Hepimiz hayatımızın bir zamanında, belirli bir kurgusal esere gönül verdik; geçtiği evreni en ufak parçasına kadar özümsemek istedik. Bu eserler bizim için bazen gerçek hayatımızdan bir kaçış imkânı sundular bazen de aklımızı kurcalayan ama adını da tam olarak koyamadığımız düşüncelerimize bir örnek oluşturdular. İmrendiğimiz o hikâyelerde macerasını ezberlediğimiz ve en içten duygularımızla benimsediğimiz kahramanların karşısında ise her zaman, bazen gri alanlarda gezinseler dahi, eylemleriyle tam terslerinde duran bazı kötüler vardı. Kötüler olmasaydı bizler, o kahramanların neden iyi olduklarını ve hayatlarımız, hayat görüşlerimiz, düşüncelerimiz onlardan ne kadar farklı olursa olsun, kötülüğün karşısında neden o kahramanları desteklememiz gerektiğini belki bilemeyecektik.

Her hikâyenin, kahraman ya da kahramanların büyük kötü düşmanı yenmesi gerektiği bir sonuç bölümü vardır. Bu noktaya kadar kötüler bazen süper güçleri bazen imkânları ve bazen de çeşitli manipülasyonları ile çoğunluğu arkalarında toplamayı başardıkları için kazanmış gibi görünürler; tüm hikâyeyi takip eden bizlerse umudun tükenmediğini biliriz. Hikâyenin o kısmına ulaştığımızda, sayfayı çevirmeden hemen önce tam yeri ve tam zamanı; kendi çağlarında artık yeri olmayan ve kahramanlarımızın tek seferde def etmesi gereken o yöneticilere bir bakalım:

Palpatine

Listeyi Galaktik Cumhuriyet’in son ve kendine verilen güce dayanarak kurduğu yeni düzen ile adına Galaktik İmparatorluk dediğimiz yönetimin son başkanı Sheev Palpatine ile açıyoruz. Star Wars sevdalılarının bileceği üzere Darth Sidious ismiyle de anılan Palpatine’in, damarlarından güç akan çoğunun aksine siyasetle eskiye dayanan bir geçmişi var. İlk olarak Naboo’nun Senatörü olarak karşımıza çıkıyor, arkasında kendisinin de payı olduğunu gizlediği bir işgalin ardından çıkan karışıklıktan faydalanıp seçimle Şansölyeliğe yükseliyor. Bütün tehditlere karşı Padme’den Obi-Wan’a kadar herkesin yardım istediği bu yönetici, tüm bir galaksiye düzen ve istikrarın gerektiğini; kendisinin de bunları sağlamak için en doğru isim olduğunu vaat ediyor. Hatta yeri geliyor, ayrılıkçıları durdurmak için Anakin’e özel izinler veriyor ya da insanları korkuttuğu o kötü güçler tarafından esir bile alınıyor(!).

Çoğunluğun güvenini kazandığında ise bu vaatlerini gerçekleştirebilmek adına zorbalaşıyor. Her şey güllük gülistanken uygulamaları pek göze batmasa da özellikle kriz anlarında baskıcılığı ortaya çıkıyor. Onun tavırlarından Jedi Konseyi başta olmak üzere birçok başka senatör de rahatsız oluyor, kuşkulanıyor. Palpatine, bu sefer çareyi Jedi Konseyi’ni de kendisine bağlayıp, bir çeşit tek adam olmakta buluyor; Anakin’i ise temsilciliğine atıyor. Kendisine karşı gelenleri yolundan çekmek için Senato’ya Jedi’ların Cumhuriyet’i yıkmak istediğini söylüyor, onlardan bir düşman yaratıyor. Sonra da daha güvenli ve istikrarlı bir kuruluş için Cumhuriyet yerine yeni Galaktik İmpratorluk’u kurup, kendisini de İmparator ilan ediyor.

