The Boys‘un üçüncü sezonu finale yaklaşırken Homelander tüm akli dengesizliğiyle sapıtmaya devam ediyor. Türlü zaaflarına defalarca şahit olduğumuz karakter artık korkuyu da tadarken, korkuları onun hareket kabiliyetini giderek kısıtlıyor. Bu yazıda Homelander’ın böyle daralma durumlarında ne yapıp edip bir şekilde süt içerek akli çöküntüsünü nasıl yansıttığından bahsedeceğiz.
Sinemada bazı durumlarda anlatının sembollerle kurulmasına alışığız. Filmlerde sembolize edilen birçok şeyden biri de süt ve süt içerken görünce bir şekilde yadırgayacağımız kocaman insanlar. Süt genellikle masumiyet ve çocuklukla özdeşleştirilir. Hepimiz hayatımızın ilk aylarını sadece süt içerek geçiriyoruz ve çoğumuz ilerleyen dönemlerde sıklıkla süt tüketmeye devam ediyor. Belirli bir yaşa geldikten sonra süt, içecek olarak ilgi çekici gelmese ve hatta hiç içmemek daha sağlıklı bir beslenme şekline dönse de büyüme ve gelişme sürecinde aldığımız ilk besin olarak hayatımızda önemli bir anlam ifade ediyor.
Sinemada süt, sembolik olarak çoğunlukla yetişkin bireyin içinde olduğu çatışma, çocuksuluk veya ortamdaki ikili durumu ortaya koymak için kullanılıyor. Hepimizin aklına kazınmış birçok kötü karakter, neredeyse kendileri kadar süt içme sahneleriyle de aklımıza kazınıyor. Leon, amansız bir kiralık katil olmasına rağmen; kapısına gelen bir çocuk olan Mathilda ile neşeli bir iletişim kurabiliyor ve ona karşı bir ebeveyn olma sorumluluğu yüklenebiliyor. Film boyunca, sıklıkla tükettiğini gördüğümüz sütü; misafiriyle konuşurken yanlışla suratına bulaştırıp çocuksu hale gelebiliyor. Belki de yaşayamadığı çocukluğunu Mathilda’da buluyor.
Tabii her örnek içindeki çocuğu ortaya çıkaran Leon kadar sevecen olmayabiliyor. Otomatik Portakal’daki çete üyelerinin tüm arıza özelliklerinin yanısıra oturup süt içmeleri onların hala daha sadece birer çocuk olduklarını gösteriyor. Süt içme sahneleri; sebep oldukları onca pisliğe karşılık bir kontrast yaratmak için oldukça akılda kalıcı şekilde kullanılıyor.
No Coutry for Old Men ve Inglorious Bastards’ın psikopat karakterleri arkalarına yaslanıp süt içiyor. Hatta Inglorious Bastards’ın nazi subayı Hans Landa, filmin ilerleyen safhalarında, karşısındakine zorla ikramda bulunurken; ona süt ve kremayla koşer testi yapıyor. Bu örneklere Winter Soldier’dan Alexander Pierce, Mad Max’ten Immorten Joe ve daha nicesini ekleyebiliriz ve görürüz ki sinema kötülerinin süt içme alışkanlıkları hiç de az değil. Bu sahnelerin hepsi de karakteri tanımlamak, olaylar üzerinde anlam yaratmak için ekleniyor.
Yüzümüzü The Boys’a çevirdiğimizde hemen her karakterin anormalliğin alt sınırını çoktan geçtiğini söyleyebiliriz. Elimizde Deep gibi bir karakter var ve bu karakter ilk sezonda sadece ima etmesine rağmen üçüncü sezonda gözümüzün önünde bir ahtapotla ilişkiye giriyor. İlk gördüğümüzde bunu tek seferlik anormal bir sahne olarak yorumlarken, bir bölüm sonra ikinci görüşümüzde bunun o karakterin normali olduğunu anlıyoruz. Homelander’a gelince karakteri tanımak için elimizde onlarca veri var ve en kısa yoldan onun sadece deli olduğunu söyleyebiliriz. Homelander, her hareketiyle anormalliğin sınırları üzerine kat çıkıyor ve ne yapacağı kestirilemez bir karakter oluyor. Onun psikopat ve narsist olup aynı zamanda tanrı kompleksine sahip olduğundan daha önce bahsetmiştik. Bu sefer onun şeytani yanlarını değil “hasarlı-kırılgan” yanlarını ele alırken bunu sütle olan ilişkisi üzerinden örnekliyoruz.
