Bir fantastik eseri elinize aldığınız zaman, sayfaların arasından bir müzik sesi duymayı hiç beklemezsiniz değil mi? Ama bazen bir kitabı alırsınız ve içeriden bir müzik sesi yükseldiğine şahit olursunuz. Şimdiden Kral Katili Güncesi’ni övmeye başlayacağımı düşünebilirsiniz ama hayır, ben bugün Silmarillion’u övmek için buradayım. Tamam, kabul ediyorum Kral Katili de öveceğim tabi ki, belki biraz da Zaman Çarkı...
Bana göre Tolkien’in, Yüzüklerin Efendisi’nden bile daha büyük eseri olan Silmarillion, en kısa özetiyle Orta Dünya’nın nasıl yoktan var olduğunu; elflerin, insanların ve cücelerin nasıl yaratıldığını ve Orta Dünya’da Sauron’un dehşeti hüküm sürmeden önce hangi kötülüklerin dünyada kol gezdiğini anlatır. Ama Orta Dünya gibi detaylı bir dünyanın yaratılışı nasıl anlatılabilir? Hangi sözcükler bir evrenin yoktan var olmasını bir insan gücüyle tahayyül edebilir? Beyaz bir sayfa üzerine atacağınız hangi paragraf, kendisinden sonra binlerce sayfa sürecek bir külliyatın yaratımını açıklayabilir?
“Önce Eru vardı, Tek Olan, Arda’da Ilúvatar diye isimlendirilen; ve ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur’u, Kutsal Olanlar’ı yarattı ve onlar, hiçbir şey yaratılmadan önce onunlaydılar. Müziğin temalarını oluşturarak onlarla konuştu; ve onlar Eru’nun huzurunda şarkı söylediler ve o mutlu oldu. Uzun bir süre boyunca her biri sadece kendi başına ya da birkaçı bir arada şarkı söylerken geri kalanı dinledi; çünkü her biri, Ilúvatar’ın düşüncelerinin sadece kendi doğdukları kısmını kavramıştı, zamanla birbirlerini anlayışları gelişti, ama yavaş yavaş. Yine de dinledikçe daha derinden anlamaya başladılar, birlik ve uyum çoğaldı.”
Hani her seferinde fırsat buldukça Tolkien övüyoruz ya, inanın sadece şu paragraf bile bunun nedenini açıklamaya yeter. İnsanlar yazı yazarken zor olan şeyin karmaşık şeyleri yazmak olduğunu düşünse de aslında zor olan karmaşık bir konuyu oldukça basit tutmaktır. Kendisinden sonra bir külliyat başlatacak koskocaman bir evrenin yaratılışını sadece bir paragraf ile anlatmak her ne kadar basit görünse de çok büyük bir dehanın varlığının kanıtıdır.
Silmarillion yaratılırken evrenin merkezine müziği koyan Tolkien daha sonra anlattığı bütün hikayeleri bu müziğin etrafında döndürmüştür. Beren, Lúthien’in dans edip şarkı söylemesi için müzik yapmıştır; Thorin, Boromir ve Gandalf için ağıtlar yakılmış, yas tutulmuştur. Tolkien’in evreni devam ettikçe müzik de onla beraber devam etmiştir.
Tolkien’den yıllar sonra Patrick Rothfuss adlı bir adam da aynı Tolkien gibi hikayesinin merkezine müziği oturtur ve Kvothe’nin acılarını, sevinçlerini aşklarını müzikle anlatır. Kvothe kötü bir olay yaşadığı zaman diğer hikaye kahramanlarından farklı olarak lavtasını eline alır ve elleri kanayana kadar, yorgunluktan uyuya kalana kadar çalar. Bazen mecburi olarak girdiği bir yol arkadaşlığında lavta çalar ve yanlışlıkla herkesin onun acı dolu hikayesine şahit olmasına neden olur. Hatta hayatının aşkını bile müzik ile bulur.
“Sonra içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim ve müzik dalga dalga sessizliğe akar oldu. Parmaklarım dansa başladı; karmaşık ve anlık hareketlerle ateşimizin yarattığı ışıktan halkayı örümcek ağına benzer incecik bir ezgiyle doldurdu. Müzik hafifçe verilen bir soluk misali bu ağı titretiyor, bir yaprağın döne döne ağaçtan düşmesi gibi değişiyordu. Tarbean’ın Suyanı’nda geçirdiğim o üç seneyi, içimi dolduran boşluğu, soğuktan titreyen ellerimi anlatıyordum âdeta.”