Koca bir Cumhuriyet’in değerlerinin çöküp, Jedi’ların dağılmasına sebep olan Anakin’in Darth Vader’a dönüşmesine kadar her kötülükte parmağı bulunan Palpatine, bunları bütün siyasi yetkileri kendinde toplayarak yaptı. Pek çok badireyi atlayan Star Wars evrenini şöyle bir düşündüğümüzde anlıyoruz ki galaksinin bir diktatöre ihtiyacı yoktu.

Denethor

İkinci maddemizde yer alan Denethor tartışmalı olabilecek bir isim zira serinin kitapları ile filmlerdeki portrelenişinin arasında dağlar kadar fark var, biliyoruz. Fakat popüler kültüre daha büyük etki yapanın Peter Jackson imzalı Yüzüklerin Efendisi üçlemesi olduğunu göz önünde bulundurursak, doğrudan onları temel alarak bir konuşma da yapabiliriz diye düşünüyoruz.

Denethor, Gondor’un vekilharç hükümdarıydı ve filmlerin tartışmasız en işe yaramaz lideriydi. Doğru, filmler bu farkı gözeterek ona sabit bir kötü adamlıktan ziyade dengeli bir karakter vermeye çalıştı ve kendisini, bir anlamda, kurduğu uyarlama dünya içerisinde bir telafiye kavuşturmaya gayret etti fakat yine de… Ümitsiz, beceriksiz, çağının yetişmiş ve yetkin bireyleri yerine sırf kendine yakın olduğu için birtakım safsata kaynaklarını temel alan ve işine gelmeyen herhangi bir görüşe de kulak vermeyen bir yöneticiydi. Karşısındaki düşmanın büyüklüğüne rağmen geçmişte yaşananlara takılı kalıp, önündeki tehdide karşı birleşmeyi umut edemiyordu. Yeniliklere açık değildi, başına gelen her kötü şey için ise doğru sorumluyu suçlamaktansa başka başka düşmanlara yöneliyordu. Bu yüzden yozlaştı.

Kitaplar ya da filmler fark etmez; Orta Dünya’nın kaderine baktığımızda, hele ki Sauron’un tehdidi karşısında kimsenin paranoya ve yozlaşmaya ihtiyacı yoktu.

Joffrey Baratheon

Bir tartışmalı ismi geçtiysek sırada, tartışmasız bir şekilde ihtiyacımızın olmadığı genç bir yönetici var. Joffrey, resmi olarak Robert Baratheon ve Cercei Lannister’ın oğluydu, gayriresmi kısmı ile bu yazıda ilgilenmiyoruz. Herkesçe tek güzel özelliğinin görünüşü olduğu bilinen Joffrey, zulmü ve kibriyle anıldı ama bunları çoğunlukla ince bir çekicilikle gizledi; annesi ona bir kadına vurmamasını söylemişti ve o da nişanlısını dövmek için bir Kral Muhafızı’nı görevlendirdi.

Kendisini kontrol etmekte başarısızdı, ufak hatalar için olabilecek en ağır cezaları uygulardı ve kendi hatalarının da sorumluluğunu kabul etmez, mutlaka başkalarını suçlardı. Başlarda Sansa’ya karşı oldukça nazik ve kibar davranıyordu ama tabiatını haklı nedenlere dayandırarak bulduğu bahanelerle ortaya da koyuyordu. Sözlerini tutmuyor, kaprisli davranışlarına engel olamıyor ve kadınları, onlara işkence edemediği sürece hayatında barındırmıyordu. Joffrey’in sonu, her birimizin derinden, rahatlatıcı bir “Oh!” çekmesiyle geldi çünkü düzeni korumaya dönük bahanelerin dışında savunulacak herhangi bir özelliği de bulunmuyordu. Annesi dahi onu kurtarmaya çalışmanın mantıksız olduğunu anlamıştı.

Bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki babasının ölümünden sonra çıkan Beş Kralın Savaşı esnasında, Westeros’un kibir ve kaprise ihtiyacı yoktu.

