Görmezden gelmenin giderek zorlaştığı iklim sorunlarından kafamızı biraz sıyırabilirsek, dört mevsim yaşayan bir coğrafyada, hangi mevsimin diğerini döveceğiyle ilgili çocukça kavgalarımızı bir kenara bırakmak konusunda hemfikir olabiliriz. Yine de hayatın pek çok alanında olduğu gibi, bu da öznel bir konu ve bazılarımız, bazı mevsimleri daha çok seviyoruz. İşin açığı kış, tecrübe ettiklerimin arasında en az sevdiğim mevsim ve gerçekten bir iklim krizi gündemimizde olmasaydı, asla gelmeyen bir kış mevsimiyle mutlu mesut yaşayabilirdim. Fakat Düny memleketinin iyiliği için yine yılın o zamanı, biraz geç de olsa gelmiş bulunuyor. Bizim gibi burnunun ucunu soğuktan korumak için kırk takla atıp, bacağına beş kat battaniye saranlara ise bu mevsimde de sevecek şeyler arayıp, teselli bulmak kalıyor.

Bazı şarkıların belirli zamanlarda kulak verildiğinde daha iyi gideceğine veya bazı kitapların okunması için belirli bir zamanı beklediğine inananlardansanız, bu yazı sizin için geliyor. Çünkü bir kış şiirini, evet, yazın da büyük bir sevgiyle okuyabiliriz fakat eğer kış mevsimine vardıysak, tüm yünlü patikler adına, onunla ilgili duygularımız daha yoğun olacaktır. Biliyorum, çoğu yere kış çoktan geldi ama benim soğuk havalarla ilgili züğürt tesellisi arayışım, yaşadığım yerde ancak başladı. O zaman daha fazla uzatmadan, sizleri, ne zaman kış gelse ziyaret etmeyi boynumun borcu gibi hissettiğim şu beş şiire davet ediyorum.

Elif

İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif Elif diye.

Karacaoğlan

Hepinizin çok iyi bildiğine inandığım bu güzel şiirle yapıyorum açılışı. Hiçbir şey olmasa, içerisinde geçen “elif”lerin on dört kere vurguladığı üzere, Karacaoğlan’a ait olduğu düşünülüyor şiirin. Hangi Karacaoğlan derseniz, orasını ben de tam bilmiyorum.

Bazen meşhur Karacaoğlan’ın meşhur Elif’ine söylendiği düşünülen, çokça da tasavvufta kendisine yer bulan bu şiir, öyle veya böyle, eski bir aşkı anlatıyor. Ben ne zaman bu şiirle karşılaşsam, Elif’i hep küçük bir çocuk gibi hayal ederim ki gerçekten öyle de olabilir ama bu başka bir zamanın, sinir bozacak konusu. Tarihlerce eski bir aşkı anlatmasıyla bu şiiri, herhangi bir zamanda okuyabiliriz elbette, öbür türlüsü olsaydı yüzyıllardır hafızamızda kalmazdı. Ama karlı günlerin en başında, hani ince ince yağarken, ilk dizeden alıp devam ettirmek daha bir hoş değil mi sizce de?

Şiirin güftelik ettiği birçok şarkı var, benim naçizane tercihim İncesaz fakat biraz daha coşkulu olmak isterseniz Badem’den yahut başka herhangi bir sanatçıdan da dinleyebilirsiniz. Yani, şiiri okurken bir yandan da mırıldanma şansınız olur hem.

Elhân-ı Şita

Kültür Bakanlığı Yayınları’nın Türk Büyükleri Dizisi’nden çıkan İnci Enginün editörlüğündeki kitabın kapağıdır, örnek teşkil etmesi amacıyla alınmıştır.


Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi…

Cenap Şahabettin

Bakın, gelin, anlaşalım. Türkçe şiirler arasında kış ile ilgili bir şeyden bahsediyorsak, Elhân-ı Şita burada olmak zorunda. Daha önce kaç kere, nerede örnek verildiği de; bugünün Türkçesi ile konuşurken, anlamak için ne kadar çaba harcayacağımız da konudan bağımsız. Şiirde başından sonuna kış mevsimi tasvir ediliyor ve sadece bu şiirden yola çıkarak, bir kışın resmini çizebilirsiniz. Üzerine bir de bu resim, sanki soğuk ve karanlık kışa değil de güneşli güzel günlere benzer çıkabilir, hüzünden gelen mutluluk hissi vardır ya, tam olarak o. Kısaca bu listede, her kış şiiri listesinde olduğu gibi, elli beş bin seksen ikinci kez Elhân-ı Şita gördüğünüz için bana kızmayın. Birine kızacaksanız gidin, Cenap Şahabettin’e kızın, bu denli bir şiir yazmasaymış.

