Harry Potter romanları onlarca muhteşem andan kurulu. Baştan çıkaran, akıl alan, dudakları en derin yerinden uçuran; tüyleri diken diken eden ve bazen geren, korkutan… Rowling ve onun Potter sonrası halet-i vaziyetiyle ilgili çok şeyler söylendi, büyük bir kısmı negatif olageldi ve biz de sinirlendik yeri geldiğinde. Ancak tüm her şeyin nihayetinde ortada duran bariz bir gerçek var. Rowling muhteşem an yazıyor.
Diyalogları geçin. Konu örgülerinden bahsetmiyoruz, ki onlarda da çok iyidir Rowling. Anlar. Harry’nin Malfoy ile süpürge dalaşı ettikten sonra azarlanmayı beklerken kendini bir anda okul takımında bulması. Düello ederken bir anda çataldili konuşması, herkesin huşusu. Grawp ile tanışmadan dönen Granger ve Potter‘ın uzaktan usul usul yaklaşan tezahüratları önce negatif sanmaları, sonra herkesin Ron için tezahürat yaptıklarını fark edişleri…
Harry Potter romanları onlarca muhteşem andan kurulu ve bunların en tepesinde duran, diğerlerinden biraz daha özel olan bir tanesi var. Ve bence biz onu yeterince övmüyoruz. Hadi bu durumu değiştirelim.
Hadi Harry’nin Zümrüdanka Yoldaşlığı‘nın finalinde Dumbledore’a avazı çıktığı kadar bağırmasını biraz güzelleyelim ya!
Zümrüdüanka Yoldaşlığı, ya da orijinal ismiyle Order of the Phoenix; 2003 yılında çıktı. Bu esnada Potter serisi zaten küresel bir şöhrete kavuşmuş, film uyarlamaları tüm dünyada vizyona girmeye başlamış, evlerdeki derme çatma PC’lerde EA’in yaptığı garip bir şekilde iyi olan oyunlar hunharca oynanmaktaydı. Tüm dünya Pottermania‘nın bir parçasıydı yani, bundan Türkiye de muaf değildi. Üstelik bizim beklenti ve hype’ımız iki taraflıydı. Bir yandan kitabı bekliyorduk… Bir yandan da Sevin Okyay’ın kitabı çevirmesini!
Kitap İngilizce olarak piyasaya sürüldükten sonra gazete küpürleri taranmaya başlandı. Nerede Potter dense bir grup aşırı hevesli gencin soluğu oradaydı. Milliyet Kardeş oyuncularla röportaj yapmış, öyle mi? Koşun raflara. Vatan gazetesi kitap ekinde haber mi vermiş? Gezdirin elden ele. İnternet daha çok yeni memlekette. İnternet kafeler ekseriyetle CS 1.6 oynamak için kullanılıyor hâlâ. Nerede bilgi varsa, oradan alıp getirmek sünnet değil, farz.
İşte bu bilgi kıtlığı döneminde Sevin Okyay‘ın röportaj vermesi ne kadar büyük nimetti, düşünün! Böylesi bir hayranlık besliyorsunuz, üstelik biliyorsunuz ki hayranlığınızın yüzde elli oranında müsebbibi direkt olarak Okyay. Gelecek, röportaj verecek, sizin okumak için kolunuzu vermeye hazır olduğunuz romandan detaylar anlatacak? Of, muhteşemdi fikri! Oldu da böyle bir röportaj. Sevin Okyay, beşinci kitap yayınlanmadan önce böyle mülakatlarda boy gösterdi. Ve bir tanesinde, benim bugüne bugün hâlâ unutamadığım o lafı söyledi:
“Bu kitapta Harry tam dayaklık.”
Niye olduğunu sorduklarında, Okyay’ın cevabı Rowling’in de söylediğini bildiklerimizle örtüşüyordu. Harry bu kitapta on beş yaşına girecekti. Hormonlar dalgalanıyor, kafalar karışıyordu. Üstelik şartlar zorlaşmış, etraf kararmıştı. Voldemort dönmüştü ya son kitapta! Anlayacağınız Harry ergenliğe giriyor, ergenliğe olabilecek en kötü koşullarda giriyor; Sevin Okyay da bu ergenliğiyle çıkış yaptığı yerleri “tam dayaklık” buluyordu.