Homelander bireysel gelişimini tamamlayamamış biri, sadece bir çocuk. Daha önce dediğimiz gibi; tek derdi sırtının sıvazlanması, başının okşanması. Dizide bunu doğrudan yapan ilk kişi Madelyn Stillwell’di. Homelander’ın süte olan takıntısı da onunla başladı. Stillwell’e karşı bariz ilgisi olan Homelander, onu şirket yönetiminden ve onun kendi çocuğundan bile kıskanıyordu. Stillwell’in, çocuğunu kucakladığı sahnelerde ona nefretle bakan Homelander, her an çocuğa bir fenalık yapacak gibi duruyordu. İkinci sezonda Stormfront’a nasıl aşık olduğunu gördüğümüz Homelander’ın Stillwell’e olan ilgisi onun aşkına hiç benzemiyordu. Stillwell onun için; yol gösterici, kollayıcı ve anlayışlı bir karakterdi. Pelerinli laboratuvar faresi onu annesi olarak görüyordu. Sezon finalinde onun gözlerini oyması da kendisinden saklanmış olan tekil bir sırrın açığa çıkmasından değil, bunca zaman boyunca onun da diğer şirket yöneticileri gibi kendisini kullandığını ve onu sadece markanın bir kuklası olarak gördüğünü anlamasından olmuştu.
İlk sezonda, Stillwell daha hayattayken Homelander’ın süt içtiği bir sahne bulunmuyor. Bunun yerine; Homelander’ın Stillwell’in dizine yatıp, kadının parmağını emzik gibi emdiği bir sahne bulunuyor. Burada Homelander’ın gerginliğinin bir çocuk gibi yatıştırılıp hareketlerinin onaylandığını görüyoruz. Artık buradan Oedipus kompleksi gibi kavramlara başvurmak sizin elinizde ama biz psikoloji ilminin teknik yönlerine fazla dalmadan diğer örneklere geçiyoruz.
İkinci sezonda Stillwell’in ofisine giren Homelander’ı dolapta bulduğu biberondan, kendinden geçercesine süt içerken görerek ilgi ve sevilme isteğinin hala baki olduğunu anlıyoruz. Becca ve Ryan’ın tutulduğu izole bölgedeki eve teklifsizce giren Homelander, dolapta bulduğu bir şişe sütü kafaya dikip ardından gelen sahnede de Ryan’la bir baba-oğul konuşmasına girişince, Ryan’ın onda kendi izole geçen çocukluğunun anılarını uyandırdığını anlıyoruz. Homelander’ı, hataları yüzünden alkışı kaçırdığı birtakım sahnenin sonunda; dağ kenarında bir kulübede Doppelganger’ı, Stillwell’e dönüşmeye zorlarken buluyoruz. Burada Doppelganger’ın sahneye çıkışı, elinde bir bardak sütle oluyor. Yine teselli ve yatışma bir bardak sütle geliyor. İkinci sezonun sonunda, çatıdan şehre bakıp; “seni yenicem” konuşmasından sonra, karakter daha garip olamaz derken onu, üçüncü sezonda mitingde bütün konuşmayı batırıp ardından bir inekten süt sağıp içerken buluyoruz. Üçüncü sezon boyunca kendini unutturan süt takıntısı, burada yeniden ortaya çıkıyor. Bu olay da Homelander bir yandan yeni düşmanından korkarken bir yandan da kamunun gözünden küme düşme telaşıyla yeni bir duygusal kırılma yaşıyor.
The Boys karakterlerinin her birinin; saçma, korkunç, şeytani, sapkın vb. birçok özelliği var. Hepsi de kendi travmalarını bir şekilde dışarı yansıtıyor ve anormalliğini ortaya koyuyor. Homelander’ın birçok anormalliği olsa da dizideki süt motifi onun büyüyememiş bir yetişkin, çocuk kalmış zihin olduğunu bize gösteriyor. Bu sahnelerle de tüm manyaklığın arkasında korkmuş bir çocuk olduğunu tekrar anlıyoruz. Peki sizce Homelander’ın delilikleri nereye kadar uzanır? Eksikliğini duyduğu babasını yeni bulmuşken, süt takıntısı dördüncü sezonda kendini tekrar gösterir mi?
1 Comment
Güzel yazi