Üç dakika elli yedi saniye… Bir saat elli yedi dakikalık bilim kurgu korku filmi Alien’da dehşet saçan uzaylı figüre ayrılan sürenin tamamı bu kadar. Ridley Scott’ın 1979 yapımlı insanın aklını alan bu filmden önce uzaylı yaratığın ne olduğu, nasıl göründüğü, nasıl davrandığı hakkında hiçbir bilgi verilmemiş ve filmin afişinde bile sadece çatlamış uzaylı bir yumurtaya yer verilmiş. Dahice geliştirilen bu pazarlama sürecinde insanların kalbine damgalanan sözler ise “Uzayda kimse sizin çığlığınızı duyamaz“, olmuş. Filmin kalitesi tabii ki bu cesur kararların altından kalkabilmiş ve bu riskli süreç o güne kadar hiç görülmemiş bir tat sunan meyvelerini vermiş. Gelin sizinle bu akıllardan çıkmaz filmin ikonik figürünü, Alien’ın kendisini inceleyelim. Şu an için kendimizi sadece ilk film ile sınırlıyoruz ve unutmadan söyleyeyim, ilk filmden spoiler almanız çok olası.
Filmin açılışında öyle aksiyon dolu, insanı gerim gerim geren, müthiş bir merak unsuru bırakan sahneler görmüyoruz. Tam aksine, olayların büyük çoğunluğunun geçeceği Nostromo uzay gemisindeki koridorların, odaların ağır ve yavaş durgunluğunu, uzayın mutlak karanlığını, hiçliğin sessizliğini içeren çekimleri izliyoruz. Şu ana kadar hiçbir şey görmemenize rağmen içinizde yavaş yavaş bir gerilim yükselmeye başlamışsa endişelenmeyin, filmin sizden istediği şey tam olarak bu. Bir hiçlik izlediğimizi düşünmeyin, daha çok o hiçliği her an doldurabilecek tehlikeden, yabancı unsurlardan korkmaya başlıyoruz. Daha meydanda hiçbir şey yok.
Bu sessiz boşlukları izledikten sonra, filmin odağı bu sefer o geminin talihsiz tayfasına kayıyor. Bu tayfanın kırılgan ve çaresiz bir şekilde uyanışını izliyoruz. Çevrelerini saran yapay nesneler ve araçlar olmadan, o uyanan bedenlerin kurtulma şansı sıfır. Uyandıktan sonra da bu bedenler yıkanıyorlar, besleniyorlar, ihtiyaçlarını gideriyorlar. Ekrana onların gözleri geliyor, dudakları geliyor, yüz ifadeleri geliyor. Bunlar nefes alan, sağ kalmaya çalışan, yaşama mücadelesi veren canlılar, insanlar. Birbirleriyle konuşuyorlar, hissediyorlar, sorgularını yapıyorlar, etiklerini sürdürüyorlar, yaşıyorlar. Her birinin farklı bir kişiliği, hedefi, arzusu ve zayıflığı var. Tabii insan olmaları da onları zayıf kılıyor ve uzayın bir köşesinde yerine getirmek üzere kendilerine verilmiş tuhaf görevlerine girişiyorlar. Zavallı varlıklar… Ve bu varlıkların tüm bu dehşete verdiği tepkilerle ilerliyoruz filmde.
Bu insanlar Nostromo uzay gemisini terk edip en sonunda gezegene indiklerinde ise bambaşka bir manzara ile karşılaşıyorlar. İnsanlığı geride bir toz zerresi gibi bırakan kadim bir uygarlığın kalıntıları ve tüm bu kalıntılar arasında duran bir ceset onları bekliyor. Bu cansız bedenin kendisi de insan varlığını bir cüce konumuna getirirken böyle eski ve gelişmiş bir uygarlığın nasıl bu hâle geldiğini görmek için ise çok uzağa bakmak gerekmiyor. Nostromo tayfası aradan çok zaman geçmeden afişin kendisini oluşturan yumurtalara geliyorlar ve böylece filmdeki dehşeti sonraki seviyeye taşıyan olay gerçekleşiyor. Yumurtalardan birisi çatlıyor ve içinden çıkan küçük örümceğimsi yaratık, John Hurt’ün canlandırdığı Kane karakterinin yüzüne yapışıyor. Biz de bu şekilde Alien’ın kendisini ilk kez görmüş oluyoruz, her ne kadar bu çok dolaylı bir bakış olsa da.
