House of the Dragon müstehcenliği ölçütünce ortalığı birbirine katan dördüncü bölümü ile yine hepimizi ekranların başına toplayadursun, dizi ilerledikçe kitap ile arasındaki farklar da daha fazla belirginleşiyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri, bu sayfalarda da daha önce dile getirdiğimiz üzere diziye kaynaklık eden Ateş ve Kan’ın serim, düğüm, çözüm bölümlerine sahip bir roman değil, bir çeşit tarih kitabı yahut benim böyle ifade etmekten hoşlandığım şekliyle romanlaştırılmış bir şecere olması.

Dikkat: Görselden sonra House of the Dragon’un dördüncü bölümü ve Ateş ve Kan’dan spoiler yer alacaktır. Ancak kitap spoilerları da sadece dizinin dördüncü bölümündeki olayların kitapta nasıl gerçekleştiğini açıklayacak şekilde ayarlanmıştır.

Kitaplardan görsel medyaya yapılan uyarlamalarda iki mecranın malzemesi ve anlatım teknikleri çok farklı olduğu için söz konusu eserlere, eserlerin içerisinde yaşanan olaylara ve karakterlerine olan bakışımız, onları algılama biçimimiz de bu iki ortam arasında değişiklik gösterir. Aynısını duymak ile okumak arasındaki farkı belirtmek için de söyleyebiliriz elbette ama konumuz şu an okumak ve izlemek ile ilgili. Bir kitabı okurken yazar bize ne kadar bilgi verirse versin hemen her satır, her tasvir ve her hadiseyi biçimlendirip gözümüzde canlandırmak, bizim hayal gücümüze düşer. Görsel uyarlamalarda ise bu durum hemen hiçbir zaman böyle olmaz. Bu yüzden okuduğumuz eserlerin somutlaşmış hâlleri hepimiz için farklıyken ve bu şekilde kabul görecekken iş resimlere, dizilere, filmlere geldiğinde artık hepimiz aynı şeyi görüyor oluruz, hayal gücü biraz dışarıda kalır.

Tam da bu noktada konuya girelim: Görülen ile okunan arasındaki farkın yol açtığı sebeplerle kendi zamanlarını yahut kendilerinden önceki bir zamanı araştıran ve bizlere aktaran tarihçiler, belgeler ve bilgileri kadar hayal güçlerine de dayanırlar; bilinçli ya da bilinçsiz olarak geçmişin hikâyelerini, kendi pencerelerinden anlatırlar. Bu, onların niyetinin iyi ya da kötü olduğunu, doğru yahut yalan söylediklerini; eksik ya da tam bilgi verdiklerini tartışmaktan önce, aslında, ne olursa olsun tam olarak objektif olamayacaklarını çünkü zaman makinesi icat edilmedikçe yahut kendilerini her an her yerde olabilecek şekilde klonlayamadıkça yaşananlara objektif bir bakış atma imkânlarının bulunmadığını ve dolayısıyla da başka herhangi bir sağlama yapmadan, tek bir kaynağı doğru kabul etmenin ne kadar yanlış olabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.

George R. R. Martin’in kurduğu dünyaya aşina olanlar, hanedanların tarihi ve yüzyıllar boyunca bu dünyada yaşanan olaylar hakkındaki bilgileri, Game of Thrones dizisinin finalinde Samwell Tarly’nin de aralarında bulunduğunu gördüğümüz tarihçilerden öğrendiğimizi biliyorlar. Tamam, siz kızmadan ben düzelteyim kendimi, bugünkü anlamıyla ihtisas görmüş ve belirli bir metodolojiye bağlı kimselerden bahsetmiyoruz fakat dünyanın kendi kuralları içerisinde onlar birer ibtidai tarihçiler. Ve tabii ki bir kurgusal eserde var olsalar da bir önceki paragrafta zikredilen durumdan bağımsız değiller.

House of the Dragon dizisinin uyarlandığı Ateş ve Kan’da bu ‘tarihçilerin’ isimlerine sık sık rastlıyor ve bazılarına şâhit olup, bazılarını başka yerlerden öğrendikleri olayları, nasıl ve neye göre yorumladıklarını anlama imkânı buluyoruz. Dizinin ilk bölümünde dış ses ile anlatılan Veraset Sorunu’ndan Yeşiller ile Kızıllar’ın savaşına, oradan da büyük bir ejderha katliamına uzanan süreçte yaşananlarla ilgili bilgilerimizi aldığımız tarihçilerimiz; yaşamları boyunca nerede bulundularsa, hangi meslekle meşgul oldularsa, bilgilerini kimlerden duydularsa ve savaşın hangi cephesine daha yakın oldularsa o pencereden anlatıyorlar bize olanları. Ancak bütün bu taraflı düşünme mecburiyetimize rağmen yine tam da bu sebeple kitap, karakterlerle ilgili olarak ne düşüneceğimiz yahut yaşanan olayların gerçekleşme şekliyle ilgili hangi kanıya varacağımız konusunda bizi diziye göre daha serbest bırakıyor.