Kvothe, Denna’yı ne zaman anlatmaya başlasa hem Bast hem de okuyucular onun abarttığını düşünür. Evrende Kvothe için daha uygun, Denna’dan çok daha iyi bir sürü kadın olduğunu iddia ederler. Oysa Denna, Kvothe için tamamlanmamış bir şarkı kadar güzeldir. Bir handa, Kvothe kimsenin bilmediği bir şarkıyı söylerken ona eşlik edecek tek sestir Denna. “Benim için bir insan, hattâ bir ses bile değildi” der Kvothe onun hakkında, “o, yalnızca ve yalnızca içimde yanan şarkının bir parçasıydı.” Sör Savien için Aloise neyse, Kvothe için Denna odur.
Patrick Rothfuss ne zaman Kvothe’nin hikayesini anlatmaya başlasa bir müzik sesi duyulur. Bu müzik bazen insanın gözlerini yaşartacak kadar acı dolu, bazen de sizi gülümsetecek kadar neşeli olur. Ursula Le Guin’in de dediği gibi “Patrick Rothfuss, bu muazzam hikâyede nereye giderse gitsin iyi bir şarkıyı taşıması gibi bizi de yanında götürüyor.”
Aslında verdiğim bu iki güçlü örnek kadar olmasa da Zaman Çarkı’ndan da bahsetmezsem haksızlık etmişim gibi olacak. Her ne kadar Zaman Çarkı, Silmarillion ve Kral Katili Güncesi gibi evrenlerini bir müziğin etrafında kurmasalar da öyle küçük bir anekdot vardı ki seride müziğe dair, hatırlayınca bu yazıya dahil etmem gerektiğini hissediyorum.
“Ateşimizin başına hoş geldiniz.” dedi Mehdi, “Şarkıyı biliyor musunuz?” Elyas aynı şekilde eğildi ve ellerini göğsüne bastırdı. “Ateşlerinizin etimi ısıttığı gibi, Mehdi, karşılamanız ruhumu ısıtıyor, ama şarkıyı bilmiyorum.”
“O zaman aramaya devam edeceğiz,” dedi gri saçlı adam. “Eskiden olduğu gibi ve hatırladığımız, arayıp bulmadığımız sürece bundan sonra olacağı gibi.”
Zaman Çarkı serisinde hak ettiklerinden çok daha az bahsedilen ama yine de benim gönlümü kazanan Tenekeciler, dünyanın kırılışından itibaren kaybettikleri bir şarkıyı arayarak hayatlarını göçebe olarak geçirirler. Birisi onlara saldırdığında bile ellerine silah almayı reddeden bu topluluk, eğer şarkıyı bulabilirlerse dünyanın yeniden cennete döneceklerine inanırlar. İşin daha da garibi, aradıkları şarkının ne olduğunu hiçbiri bilmezler ama şarkıyı bulduklarında anlayacaklarını söylerler. Böylece tam üç bin yıldır atalarının yaptıkları gibi müziğin peşinden diyar diyar gezer ve dünyayı barışçıl çabalarıyla yeniden iyi bir yer haline getirmeye çalışırlar.
Başlangıçta söylediğim gibi bu kitapların hiçbirini okumaya başlarken bir müziğin evren yaratılmasında araç olarak kullanılacağının, bir kadına karşı en yoğun duygunun bir müzik olacağının ve belki de dünyayı bir şarkının kurtaracağından bihaberdim. Şimdi baktığımda ise bu kadar bariz bir gerçeğin nasıl gözümden kaçtığını düşünüyorum.
Bir duyguyu evrensel olarak en güzel anlatan araç müzik değil midir? Bir elfin ağıtına ağlamaz mı bir insan? Ya da iyi bir şarkı duyduğunda kim dünyanın düzeleceğine inanmaz? Hiç sevdiğini bir şarkıda bulmayan biri yaşamış mıdır dünyada? O halde bir kitabı okurken, yazarın dilden dile çevrilirken anlamı kaybolacak cümleler kurmak yerine dünyanın her yerinde aynı duyguları uyandıracak bir şarkı üzerinden hikayesini anlatması çok daha akıllıca değildir de nedir?