Dolores Jane Umbridge

Harry Potter roman serisinin hayranları doğrulayacaktır; tüm seriyi düşünürken tek bir isme mecbur olsak, en kötü olarak seçeceğimiz isim Lord Voldemort değil. Başkarakterimiz ve onun büyü dolu dünyasının başına gelen tüm fenalıkların müsebbibi, yenilmesi gereken düşman Voldemort olmasına rağmen bu ümit ile akıp giden dört kitabın ardından Zümrüdüanka Yoldaşlığı’na vardık ve hepimizi bunaltan, sayfalara sövdüren ve adeta bir isyan ateşiyle kavrultan asıl isim Dolores Umbridge oldu.

En temel hâliyle şu ki Dolores Umbridge, belirli kötü özelliklerin tiplemesini sunan sembolik bir kötü değildi. Voldemort, bizler aradaki benzerlikleri tabii ki eserin dışına taşarak kursak da bugünden baktığımızda çağa uymayan, daha kurgusal kalan bir kötüydü. Umbrigde ile ise kaç çağ atlatsak da gerçek hayatımızın her ânında karşı karşıyaydık. Mevcut düzeni, o düzende hiçbir payı olmasa ve idrak kabiliyeti dahi o düzeni anlamaya yetmese dahi korumaya çalışan, kraldan çok kralcı davranan, farkında bile olmadan yahut kendisine asla kondurmadan ırkçılık ve gericilik dâhil pek çok zarar verici düşünceyi savunan biriydi. Sihir Bakanlığı’nın sözcüsü olarak seçilmişti, insanların onu eğitim düzeyi ve mütevazı kişiliği sebebiyle eleştirdiğini düşünüyordu; kedileri ve pembe rengi sevdiği için gençlerle anlaşabileceği kanısına varmıştı. Bir taraftan bakınca söylediklerine kendisi de inanıyordu. Fakat anladığını ve kendisini de dâhil hissettiğini iddia ettiği gençlik için mevcut yasaları değiştirmek veya güncellemek adına herhangi bir çabası bulunmasa da hepsine bir bahane buluyor, hizmet ettiği düzeni göz önüne almıyordu.

Hogwarts’a atandı, adım adım ilerledi. Sevimli ve sempatik görünerek, kendi yetkinliği olmamasına rağmen öğretmenleri denetledi. Dumbledore’un okuldan zorunlu ayrılışının ardından terfi edildi; kendi faaliyetlerini destekleyecek gençler de buldu yanına, hiçbirinin kayırılmadığını ve katılımın serbest olduğunu ifade etti. İspiyoncular rahat çalışsın diyerek bir çeşit zabıta teşkilatı kurdu, adına Teftiş Mangası dedi. Koridorlarda kızlı-erkekli oturulsun istemedi, kılık kıyafete eğitimden fazla önem verdi. Günün sonunda bütün çözümleri, yükselen sesleri bir an önce susturmak üzerineydi. Ardı ardına kanun hükmünde kararnameler yayınladı, üç kişiden fazlasının bir arada bulunacağı tüm etkinlikler ile yetki almamış tüm öğrenci kulüplerini feshetti. Baktı ki öğrenciler, tepkilerini bir ağızdan haykırmanın yollarını buluyorlar; Quidditch’i, yani spor karşılaşmalarını yasakladı, süpürgeleri zincirlersem susarlar sandı. Kimseye sorulmadan ilan edilen kararnameler koca kale duvarlarını kapladı, bir yalancı ve koltuk sahibi Bakan uğruna, bir neslin geleceğini çalmaya çalıştı.

Asıl yalanı kendisinin söylediğini bilse de Harry’nin bileğine “Yalan söylememeliyim” cümlesini kazıyan Umbridge’in sonu; tüm bana dokunmayan yılan yandaşçıları ve koltuk sevdalıları için umduğumuz şekilde geldi. Her biri bir umut ışığı Hogwarts gençliğinin doğruya, şeffaflığa; Voldemort’un döndüğünü bilmeye ihtiyacı vardı ama baskıya ve yasaklara ihtiyacı yoktu.

