Yemek yiyip su içmek kadar sıkça yaptığımız bir eylem olan dedikodudan, tam da az önceki miktar belirtecini doğrulayacak şekilde, internetin gözleri Johnny Depp ve Amber Heard davasına çevrilmişken bahsettiğim dosya yazılarımın sonuncusunu; dedikodu yapmadığını, dedikodunun iyi bir şey olduğuna inanmadığını, dedikodudan hoşlanmadığını ve dedikoduyla ilgilenmediğini söyleyenler için yazıyorum. Çünkü neredeyse toplu yaşamın başlangıcından beri gelmiş geçmiş en popüler iletişim biçimi olması bir kenara dursun, bizler onun iyi mi kötü mü olduğu gibi etik sorularla uğraşırken dedikodu, aslında, arkasında birçok başka işlev de taşıyor.
Bugün ise dosya serimiz için dedikoduyla ilgili son bir bakış açısına giriş yapacağım ve gülmeyi, güldürmeyi seviyorsanız dedikoduyu da sevdiğinizi savunacağım. Gülmek ve güldürmekten kastım mizah elbette, problem cümlem ise “Her şakanın bir dedikodu olduğu” olacak.
Mizahın ne olduğu, ne işe yaradığı ve bu iki sorunun ardından gelen gülme eyleminin nasıl, neye göre gerçekleştiği konusunda çok fazla teori var. Elimden geldiğince onları, şu yazıyla başlayan bir dosyada toparlamıştım. Yazının kapsamını aşmamak açısından eklemeler yapılabilecek olsa da kimsenin karşı çıkmayacağı, genel bir tanım seçelim ve mizaha, “Kişi, olay, durum ve düşüncelerin güldürücü yönünü ortaya çıkartmaya yönelik bir anlatım tarzı” diyelim
Güldürücü burada “üstünlük taslayıcı”, “küçük düşürücü”, “zıtlıkları gösterici”, “çatışma çıkarıcı”, “eleştirici”, “şaşırtıcı” veya “rahatlatıcı” demek olabilir. Birisiyle alay edilmesi söz konusuysa bir üstünlüğe gülüyoruz demektir mesela. Kedilerin, köpeklerin şapşallıklarına gülüyorsak onların küçük düşmesi bizi güldürmüştür çünkü bizden daha az akıllı davranmışlardır. Ortada bir ironi varsa bu, en temelde eleştiriye güldüğümüz anlamına gelir. Yerel söz kalıbının resmî bir ortamda kullanılmasına gülüyorsak veya bir yetişkinden bebek sesi çıkıyorsa bu, belirli bir zıtlığı gösterdiği için bizi şaşırtır, komikleşir. Sonra müstehcenlik, küfür kullanımı veya toplum içinde gaz çıkartma gibi şeyler de var güldüğümüz, bunlar da normal karşılanmayan eylemlerin meşrulaşmasını sağlıyorlar, onları üzerine konuşulabilir hâle getiriliyorlar ve bu da hâliyle rahatlatıcı olduğu için güldürücü de oluyor.
Dedikodunun ne olduğu ve ne işe yaradığıyla ilgili de bir sürü teori var. Biz yine bu yazının kapsamını aşmamak açısından, eklemeler yapılabilecek olsa da kimsenin karşı çıkmayacağı, genel bir tanım seçelim ve dedikoduya, “Başkalarının kişisel ve özel konuları hakkında yapılan konuşmalardır” diyelim. Buradan anlaşıldığı üzere dedikodunun yapılabilmesi için bize en az ikisi konuşma hâlinde bulunan üç kişi gerekiyor, başka da şartımız yok. O zaman dedikoduyu konuşmadan ayıran ana ayırıcı özelliğin “konuşmanın içeriği” olması gerekiyor; “başkalarının kişisel ve özel konuları”nı konuşuyorsak burada bir dedikodudan söz ediyoruz.