House of the Dragon’un dördüncü bölümünde Daemon, evlenmekten son dakikaya kadar kaçmak ve mümkünse babası bu dünyaya veda ettikten sonra oturacağı tahtının keyfini tek başına, güçlü bir kadın hükümdar olarak sürmek isteyen Prenses Rhaenyra’yı, kalenin dışındaki hayatı göstermek üzere bir geziye çıkartıyor. Bu gezideki son durakları bir genelev olunca da bütün doğru tuşlara aynı anda basılarak, ilk bölümden itibaren hediyeler, ufak bakışmalar yahut zafiyeti belirten minik davranışlarla aralarında tırmanan gerilim nihayetine eriyor; tamamlanmasına ramak kalan bir cinsel temasa dönüşüyor. Fakat Daemon, henüz dizinin bize net olarak açıklamadığı sebeplerle, belki bu eylemi gerçekleştirmekte problem yaşadığı için belki son anda pişman olduğu için belki başından beri planı, sadece yeğeni hakkında dedikodu çıkartıp kendisiyle evlenmesini sağlayarak tahtın varisi olmayı garantilemek için o son çizgiyi geçmiyor.

Bunun Prenses Rhaenyra üzerindeki yansıması ise prensesin, amcasıyla olan gezisinde gerek gördükleri gerekse de aralarındaki konuşmaların ışığında keşfetme imkânı bulduğu cinselliğine eklenen reddedilmişlik ve istediğini alabileceğine olan güvenci ile kendisini şövalyesinin kollarına bırakması oluyor.    

Dördüncü bölüm sona erdiğinde ise karakterlerin eylemlerinin motivasyonuyla ilgili seyircilere ufak bir yorum payı bırakılıyor olsa da neticesinde biz, Rhaenyra’nın amcasıyla evlilik dışı bir romantik/fiziksel yakınlaşma yaşadığını ve bunu gerçekten istediğini; sonrasında da şövalyesi Sör Criston Cole ile seviştiğini görmüş oluyoruz. Burada bizim hayal gücümüze ve yorumlarımıza yer yok, farklı bir çerçeveden bakamayız. Dizi, bize ne olduğunu, gözlerimizle göreceğimiz ve soran olursa kanıtlarıyla diğerlerine aktarabileceğimiz şekilde anlattı.

Kitapta ise tüm bu anlattıklarımız birer dedikoduydu. Ben kendi adıma her mecrada dedikoduların mutlaka bir gerçeği taşıdığına inanıyorum ama bu, herkesin öyle olduğuna inanması gerektiği anlamını taşımıyor. Nitekim yazarın/kitabın anlatıcısı üstadın cümle aşırı altını çizdiği şekliyle Prenses Rhaenyra, Prens Daemon ve Sör Cole arasındakilere dair bu dedikodularla ilgili bilgiyi hangi ibtidai ‘tarihçiden’ aldığımıza göre yaşananların birebir gerçeklik ihtimali değişiyordu ve okurlar olarak bizler, hayal gücümüz bize ne söylerse ona inanmakta; Daemon, Rhaenyra ve Cole hakkında ne düşüneceğimizi seçmekte özgür kalıyorduk.  Ve işin açığı, gelecekte olacakları fazlasıyla etkileyecek olan ilişkilerden bahsettiğimiz için, bu bayağı önemli bir değişiklik.

Dördüncü bölümün bizi mahrum bıraktığı yorum özgürlüğümüzü belirtmek adına bilgiyi aldığımız farklı bakış açılarını da aktarıp yazıyı öyle tamamlayalım isterim:

Bıraktığı eserlerde bir din adamı olduğu için müstehcenliğe olabildiğince az yer veren Rahip Eustace, Prens Daemon’un yeğenini baştan çıkartıp bekaretini bozduğunu; ikisinin Kral Muhafızları’ndan Sör Arryk tarafından yatakta basılarak doğrudan kralın huzuruna götürüldüklerini ve burada Prenses Rhaenyra’nın amcasına âşık olduğunu söyleyip, babasından onu Daemon ile evlendirmesini istediğini anlatıyor. Ancak kral, Daemon’un zaten bir eşi olduğunu söyleyerek bu isteği reddediyor ve yaşananların cezası olarak Daemon’u tekrar sürgün ediyor.

Sapkın hikâyeler anlatmasıyla meşhur, bir saray soytarısı olduğu için olaylara bakışı da yine bu pencereden gelişen cüce Mantar ise Prenses Rhaenyra’nın asıl âşık olduğu kişinin Sör Criston Cole olduğunu söylüyor. Mantar’a göre Sör Cole, erdemli ve yeminine sadık bir şövalye olduğu için gece gündüz prensesin yanında olsa da bir kez bile ona dokunmamış, aşkını ilan etmemiş. Daemon ise yeğenini, Sör Cole’un asaletinden göstermediği o ilgiyi çekebilmesi için yardımcı olmak bahanesiyle kandırıp, şu an bu sayfalarda yazmaktan imtina ettiğim şekillerde, uzunca bir zaman kendisini tatmin ettirmiş. Daemon’un dördüncü bölümde Rhaenyra’ya uşak kıyafeti giydirip, gece onu kaleden çıkartarak genelev sokağına götürme hikâyesi de kaynağını Ateş ve Kan’ın Mantar’ın anlattıklarına dayanan bu kısmından alıyor.