Lex Luthor

Lex Luthor, DC okuru herkesin tanımlayabileceği şekilde Superman’in baş düşmanı, narsist ve çılgın bir bilim insanı. LexCorp’un CEO’su olarak bir yönetici vasfına sahip, Superman’i ise insanlık için bir tehdit olarak görüyor.

Luthor sıradan bir insan, süper güçleri yok; Superman’in neden bir tehdit olabileceğiyle ilgili de meseleyi bir tek onun ağzından dinlerseniz, gayet haklı sebepleri var. Peki, neden bizlerin tek taraflı dinlemeyerek, salt sağduyu ile bile destek vereceği Superman’e denk olabilirmiş gibi Tüm Zamanların En Kötü 100 Çizgi Roman Karakteri listelerine girebiliyor? Çünkü Lex Luthor’un Superman’e karşı duyduğu kıskançlık ve imrenmeyle perçinlenen takıntılı nefreti, medya destekli teknolojik hırsları ve finansal kazancının arkasında çok güzel gizleniyor. Superman’a karşı kamusal alan önünde resmi bir düşmanlık göstermiyor, medyaya sadece insanlığın gelişimi ve güvenliği için önlem ve bilgilendirme amaçlı uyarılarda bulunuyor.

Olaylar daha farklı gelişseydi Lex Luthor, daha asil bir insan olabilirdi. Küçükken istismar edilmişti, yoksul yetişmişti, kendi kendini yetiştirmiş ve bunların sonucu olarak etkili bir insan olmaya gayret etmişti. Zekiydi, çalışkandı, algı seviyesi yüksekti. Fakat bilimsel alanda kendisini kanıtlamak için yeterli ve kabiliyetli olmasına ve kendi toplumunu iyiye yönlendirmek için Superman başta olmak üzere pek çok figür kendisine el uzatmasına rağmen o, popülerlik ve daha çok hak ettiğini düşündüğü ün uğruna bir başkasının üzerine basarak yükselmeyi tercih etti. Smallville’in ona ihtiyacı yoktu.

Kingpin

Gerçek ismiyle Wilson Fisk, hepimizin onu daha çok andığı ismiyle ise Kingpin karşımıza önce Spider-Man’in, sonra Daredevil’in ve eninde sonunda da tüm bir insanlık değeri taşıyan toplumun baş kötüsü olarak çıkıyor.

Dev cüssesi, saçsız başı ve elinde simge elmas topuzlu bastonuyla Kingpin her zaman çıkarlarına odaklanır, işine gelmeyenin kalemini kırar, insanları kullanır; geri kalan herkese de yasal yollarla ekmeğini kazanan ve yaşadığı bölgenin manevi değerlerini korumak için yola çıkmış bir iş adamı gibi görünür. Kamuoyu önünde ya şantaj ya da ortak çıkarlarla yanaştığı iktidarla beraber hazırladığı projelerini duyururken gayet saygın bir portre çizen, melek yüzlü bir yatırımcıdır ve bu sayede halk onun yeraltı dünyasının patronu olduğunu bilmez, hayırsever biri sanır. İnsanların zayıf yönlerini bulup onlara karşı kullanmakta üstüne olmayan Kingpin, yeri geldiğinde medyanın ve muktedirlerin yardımıyla bunu bir tehdit mekanizmasına çevirir; yeri geldiğindeyse karşısındakine duymak istediklerini söyleyerek onu kendi tarafına çeker. Bir gün sizi, elini kirletmek istemeyenlerin işlerini görmek için kullanır ve kahraman ilan eder; ertesi gün bir bakmışsınız, bir numaralı halk düşmanısınız. Her bir kirli anlaşma onun elinden geçer, her şeyden haberi vardır ama olur da yakalanırsa, daha birkaç gün önce söylediklerini bile yok sayıp inkâr edecektir.