İşte bu “kişisel ve özel konu” dediğimiz şey, dedikoduyu yaratan şey oluyor. Ki mizah da malzemesini, birebir buradan alıyor. Ama yine de bağlantıyı kurmak için bir bileşenimiz eksik gibi, ne dersiniz? Telefonda annemle konuşurken “Geçen hafta arkadaşım nişanlandı” cümlesini kuruyorum; bu cümle bir başkasının kişisel hayatıyla ilgili özel bir konu ve arkadaşım da o an yanımızda bulunmuyor. Yine de kimsenin buna bir dedikodu diyeceğini zannetmiyorum. Aynı cümleyi “Geçen hafta arkadaşım, üç kere ayrılıp barıştığı sevgilisiyle nişanlandı” şeklinde kurarsam, burada aldığım tepkiye dair bir değişiklik olacaktır. Doğru olup olmadığından bağımsız şekilde aynı anlatıya, üzerine kafa yorulabilecek, tartışmalı bir konu eklemiş oluyorum. Benzer şekilde önceki gece kedimin, pencereden giren bir kelebeği yakalamış olması hiçbirinizin umurunda olmayacak, bu da ayağı kişisel bir olay. Ama önceki gece, yürümekte zorlanan on kiloluk kedimin, kafasını masaya iki kere çarpmak suretiyle pencereden giren bir kelebeği yakaladığını söylersem, konu biraz daha ilgi çekici hâle gelecek.
Eksiğimizi de tespit ediyoruz böylece; başkalarının kişisel ve özel konuları hakkında, belirli bir şekilde yapılan konuşmalara dedikodu diyoruz. Dinlediğiniz her dedikoduda, onu sıradan bir bilgi paylaşımından çıkartacak bir şey var. Bu şey size üstün olduğunuzu hissettirebilir, sizi rahatlatabilir, eğlendirebilir veya şaşırtabilir. Mizahı oluşturan aynı unsurlardan bahsediyoruz. Dedikodu ve mizah, birbirlerinden çokça besleniyorlar.
Hem mizah hem de dedikodu, iletişimin elzem bir unsuru. Her ikisi de insanlar arasındaki ilişkileri çeşitli açılardan güçlendirmek için kullanılıyorlar çünkü her ikisini de kendi kendimize yapmıyoruz. Her ikisi de herhangi bir konudaki belirli bir bilginin paylaşımına dayanıyorlar çünkü bir şaka yapılmadan önce mutlaka bir “set-up” gerekiyor veya bir dedikodu yapılırken dedikoduya konu olan şey hakkında arka plan sunuluyor. Yine ikisi de genellikle ciddi ortamlarda veya herkese açık bir tartışmada dile getirilemeyecek konuları içeriyorlar ve böylece bu konular, tartışılabilir hâle geliyor. Dedikodu da mizah da çoğunlukla içinde insanları şaşırtacak bir bilgi barındırıyor, sırtını buna yaslıyor. Her ikisi de içerisinde, ana amaç bu olmasa da hakaret, aşağılama barındırabiliyor ve bu yüzden de bazı kesimlerden büyük tepki çekebiliyor.
Aralarındaki tek fark, dedikodunun çoğu durumda daha ciddi bir müessese olması çünkü neticesinde güldürüye yol açabilse de ana amacı güldürmek değil. Yapılan bir şakadan -eğer varsa- uzun vadede incinen taraf, genelde şakayı yapan olurken dedikoduda bu, hakkında dedikodu yapılan kişi oluyor. Nitekim önermemiz de bu ayrımı gözeterek çok farklı bir yere göndermeyecek bizi: Her dedikodu bir şaka olmayabilir ancak her şaka bir dedikodudur.
Tam bu noktada “Her şakanın altında bir gerçek yatar“, sözünün kulaklarınıza geldiğini duyar gibiyim. Elbette. Her şakanın altında, belirli bir yönünü ortaya çıkartmak için yeniden kurgulanmış bir gerçek, yani bir dedikodu yatar.