Okyay’ın bu tespitine dair sorgulamalarımız yemin ediyorum kitabı alana kadar sürdü; çünkü Zümrüdanka Yoldaşlığı muhteşem boğucu bir açılışın hemen ardından Harry’yi dostlarıyla kavuşturuyor; Harry de tam bir dayaklık ergen gibi can yoldaşlarına bağırıp çağırmaya başlıyordu. Harry tüm yalnızlığını, tüm boğukluğunu, tüm kalp kırıklığını ve Cedric kollarında öldüğünden beri yaşadığı her türlü sıkkınlığı en yakınlarının üstüne kusuyordu.
Bu sahneyi okuyan herkes, Okyay’ın laflarını da anımsıyorsa, “Haa tamam lan” dedi. İşte Harry, işte ergenlik, işte dayaklık bir davranış biçimi; daha ne? Ancak bilmiyorduk tabii ki. Bu sahne, başka bir tanesne hazırlıktı.
Olaylar ilerledi. Harry tüm sene boyunca akla gelebilecek her türlü akran ve ergen zulmünü çekti. Harry; bir yandan odasında yatan adamla “Anama laf ettin lan” kıvamında gerginlikler yaşar, bir yandan kurgu tarihinin en pislik öğretmeniyle baş ederken, öte yandan da gece uykularında kilitli kapılar ve boğuk koridorlarla güreşti. En sonunda bu kapılar ve koridorların Sihir Bakanlığı‘nda olduğu anlaşıldı. Sonradan böyle bir şeyin olmadığı anlaşıldı. Her şey bir numaraydı. Harry aptaldı. Sirius o perdenin arkasına düştü.
Birileri geldi. Harry’yi kurtardılar. Zümrüdüanka Yoldaşlığı, bir eksik olarak Hogwarts’a geri döndü. Dumbledore Harry’yi ofisine çekti. Durumu anlattı. Neyin ne olduğunu söyledi. Her şeyin Kreacher’ın başının altından çıktığı anlaşıldı. Dumbledore “Belki Sirius başka şekilde davransaydı.” dedi…
Ve bir noktada Harry öyle bir patladı ki.
1000 küsur sayfa arkadaşlar. Bu noktada herkes o kitabın bin küsuruncu sayfasındaydı. Bütün sene boyunca Dumbledore it gibi, köpek gibi Harry’yi görmezden gelmişti. Bütün bu bin küsur sayfa boyunca Harry kendini lağım faresi gibi dışlanır, aşağılanır, eziyete uğrar, sevdiği şeylerden mahrum bırakılır bulmuştu ve Dumbledore hiçbir şey yapmıyor gözüküyordu. Bütün bu yaşanıp bitenlerin arasında tek ümit kolu Dumbledore’un Ordusu adında bir gruptu. Şimdi o Dumbledore böyle mi konuşuyordu?
Arkadaşlar Harry’nin oradaki patlayışı, benim hayatımda tanık olduğum en ulu edebiyat anlarından biriydi. Bütün birikmişlikle o bağırmaya başladı, Allah’ım, bizim içimiz boşaldı. Zaten Harry ergense, biz de ergeniz. Harry’ye koyan her şey bize de koymuş bu bin küsur sayfa hesabınca. Bağır Harry dedik, bağırdı. Bir iki paragraf değil, baya temiz dört beş sayfa bağırdı herhalde. Koskocaman harflerle, sağı solu kırarak.
Dumbledore sükünetini bozmadı.
En sonunda dedi ki, “Bağırıyorsun, kırıyorsun; ama esas olayı bilmiyorsun. Esas olayı bilsen, belki daha da çok bağıracaksın. Ama bilmen lazım. Bana birinci sınıfın sonunda bir şey sormuştun, hatırlıyor musun? Cevaplayamamıştım o zaman, ama şimdi hazırsın” dedi. Ya bunu dedi, ya buna benzer bir şey dedi. En nihayetinde o an, bütün Potter serisi pivot etti. Topuğunun üstünde 45 derece döndü. Başka bir yere bakmaya başladı.
Elbette o anın kilit parçalarından bir tanesi, kehanetin açığa çıkmış olması. Harry’nin “seçilmiş olan” olduğunu öğrenmiş olmamız. Ama bana soracak olursanız, o ana gelmeden önce Harry böylesine samimi bir şekilde boşalmış olmasa o anın içi bomboş, dımdızlak kalır. Çünkü Harry’nin dönüp harbe oturmadan önce, içinden atarak çözmesi gereken zehirleri vardır. Bu bakımdan, Okyay haklıdır. Harry gerçekten de dayaklık davranmıştır; hem Ron ve Hermione’ye, hem de Dumbledore’a.
Ama bu an, yine de Harry Potter külliyatının en muhteşem anlarından biridir.
Çünkü zaten hepimiz dayaklık değil miydik o satırları okurken?