Bazen Kış Nağmeleri, bazen de Kış Ezgileri şeklinde günümüze aktarılan Elhân-ı Şita, hem Cenap Şahabettin’in döneminin hem de meylettiği tarzının bir özelliği olarak, kendi başına bir şarkı gibi. Şapkalı harfleri uzatarak şöyle bir sesli okuyun, göreceksiniz. Buraya metinlerin tamamını alamayacağım için tercihimi, soğuk ve karanlık aylarda en çok ümide ihtiyacımız olduğunu düşündüğümden, şiirin son kısmından yana kullandım:

Karlar, melekler âleminin bahçelerinin çiçekleridir / Ey semânın eli, kara toprak üzerine dök / Ey semânın eli, ey cömert el, kışın eli, dök / Bahar çiçeklerinin yerine beyaz karı / Kuşların ezgilerinin yerine, ümit sessizliğini…”  

Spellbound

The night is darkening round me,
The wild winds coldly blow;
But a tyrant spell has bound me
And I cannot, cannot go.
The giant trees are bending
Their bare boughs weighed with snow.
And the storm is fast descending,
And yet I cannot go.
Clouds beyond clouds above me,
Wastes beyond wastes below;
But nothing drear can move me;
I will not, cannot go.

Emily Brontë

Haydi, Cenap Şahabettin’in arkasından Emily Brontë koyalım da dilimiz iyice dolansın. Biraz da gittikçe ve gereksizce kronolojik sıralanan bu listeyi, yol yakınken engellemiş olalım. Her ne kadar Brontë’nin söz konusu şiiri, Elhân-ı Şita’dan daha önce yazılmış olsa da Spellbound’u Elhân-ı Şita’dan daha rahat anlayabileceğimizi düşünüyorum. Bu da bu çağımızın gereği olsun, ne yapalım. Bu sefer metni koydum, neresinden ayırsak olmaz, minicik.

Sizin çevrenizde de böyle kışın ilk kar düştüğünde sevinen, kıpır kıpır olan insanlar vardır mutlaka, belki de sizsinizdir o insanlardan biri. Belki beyaz renginden belki havayı biraz ısıttığından belki de “Artık kötüsü bitti” dendiğindendir bilmiyorum, böyle bir etkisi var kar yağışının. Emily Brontë’nin bu şiiri, tam aksi insanlara geliyor sanki bencileyin, kışın kuluçkaya yatanlara. E zaten kış, biraz da şiirdeki gibi çoğu zaman; karanlık, soğuk, her yerden esen bir rüzgâr var. İnce bir sitem eşliğinde, bir zalim büyüye tutuldum efendim; kıpırdamıyorum, kıpırdayamam, kıpırdamayacağım.

Kar Yangını


Belki bir söz yığını, yıllar var konuşulmamış,
Çıkarlar kar yangını her biri duyduğu yerden,
Yüzleri, saçlarıyla, bir de gözbebekleri,
Asılırlar boşluğa çocuksu seslerinden,
Birtakım dünyalarla önce ve güzel
Kış güneşi, sarmaşık, kim ne anlıyor sanki ölümden?

Edip Cansever

Hafiften kıpırtısızlıktan bahsedip efkarlanmaya başlamışken, Edip Cansever ile devam edelim. Şiir, “Neden bu kadar kar, bu kadar yıl, bu kadar yağış?” şeklinde başlıyor aslında, bu açıdan ilk dizeler kışın ümitsizliğine ve listenin de temasına daha uygun olabilirdi ancak neylersin, bu kısmını daha çok seviyorum. “Kar Yangını” kelimelerinin yan yana gelişi üzerine sayfalarca konuşulabilir –mutlaka da bir yerlerde konuşulmuştur- o yüzden çok uzatmıyorum. Kim ne anlıyor sahi ölümden?

Hasretinden Prangalar Eskittim


Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylım bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
….

Ahmed Arif

Listeyi Hasretinden Prangalar Eskittim ile başlatmadım ama kimseyi kandırmayacağım, kışın gelmesini tek bir minicik sebeple bekliyorsam, o da bütün gün kimseye olduğumdan fazla anormal gözükmeden bu şiiri mırıldanabilmek içindir. Hem bir kışın hikâyesi bu şiir hem de bir esaretin, kullandığı kelimelerin hepsi de birbirini bu iki anlamla tamamlıyor; zemheri, zindan, uyku, gece… Gece demişken, Karacaoğlan’ın Elif’i gibi, Arif’in meşhur Leyli’si de gene burada ama o da başka bir zamanın konusu.

Büyük şehirlerde henüz tutamadan sulaşan karın değil, daha hoyrat bir zemherinin şiiri bu, görüyorsunuz. Fakat elimizde bu kadar kar var, biz de ona okuyacağız. Peşine de hem aynı isimli kitabındaki hem de çoğu uyarlamasındaki sırayla Adiloş Bebe’nin Ninnisi’nden eklersek, tadından yenmeyecek: “Zemheri de uzadıkça uzadı / Seni, baharmışın gibi düşünüyorum.

Yine bir ümitle bitirdik işte.

Elbette daha bir sürü şiir var kışın, kar yağarken okunabilecek, muhtemelen bu listedekilerden güzel. Kendi kış günlerimde eski bir dost bildiğim beş tanesini paylaştım; sizler de kendinizinkileri yazarsanız, listeyi, bahara ulaşacak şekilde uzatmış oluruz. O vakte kadar sanırım, yorganın altında bunları okurken, “İmdat yine mi kar?” figanıyla Cezayir Menekşesi dinliyor olacağım.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.