“Evet” dedik FauxPlay olarak, “Oyunların son perdeleri, finalleri üzerine yazalım, final mefhumunu tartışalım” dedik. Hepimiz kafamızı salladık, onayladık. Nereden bilebilirdik bunun üzerine yazması en zor konumuz olacağını?
Kafamda finaller birbirini kovaladı. Bastion‘ın son şarkısı, Half-Life 2‘de her şeyin donduğu anda gelen uğultuya karıştı. Bir ara emekleyen bir Shepard gördüm, onun yanında da Tommy Vercetti vardı. Anlayacağınız, ortam çok karıştı. Bir anda etraftaki yüz seksen bin kapıdan fırlayan ik iyüz milyar Ajan Smith’le doldu beynim, hepsi de üst üste bindiler. Ama o Ajan Smith’lerin altında bir Neo vardı: Heavy Rain.
Benim ezelden beri düsturumdur: hikâyeleri anlamlı kılan benim için her zaman finalleri olmuştur. Dizileri de yirmi sezon karşıma koysan sonuna kadar izlerim, o mecburiyeti hissederim. Bu yüzden komalara girip, dizinin tüm karakterlerinden nefret eder hâle gelmişliğim de vardır ama o finale ulaşmazsam sanki bir anlamı yoktur gibi gelir. Hikâyesiz oyunların içinde yaratılan anılar bağımsız bu sohbetten. Civilization IV‘te tek bir tıkla müsebbibi olduğum cihan harbi, Journey’de arkamda bıraktığımı sandığım, sonra bulduğum yol dostum, Football Manager‘da uyumsuz, orta altı bir İspanyol takımını alıp Şampiyonlar Ligi finaline yürüyüşüm. Bunlardan söz etmiyorum. Bir oyun size bir hikâye anlatıyorsa, siz o hikâyeyi yazmıyor, sadece tecrübe ediyorsanız o zaman onun sonunun gelmesi gerekir. Ben böyle düşünüyorum.
Yolculuk ve varış noktaları
Bu uğurda bazı sonlar hayal kırıklığı oluyorlar tecrübe eden için. Bazıları bir “son” dahi olmuyorlar mesela. O tip oyunlarda yolculuğun kendisi ön plana çıkmak zorunda kalıyor, ya da en azından, küçük tatminlerle uğurlanıyoruz hikâyeden. Ama bazen, yolculuğun kendisinin kıymeti, sonda birikip bambaşka bir şeye evriliyor. Heavy Rain benim için böyleydi. Oyun hakkında kendimi tamamen medyada kapatmıştım. Bildiğim tek şey gösterilen o teknoloji demosuydu, sonra hiçbir video seyretmemiş, hiçbir ön inceleme okumamıştım. Dört ana karakter olduğunu, mevzunun bir seri katil olduğunu dahi bilmiyordum.
Oyunun başları işte bu yüzden bana çarpıcı geldi. Çünkü normal hayatımın neye evrileceğini bilmeden çoluğumla çocuğumla eğlendim. Sonradan kötü bir şey başıma gelir diye korkmadığımdan, o kötü şey başıma geldiğinde hakikaten korkar duruma düştüm. O korku oyun boyu kaldı benimle. Finale kadar her adımımı o korkuyla attım. “Çocuğumdan öte yaşam yok“tu, “zaten o da giderse hayatın bir anlamı kalmaz“dı. Son sahneye de bu hislerle geldim.
O DualShock elimde, kalp masajı yaptığım sahneyi unutamıyorum. Sixaxis’in hareket kontrolü bir tek o an mantıklı bir şekilde kullanıldı 7 senelik ömründe. Ama o an da çok mantıklıydı. Ellerime alıp kalbe baskı yaptıkça yaptım, yaptıkça yaptım. En sonunda, her şey sonlandığında kollarımdaki çocuktan küçük bir öğürme sesi geldi. Size yemin ediyorum, oyunculuk tarihimde duyduğum en güzel sesti.
Heavy Rain‘e çokça eleştiri getirmek mümkün. Hikâyesinde derin hatalar var, Ethan dışındaki karakterleri sevmek çok ciddi bir efor gerektiriyor ve tabii ki, kötü adamın kim olduğu gerçeği bir noktadan sonra ay gibi parlıyor. Ama bir noktada hakkını sevmeyenleri de teslim etmek zorunda; David Cage sürükleyici hikâyeler yaratabiliyor. Ben Heavy Rain’i tek oturuşta bitirdim. Sabah başına oturdum ve akşam Okan Bayülgen’in yayınlandığı saatlerde elimde DualShock, ağlamaklı bir suratla gözümün önünden geçen karelere bakıyordum. İşte bu sürükleyicilik ve sebepleriydi o finali önemli kılan.
Heavy Rain ufak kontrol şematikleriyle Ethan’ın yaptıklarını bize kendimiz yapıyormuşuz gibi hissettirdiği için; hikâyesinin yavaş başlangıcı bize kendimizi yalandan güvende hissettirdiği için, o anlatılan öykünün sürükleyiciliği için o final beni o hâle soktu. Çünkü o dakikaya kadar içine girdiğim karakterlerle yaptığım seçimlerin, verdiğim yanlış kararların, hataların bir kolajıydı son sahne. Son harcadığım dokuz saatin bir sonucuydu ve o son dokuz saatin bir özetiydi. Heavy Rain‘in finali bu yüzden özeldi.
En nihayetinde gerçekten bir final yapma cesareti göstermek bile oyun dünyasında alkışlanır bir hâlde, o yüzden de böyle söz ediyor olabiliriz. Ama onu da bırakalım, daha güzel yazılarda okuyun değil mi?
(Yazar burada dosyanın ileriki günlerde çıkacak yazılarına gönderme yapıyor)