlarıyla çıkarılan dergi, arkasında büyük şirketler olan rakiplerine karşı amatör ruhun bir kalesiydi. Eğer dergi bir sayısında hediye verecekse (ben yetişemedim o Screamer demosu verildiği sayıya) yazarlar ve okurlar Kamer’de toplanır, o dergileri sabahlayarak poşetlerdi. Yaşayan bir organizmaydı ve siz okuyup destek oldukça dergi de büyümekte ve gelişmekteydi. Yanlış hatırlıyorsam düzeltin fotokopi olarak çıkan dergi 5. sayısında adam gibi renkli kapak ve ciltli basılmaya başlandı, 96 yılında renkli baskıya geçtiı, birkaç ay sonra ülke çapında dağıtıma geçti, 97’de A4 boyutuna yükseldi, 98’de sayfa sayısı arttı. Ve 99’da ekip artık yaptıkları işten eskisi kadar keyif almadıkları için simsiyah bir kapakla dergi kapandı. Ağlamıştım be o kapağı görünce!
Ama bu kapanış bir sene sürdü. Yeni bir anlayış, yeni bir tarz, bir kısım eskiler olsa da yeni yazarlar ve farklı bir jenerasyona hitap eden dergide değişmeyen şey amatör ruhtu. Ek olarak o dönem eski kafalılığım yüzünden tepki gösterdiğimi de itiraf etmem lazım. Eskilerin yanına yeni yıldızlar katılmıştı. Mesela Polat “Zebani” Yarışçı almıştı MAC’in yerini. Metalci, bilim kurgu sever biriydi. Kendisinin ne kadar kötü, başarısız bir yazar olduğuyla ilgili mail atmış, lafı gediğe koyan bir cevap yiyince yerime oturmuş ve kendisini sevmeye başlamıştım. 🙂
Bir de Muder vardı tabii, yeni yıldızlar arasında. Onun da ben de yeri ayrı olduğu için ona da paragraf açmak istedim. Bu kişi önceden mektup yazardı dergiye ama süper yazardı. Sonra bir baktık yazar oldu. Şöyle açıklayayım tarzını; onun oyun incelemesini okuduğunuzda oyunla ilgili bildiklerinizi de unuturdunuz. Öyle yazardı kendisi. Larry 7 incelemesi hala underground ortamlarda konuşulur mesela. Sonradan “Internet Benim Memleket” ve “Hancı” diye -hala bir gün bana Hancı’yı pdf olarak gönderir diye bir umutla bekliyorum- kitaplar da yazdı ama kendisinin orijini Game-Show’dur. Şimdi de saatçi işine falan girdi galiba, yabancı bir ülkede. 🙂 Seviyorum kendisini.
2001 yılı sonunda Game-Show bir daha açılmamak üzere kapattı perdelerini. Ama arkasında bir oyun dergisinden beklenmeyecek kadar çok hatıra bırakarak. Hala aldığım tüm sayılar dolabımdaki bir kutunun içinde tozlu tozlu durur. Atmaya kıyamadım, bundan sonra da kıyabileceğimi sanmıyorum. Daha ortada geek kavramı yokken, sırf saçı uzun diye parlak parlak gençlerin “Satanist bunlar, kedi kesiyorlar” diye yargılandığı bir dönemde, bugün popüler kültürün bir parçası olmuş nice şeyi çok önceden bizlerle tanıştırdı Game-Show. Bugün olduğum kişi haline gelmemde yaptığı katkı ve bana yepyeni dünyaların kapısını açması sebebiyle bu dergide emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bir şekilde bu fırtınaya bir yerinden kapılmış herkese de selam olsun.
1 Comment
Tutku Bey, yazınızı gözlerim dolarak okudum. Az önce eski bilgisayarıma Sanitarium yüklerken aklıma Gameshow düştü. Fiziksel sayıları bulamayacağıma emin bir şekilde taranmış hallerini ararken blogunuza denk geldim. Meğer ufakken “dergi” diyip geçtiğim bu dünyayı ve hayranlarıyla dergiden konuşmayı düşündüğümden daha çok özlemişim! Size bir selam vermeden geçmek olmazdı. Sağlıcakla kalın.