Alien’ın ortaya çıkışı olan bu kısım, en az bu andan sonra gelecek sahneler kadar önemli çünkü filmin korku unsurlarının ustaca ve zarifçe inşa edildiği bölümler bunlar. Filmin bu noktasına kadar çok tehlikeli bir varlığın, insanlıktan çok daha görkemli bir uygarlığı ortadan kaldırdığını anlamış bulunuyoruz. Bu yaratık tayfayla birlikte gemiye geliyor. Filmin en başında bize ağır ağır gösterilen koridorlara, odalara, bölmelere… İnsanlar bütün zayıflıkları ve narinlikleri ile o geminin içindeler, mutlak bir katil varlık ile…
İşte bu mutlak katil varlığı, sahnelerin büyük çoğunluğunda hiç görmüyoruz. Yüz on yedi dakikalık bir sürenin dört dakikasını ancak dolduran bir düşmandan nasıl bu kadar korkabiliyoruz? Yanıt basit, insan olarak bilmediğimiz şeylerden korkarız. Eskiden satranç maçlarında rakiplerimin geç geldiği zamanları hatırladığımda aklıma, kesin bir gerçeklikle gelen tek bir duygu vardı, korku. Rakibimin kim olduğunu bilmiyordum, herkesin maçı başlamıştı ve karşılaşabileceğim durumların belirsizliği içimde ölçülemez dehşetler yaşatıyordu. Günümüz korku eserlerinin de pek benimsemediği yaklaşım da bu aynı zamanda. Benim satranç maçlarım değil tabii ama günümüz korku eserlerinde de pek benimsenmeyen bir yaklaşım, korku unsurlarının sadece ve sadece en çok vurgulanacağı noktalarda kullanılmak üzere saklanması. Özel yöntemleri olan yetenekli bir yönetmen ile nitelikli bir kadro da işin içine girince bu yaklaşım ile çok ama çok verimli sonuçlar elde edilebiliyor.
Herhangi bir canlıyı veya hareketli nesneyi alıp bilinmeyenden doğan korku modelini verimli bir şekilde uygularsanız yeterince iyi sonuçlar alırsınız ama bu, gölgelerden çok çıkarmadan kullandığınız dehşete, bir o kadar iyi tasarım da verirseniz türün felsefe taşına olabildiğince yaklaşmış olursunuz. İşte, Alien’ın görsel tasarımını H. R. Giger gibi bir isme vererek çok iyi kararlar alınmış oldu. Organik dokuların soğuk mekanik parçalarla sentezinden oluşan biyomekanik tarzı ile Giger, Ridley Scott‘ın yaklaşımına da en iyi eklentiyi yapmış oldu. Hem yaratığın hem Kane’in yüzüne yapışan öncül organizmanın hem de kadim uygarlığın yapıların tasarımının, saldırgan bir cinsellik üzerine temellendirilmesi, olayların geliştiği çevreyi oldukça rahatsız edici kıldı. Tasarımlardan öte bu yaratığın davranışları da aynı temeller üzerine kurulması, o gemideki insanların karşı karşıya kaldığı durumu daha da karıştırdı. Yaratığın kendisinin hiçbir göze sahip olmaması ise, hedefinde kalan insanlara karşılarındaki katilin kendilerine bakıp bakmadığını düşündürttü. Yara aldığı takdirde uzaylının akıttığı kanın geminin en az birkaç katmanında delikler oluşturacak kadar güçlü bir asit şeklinde akması ona saldıracak zavallı ruhların cesaretini paramparça etti. O insanlar sessiz karanlığın ortasındaki o gemide, yabancı katil bir organizma ile karşı karşıyaydılar. Kusursuz bir organizmayla, kusursuz bir katille…
İşte Alien’ın Xenomorph’u bu yüzden bu kadar korkunç. Sadece çok zekice düşünülmüş ve özgün bir tasarıma sahip olduğu için değil, aynı zamanda yüz on yedi dakikalık gerilimli bekleyişin sadece dört dakikasında dehşet verici bir görkem sergilediği için de… Daha sonra başka Alien filmleri yapıldı. Hatta aynı evrende geçen çizgi romanlar, kitaplar, oyunlar bile yapıldı. 1979’da başlatılan bu kozmik anlatı, bugün de devam ediyor. Açtığı yolda, başlattığı tarzda ilerleyen başka evrenler, anlatılar ve markalar da var. Alien’ın Xenomorph’u kesinlikle hem bilimkurgu hem de korku türleri içindeki en korkunç, en kalıcı ve en özgün uzaylı türlerinden birisi.
Peki, onun kadar korkunç başka uzaylı türleri geliyor mu sizin aklınıza?