Bu yıl bizlere çok iyi davranmıyor, hepimiz de şu sıralar azami ölçüde her yaptığımıza dikkat etmek zorunda olduğumuzun bilinciyle yaşamaya çalışıyoruz. Fakat bugün, hangi yılda ve hangi koşulda olursak olalım daha da dikkat etmemiz gereken bir gün, bunda hemfikir olabiliriz değil mi? Zira şakacıların şakaladıkları, muzırlık yapanların muzırlık yaptıkları ve kaçınılmaz olarak da bazılarımızın bunlardan nasibini alıp tongaya düştükleri o güne ulaştık: 1 Nisan!
Korkmayın, sitece oltalı avlanma yolculuklarına çıkmıyoruz. Evet, mazimizde, eskilerin hatırlayacağı üzere, birkaç yıl önceki bir 1 Nisan gününde yüce bir devirme çabası olmuştu -siz yüce* göndermesini anladınız- fakat bu demek değil ki bütün mesaimizi yeni bir şakaya ayarlayalım. Bunun yerine gelin, 1 Nisan diye bir şey niye var, niye özellikle bugün şakalar yapılıyor diye bir konuşalım dedim.
All Fools’ Day
Nisan ayının ilk gününe tarihlenen ve Şaka Günü olarak isimlendirdiğimiz bu günün, üzerinde hemfikir olunan en eski ismi, All Fools’ Day. Yani bugün Şaka Günü dediğimiz şey, karşımıza ilk olarak -birebir tercüme çoğunlukla hoş değil ama bu gibi durumlarda bazen elzem- affedersiniz, aptallar günü şeklinde çıkıyor. Sonrasında ise ay ismiyle birleşerek April Fools’ Day oluyor.
1 Nisan’ın özel bir gün olarak belirmesi ise bizi, tarihin daha karanlık dönemlerine doğru seyahate çıkmaya zorlayan, apayrı bir mevzu. Bu günün kökenine ilişkin, bir kısmı mitolojiye bir kısmı da tarihi olaylara dayanan birbirinden farklı birkaç görüş var. Ben bunların arasında üzerinde en çok durulan birkaç tanesinden bahsedeceğim.
Nuh’un Gemisi
Kronolojik olarak en eski fakat bir ironi ile üzerinde en yeni durulan bu görüş, bizi, Nuh peygamberin baş kahramanlığını üstlendiği bir kıyamet anlatısına yönlendiriyor. Birazdan Roma ve Yunan mitolojilerinden bahsedeceğim için kafalar karışmasın diye, neden Nuh anlatısını bunlardan öncesine aldığıma ilişkin bir açıklama yapayım. Zira Nuh’un, dünyanın sular altında kalacağının haberini alması ve yeni bir hayatı başlatabilmek için kocaman bir gemi inşa edip bu geminin içine de çifter çifter hayvanları doldurması, daha çok semavi dinlerle bağlantılı olarak bildiğimiz bir hikâye.
Ancak motif olarak bakıldığında ve genel olarak anlatı düşünüldüğünde, dünyanın suların altında kalarak son bulacak olmasına ilişkin çok fazla metin, farklı mitolojilerde mevcut. Öyle ki tamamen bu temanın işlendiği metinleri ele alan bir mit grubu bile var. Benzer şekilde gemiye alınarak kurtarılan ve soyu tükenmeyen canlılar gibi temalar da sıkça mitlerde işlenebiliyor. Bunlar, hem felsefenin hem de mitolojinin bir alt başlığı olan “eskataloji” başlığı dâhilinde, kıyamet mitleri olarak da sınıflandırılıyorlar. Hâliyle bu anlatıların nesilden nesile, toplumdan topluma seyahat etmiş ve en sonunda Nuh peygamberin isminde birleşmiş olmaları büyük bir ihtimal.
Bu ihtimalin ikinci kısmında tam tersi de söz konusu olabilir. Yani Nuh peygamber ile ilgili anlatılar, özellikle yazının olmadığı zamanlar için düşünüldüğünde seyahat etmiş ve bölünmüş yahut değişmiş şekillerde, farklı yerlerde, farklı isimlerle dağılmış olabilirler. Bu iki ihtimali değerlendirmek çok başka bir tartışmanın konusu olurdu o yüzden ben hemen sadede geleyim, ilk teoriyi doğru kabul ediyorsak bu anlatılar semavi dinlerden öncesine dayanıyordur; ikinci teori doğruysa da zaten otomatik olarak semavi dinler, mitolojik dönemlerden kaynağını alıyordur. Her iki şekilde de elimizde kronolojik olarak bayağı eski bir anlatı vardır anlayacağınız.