Ancak Rahip Eustace’ın aksine Mantar, Rhaenyra’nın bekaretini sevdiği şövalyesine sakladığını, Daemon ile aralarında tam bir birleşmenin gerçekleşmediğini savunuyor. En sonunda amcasından öğrendiği her şeyi kullanarak Sör Cole’u baştan çıkartmaya giden prenses, çılgına dönen şövalye tarafından reddediliyor; Mantar da bütün bunları ortaya çıkartan kişi oluyor. Daemon bunun üzerine gidip ağabeyi krala “Bu saatten sonra kızınla kimse evlenmez, onu benimle evlendir”, diyor. Kral da bu teklifi reddederek Daemon’u tekrar sürgüne yolluyor.

Daemon ve Rhaenyra bir kenarda dursun, hikâyenin Sör Criston Cole tarafı da farklı anlatımlara sahip. Mantar, prensesin Daemon ile yaşanan tüm bu olaylardan sonra Leanor Velaryon ile evlenmeye zorlanması, en sonunda da bu evliliğe razı olmasının ardından Sör Cole’un yanına gittiğini; karşısına geçip soyunduğunu ve ona bekaretini kendisi için sakladığını söylediğini ancak Cole’un şerefli biri olduğu için Rhaenyra’yı yine reddettiğini anlatıyor.

Rahip Eustace ise bu hikâyeyi tersinden anlatıyor. Sör Cole’un, prensesin Leanor Velaryon ile evlenmeyi kabul ettiği gece Rhaenyra’nın yatak odasına gizlice girdiğini, ona aşkını ilan ettiğini ve rıhtımda bekleyen bir gemiyle beraber kaçmaları ve evlenmeleri için yalvardığını söylüyor. Fakat Kral Muhafızı yeminini bu kadar rahatça bir kenara bırakabiliyorsa evlilik yeminlerine hiç sadık kalmayacağını düşünen Rhaenyra, Sir Cole’u reddediyor.

Gördüğünüz gibi kitabın aksine dizi, bu cümlede asla bir suçlama yahut olumsuzluk barındırmayarak; bize karakterlerin neyi, nasıl, ne zaman yaptıklarıyla ilgili herhangi bir yorum payı bırakmadı. Bu hikâyeyi izleyebileceğimiz bir şekilde aktarmalıydı ve tercihlerini de bu doğrultuda yaptı. Fakat bunu yaparak da Daemon’un kendimize özgü ahlaki skalamız üzerinde ne kadar iğrenç bir insan olduğuyla ilgili değerlendirmelerimizi de Rhaenyra’nın kitabın geçtiği dünyanın diliyle ne kadar ‘iffetli’ olduğuyla ilgili düşüncelerimizi de Sör Cole’un şövalyeliğinin asilliğiyle ilgili sorgulamalarımızı da elimizden almış oldu.

Bu yazının kıssadan hissesi “Kitaplar her zaman uyarlamalarından daha iyi!” gibi bir şey olabilirdi fakat asla öyle değil. House of the Dragon dördüncü bölümüyle bana iki medya arasındaki farkları, teorik zeminden çıkartıp herkesin güncelde ilgilendiği, sevdiği bir dizi üzerinden bu sayfalarda paylaşma imkânı verdi; o esnada da tabii hikâyeyi kimden dinlediğimizin, hikâye kadar önemli olduğunu ve kurgusal ya da değil, bir insanın herhangi bir davranışının bakış açımızın nereye döndüğüne odaklı olarak nasıl da bir anda değişebileceğini tekrar düşündürttü.

Siz neler dersiniz? Dördüncü bölümü izledikten sonra Daemon, Rhaenyra ve Sör Cole hakkında düşündükleriniz ile bu yazıyı okuduktan sonraki fikirleriniz aynı mı? Dizi, bu dedikoduların net cevabını adım adım izleyicilere göstererek kendi mecrasına daha uygun bir hamle mi yaptı yoksa daha farklı şekilde kurgulanmasını mı isterdiniz?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

1 Comment

  1. Muhammed Atakur Reply

    Rings of Power incelemesinde kapının ardında görünen adam… Yorumları bozan, geekyapar stüdyolarını yıkmaya çalışan o, onu bulun!

    Rings of Power, She Hulk, House of the Dragon son bölüm incelemeleri izlendi, beğenildi ama maalesef yorum yapılamadı. Bundan sonra gelen her tweeti saçma sapan yorum yapıcam söz veriyorum ya hadi düzelsin artık.

Muhammed Atakur için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.