Günün sonunda o da Lex Luthor gibi etten kemikten, süper güçleri olmayan bir insandır ama hangi ideolojiyle ve nasıl politikalar izleniyorsa izlensin, paranın sözünün geçtiği her yerde o bir yeraltı teşkilatının yöneticisidir ve birileri, o an söyledikleri ne kadar işine gelecek olsa da yalanlarına dur deyip gerçek yüzünü ortaya dökmedikçe var olmaya devam edecektir. Ne Hell’s Kitchen’ın vatandaşlık görevlerini ve kendi değerlerini korumak için ne de koca bir Marvel evreninin kargaşa çıkmadan gelecek çağlara ilerlemesi için mafyaya ihtiyacı yoktu.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

6 Comments

  1. en sonunda bu siteye de siyaset bulaştırdığınız için tebrik ederim.böyle devam edin.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Ben bu tepkiyi gerçekten anlıyorum, en azından biraz daha yaşça küçük okurlarımız için. Fakat Ursula Le Guin’i, Isaac Asimov’u nasıl okuyorsunuz ya da meşhur X-Men animasyonunu nasıl izliyor insanlar mesela, onu bilmiyorum. Gönülden bağlı olduğumuz pek çok eser, buna en deli saçması masallar da dâhil olmak üzere kendi yazarlarının içerisinde yetiştiği çağlardan ilham alarak yazılmış, hiçbiri de umduğumuz kadar o çağdan kopuk değil maalesef. Umuyorum ki bir gün Dune’a bakarken ya da The Witcher’ı yeniden dönerken bunu anlayacaksınız. Sadece bir not olarak herhangi bir şeyin *şu an* bulaştığı yok, en başından beri bu eserlerle büyüyen bizler için durum böyleydi. Biz böyle devam edeceğiz, çok sevgiler <3

  2. Emre Kaplan Reply

    Fantasik dünyaları, bu dünyayı daha iyi anlayabilme şansını bize verdiği için bu kadar çok sevdik. Eli yüzü düzgün her geek içerikte politik bir altyapı vardır. Hayatında 1 kitap okumuş ya da en azından1 film izlemiş bir insan bile, şuan yaşadıklarımızla ve bunu bize yaşatanlarla; bu fantastik evrenlerde “süper kötü” dediğimiz kişiler arasında bir bağ kurabilme yetisine sahiptir. Ha eğer yine de bu bağlantıyı kuramıyorsa demek ki bulunduğu yer kötülerin yanıdır.
    Çok teşekkür ediyorum Geekyapar. Yıllardır kafanızı kuma gömmediniz. Her zaman iyilerin yanındaydınız 😉 İnsanı en mutlu eden şey sevdiklerini mutlu olarak görmektir. Haftaya kazandıktan sonra sizleri mutlu bir şekilde görebilmek, beni çok mutlu edecek.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Zaman değiştikçe sitede ve Geekyapar’da da çok fazla şey değişti, kimse yerinde sayamaz tabii ama dediğiniz gibi, çoğunlukla daha iyi anlamak için geek oluyoruz. Güzel sözleriniz için teşekkür etmekle ve birlikte mutlu olmayı ummakla beraber sadece bir ufak iyilerin, kötülerin yanı kısmına değinmek istiyorum. Yorumunuzdan hareketle sizin ve benim de dâhil olduğum bazılarımız için fantastik evrenlerdeki kötülükleri kendi hayatımızla bağdaştırmak bir esin kaynağı sunuyor, direnme gücü veriyor ama bazılarımız da bu eserleri tam olarak o kötülükten kaçmak, onun hiç var olmadığı bir limana sığınmak veya o kötülükleri tamamen unutabilmek için seviyor. Bu açıdan “gatekeeping” yapmak en son istediğim şey, temelde bu yazıları da zaten bir kişiye dahi olsa; kötülükleri unutmadan, yok saymadan ya da onlardan kaçmaya çalışmadan da bir limana sığınılabileceğinin ümidini taşımak için yazmaya gayret ediyorum. Nereden gidersek gidelim o kaçış bizi ümide çıkaracak. Tekrar teşekkür ederim <3

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.