Baştan açıklamakta fayda vardır belki de: Biz üçüncüsü geçtiğimiz haftasonu İstanbul Kongre Merkezi‘nde düzenlenmiş olan Gaming İstanbul‘un basın sponsoruyuz. Yani fuarı duyurmakla, fuarın medya iletişiminde yer almakla yükümlüyüz. Bu sponsorluk zaptırapt altında oluşturulmadığı için elbette bizim tarafta bir tercih söz konusu. Bu fuarın konseptini seviyoruz. Organizasyon ekibini tanıyoruz. Güzel bir ilişkimiz var.
Ancak başlıkta kurduğum cümlenin bunların hiçbiriyle bir alakası yok.
Memleketin özgür ifade ve norm dışı uğraşlar konusunda halihazırda yeterince boğucu olan havasına bir süredir bir sistem ve plan dahilinde kaldıramayacağı ölçüde karbondioksit pompalanıyor. Bu açık bir gerçek. Makbul medya çok uzun süredir hepimizin gözünün önüne ideal bir vatandaş, ideal bir söylem, ideal bir tutku seviyesi, ideal bir hayaller bütünü çiziyor. Uymayanlar hem ana akım, hem sosyal medyanın radarına takıldıkları an aforoz ediliyorlar. Kitleler ellerinde sabanları, bir sonraki aykırı olanı ateşe atmak için hazır bekliyorlar. Bu hazırda bekleme hepimize malum olduğu için eller duruyor. Diller susuyor. Gözler yere bakıyor.
Bu bir sıkışmışlık. Bir sıkışmışlık hissi doğuruyor. Çoğumuz makbullüğü bağıra çağıra anlatılan sınırların dışına düşen şeyleri kovalamaktan çekinir hâle geliyoruz. Çünkü daha da kötüsü, bu makbullük politik mertebede belirlenip halka sunulduğundan, dışına çıkmak, yani kendin olmak da politik bir protesto gibi, milli bir ihanet gibi algılanıyor. Bu verilen tepkiyi daha da agresif ve korkutucu yapıyor. Şairin de dediği gibi; anne tepkisi, baba korkusu, ağabey yargısı, mahalle baskısı, komşunun gözü, ebesinin… Hangisinden kaçmalı? Nerelere saklanmalı?
Halbuki bazı insanlar sadece garip olan şeyler yapmak istiyorlar kimseye zarar vermeden. İşin bu kısmında çok merhamet gösterilmiyor. Ve ben, şahsi olarak, çok da vatansever bir gururla; bu gösterilmeyen merhametin karşısında korkmadan kendisi olabilen, kendisi olduğunu dünya âleme duyurabilen insanlara yarın olmayacakmış gibi coşuyorum.
Şu insanların hemen hemen her biri gibi.
Fuar alanında gezerken, geçen senelere göre iyice artmış olan kalabalığa bakarken baş dönmesinden bayılacak gibi hissettim kendimi bir noktada. Artık fuarın demirbaşı hâline gelmiş cosplay emektarları, küçük çocuğunu muhtemelen kendisinin hiç anlamadığı bir dünyaya getirmiş olan anne babalar, işten ya da okuldan arta kalan vaktiyle yaptığı oyununu iki dirhem bir çekirdek standında tanıtan indie oyun yapımcıları, harçlığını gelip süper kahraman figürlerine yatıran gençler… Hepsi o kadar ilham vericiydi ki.
Herkesin bir sonrakine benzemek için özel bir gayret gösterdiği Harbiye sokaklarından, herkesin hiç kimseye benzemediği İstanbul Kongre Merkezi’ne girmek benim için ilham vericiydi. İnsanların tutkuları konusunda bu kadar özgürce coşkulu olmaları benim için ilham vericiydi. “Yapma”‘lar ve “Ayıp”‘lar arasında kalmadan video oyun gibi ya para, ya da delilikle yapılan bir şeyin üretimine kalkışan insanlar benim için ilham vericiydi. Kimseyi öteki etmeden ilgilerinin peşine düşen herkes benim için ilham vericiydi.
Fuar alanında gezerken bir Zatanna cosplay’ine denk geldim. Uzun süre önlü arkalı yürüdük. Ona baktım. Etrafına baktım. Cosplayer önüne, yanındakiler de sağlı sollu üzerlerine gelen ışıklara ve renklere bakıyordu. O cosplayer’ın sadece Gaming İstanbul’da bu şekilde giyinebileceğini, yanındakilerin bütün bunları sadece Gaming İstanbul’da görebileceğini düşündüm. Kendimi onların yerine koydum. Hepsinin, hepinizin. 361 gün aslında kendim istemediğim kıyafetleri giydiğimi, 361 gün aydınlığı kendine yetmeyen ampüllerin altında oturduğumu hayal ettim. 4 gün kalıyordu geriye. Perşembe’den Pazar’a. O dört günün kıymetini o perspektiften anlamaya çalıştm.
İşte o an, yukarıda geçen cümleye takıldı beynim. İyi ki Gaming İstanbul vardı. İyi ki siz orayı doldurdunuz.
Tutkularını korkmadan üretime ve heyecana dönüştüren herkese sevgilerle.