Anlatıya göre Nuh, tufanın bitişini, yolladığı bir güvercin aracılığıyla öğreniyor. Tufanın başlangıcından aşağı yukarı on bir ay sonra, gemide seyahat hâlinde iken biri kuzgun biri de güvercin olan iki kuşu salıveriyor. Kuzgun geri dönmüyor fakat güvercin geri dönüyor. Bunun üzerine yedi gün bekliyor, güvercini tekrar salıyor. Güvercin bu sefer ağzında bir zeytin yaprağıyla geri dönüyor ki bu zeytin yaprağı, bugün zeytin dalı olarak kullandığımız sembolün kaynağı olarak düşünülür. Ardından bir yedi gün daha bekliyor ve güvercini tekrar yolluyor fakat bu defa güvercin geri dönmüyor. Güvercin geri dönmediğinde Nuh, geminin örtüsünü kaldırıp bakıyor ve toprağın kuruduğunu görüyor; böylece tufan hadisesi de son buluyor.
Rivayet odur ki Nuh, yukarıda anlattıklarımızdan önce bir hata yapıyor ve güvercini, henüz daha yeryüzündeki sular çekilmeden yolluyor. Anlatının İbrani kaynaklarına göre de güvercinin yollandığı tarih, eski takvimlerine göre nisan ayının ilk gününe denk geliyor. Bu olayın hatırasını yaşatmak için de insanlar, bu kadar unutkanlık hatasına düşen kimselerin, nisan ayının ilk gününde şapşallıklarını göstermelerine olanak sağlamayı uygun görüyorlar. Buradaki şapşallığı salaklık değil, sevimli bir naiflik olarak söylüyorum. Genelde de bu kimselere çevreleri tarafından, kuşu sembolize etmesi için kolsuz bir aracı ile boş ve faydasız haberler iletiliyor. Oradan da işte geliyor, şaka gününe dönüşüyor.
Romalı Dostlar
Mitoloji konuşurken Antik Roma ya da Eski Roma gibi şeyler söylediğimizde aslında çok net bir zaman dilimindeki inanç sistemlerinden bahsetmiyoruz. Tarihi açıdan Antik Roma, milattan önce altıncı yüzyıldan başlayıp bin iki yüz yıl kadar da sürmüş olan bir medeniyeti anlatıyor. Fakat mitolojiye tarih biçebilir miyiz, orası çok başka bir soru.
Roma kısmına böyle bir giriş yapmamın sebebi şu; birazdan 1 Nisan’ın kökenine dair özetleyeceğim Roma mitolojisinden gelen hikâye, farklı karakter isimleri ve farklı özel günler, bayramlar, şenlikler vb. için Yunan mitolojisinde de tekrar ediyor. Bu da tabii mitlerin doğasından gelen bir şekilde, anlatının Roma’ya mı, Yunan’a mı, ikisine de mi yoksa başka bir uygarlığa mı; 1 Nisan’a mı, yaz gün dönümüne mi yoksa apayrı başka şeylere mi ait olduğu gibi pek çok sorunun cevabını muallakta bırakıyor. Nitekim bu iki mitoloji arasında zaten çok çok fazla ortaklık var.
1 Nisan’ın kökenini Roma’da görenler, bu günü yaygın bir ekin festivali olan ve her yıl nisan ayının başında kutlanan Cerealia’ya dayandırıyorlar. Cerealia’nın ortaya çıkışında başrol oynayan iki mitolojik karakter var; biri bereket tanrıçası Ceres’in kızı Proserpina, diğeri ise yeraltının tanrısı olan Pluto. Ki bunlar da Yunan mitolojsinde, Yağmur’un şuradaki yazısında güzelce bahsettiği Persephone ve Hades’e denk geliyorlar.
Proserpina, dünyanın batı ucundaki tarlalardan birinde çiçekler toplayıp oyunlar oynarken Plüto, onu yakalıyor ve kaçırıyor. Burada ona tecavüz ediyor. Annesi Ceres, bu süre zarfında kızının çığlıklarını duyuyor ve onu aramaya başlıyor. Fakat bu arayış nafile çünkü Proserpina, sesinin geldiği yerlerde değil, alt dünyada. Çığlık sesleri ise kızının yaşadığı işkenceyi dinlettiği Ceres’in seslerin geldiği yerleri araması yoluyla onunla dalga geçmek isteyen Pluto’nun işi. Alın size kara mizah!
Bir zaman sonra Ceres, kızının başına gelenleri öğreniyor ve tanrıların tanrısına kızını geri alabilmek için yalvarıyor. Fakat Pluto ile Proserpina artık evli sayıldığı için, kesin bir geri dönüş söz konusu olmuyor. Bunun yerine yılın altı ayını annesiyle ışığın dünyasında; altı ayını ise Pluto ile karanlığın dünyasında geçirmesine karar veriliyor. Böylece Proserpina, doğurganlık ve bereketin tanrıçası olarak altı ay boyunca dünyaya bahar ve yazı getiriyor; baharın başlangıcı olan nisanda da anası Ceres’in acısının onuruna Cerelia festivali kutlanıyor. Şaka günü ile bağı nedir derseniz, onu da kızının sesini dinletip yanlış yönlendirmekten eğlenen Plüto’ya sormanız lazım çünkü şu hâlde olaylarla ilgili espri yapan bir tek o var.
Ma Belle France!
1 Nisan’ın kökenini Fransa’da yaşanan bir hadiseye dayandıran görüş, oldukça popüler. Fransızlar, bugünkü takvim düzenine geçilmeden önce, pek çok diğer toplumda olduğu gibi, yeni yılın gelişini bahar ile başlatıyor ve yılın ilk gününü de 25 Mart sayıyorlar. Bunu takip eden bir hafta boyunca çeşitli festivaller düzenliyor, yeni yılın gelişini kutluyorlar. 1 Nisan ise kutlamaların doruğa ulaştığı, karşılıklı hediyelerin dağıtıldığı bir gün olarak önem arz ediyor.
Sonra, 1564 yılında, yeni yılın ilk gününü 25 Mayıs yerine 1 Ocak olarak kabul eden bir takvim düzenlemesine geçiliyor. Fakat değişiklik yeni olduğu için, yeni düzenlemeyi unutan veya göz ardı eden kişiler olabileceği gibi; böyle kişilerin olabileceğini tahmin edip, fırsattan istifade küçük şakalar hazırlayanlar da çıkıyor. İşte bu ikinci gruptakiler, o yıl 1 Nisan’da resmi görünümlü resmi olmayan ziyaretlere gidiyorlar veya sevdiklerine şakalı hediyeler veriyorlar. Bir nevi hiçbir şeyden habersiz evinde oturan insanın kapısını çalıp, “Aa yeni yıla girdik, sen hâlâ oturuyor musun?” diyerek eğleniyorlar yani.
Sonrasında bu davranış da yeni bir geleneğe dönüşüyor ve 1 Nisan, insanların birbirine şakalar yaptığı, komik notlar ve hediyeler gönderdiği, böylece dalgın ve saf olanlarımızın da bir anlık faka bastırıldığı bir gün olarak varlığını sürdürüyor.
1 Nisanın kökeniyle ilgili görüşler, bunlarla sınırlı değil. Hz. İsa’nın daha önceden bildirdiği gibi, çarmıha gerilmeden önce maruz kaldığı alay, tahkir ve yargılanma sürecinin, bu geleneğin başlangıcını oluşturduğu da düşünülen köklerin arasında. Veya mart/nisan aylarında genelde hava koşullarının çok değişken oluşundan hareketle bu durumun nisan ayının insanları kandırdığı şeklinde yorumlandığını -bizdeki bir örnekle Mart kapıdan baktırır gibi- ve sonrasında da insanların eğlenmek amaçlı nisan ayında birbirlerine şakalar yaptıklarını söyleyenler de var. Öte yandan bir dönem internette popüler olan 1 Nisan’ın Endülüs’te Müslümanları katletmek için kullanılan hilelerden köken alıyor olduğu düşüncesinin ise zerrece dayanağı yok, en azından bunu söyleyebiliriz.
Kökü nerede olursa olsun; gülmek, eğlenmek ve bunları yapabilmek için araçlar üretmek her zaman elzem. Özellikle bunalımlı ve endişeli geçirdiğimiz şu günlerde hepinize bol şakalı, bol kahkahalı bir 1 Nisan dilerim, nicelerine gülerek erişmek üzere!
Kaynaklar
All Fools’ Day, April Fools’ Day, Endülüs Meselesi, İsa, Flood Myth, Mocking of Jesus, Nuh, Oldest Custom of the World, Tufan