Biliyorum, bazı günler diğerlerinden daha az güneşli gibi geliyor. Her zamanki kahvaltın daha az lezzetli, her zamanki kahven ya da çayın daha az sıcak ve her zamanki yolun daha uzun. Böyle zamanlarda yapılacak çok fazla şey kalmıyor insana. Hem moralinizi bir nebze düzeltecek bir neden arıyorsunuz hem de etrafınızdaki her şey fazla fazla neşeli geliyor sana. Böyle durumlarda hareketli müzik dinleyecek halin de yok. Ama hiç üzülme, biz varız. Senin için ara sıra da olsa güzel çalma listeleri yaparız. Bugün de yaptık ve adını Perseverantia koyduk.

Aslında bilmediğin çok az şarkı var bu çalma listesinde, bununla gurur duymuyorum şahsen. Fakat önemli olan bunları aynı çalma listesinde bir araya getirmek galiba. En azından ben öyle sanıyorum. Yine de bu seferlik beni mazur göreceğini umuyorum.

Ne zaman birinin morali bozuk olsa ilk Gary Moore alıyor gitarı eline. Yavaş yavaş çalarak yaklaşıyor insanın yanına ve derdimizi anladığını söyleyerek “Still Got the Blues” diyor bize. O anlattıkça biz de anlatıyoruz, ne var ne yoksa döküyoruz içimizde. Tutmayan planları, gerçekleşmeyen aşkları, geçilmeyen dersleri, alınmayan zamları ve daha nicesini anlatıyoruz. Anlatıyoruz da öyle olmuyor işte.

Biliyorum, bir kez eline düşünce bırakmaz bu kasvet insanı. Biz yine olduramadıklarımızı anlataduralım, çok uzun zamandır sessiz olan bir grup ıslık çalarak giriyor muhabbetimize ve aslında bu çalma listesine adını veren bir şarkıyla sesleniyor “Patience” diyor, sadece birazcık daha. Daha sonra ise kulaklarımıza çok daha tanıdık bir ses çalınıyor. Pentagram, ” Sanırsın yalnızlık tek dostun, aldanırsın” diyerek aslında ne kadar yanlış düşüncelere daldığımızı bir kez daha vurguluyor.

Artık bu çalma listesinden mutsuz ayrılmayacağını anlamışsındır. Önce Eddie Gale birkaç damla göz yaşımıza ithafen “The Rain” diyor, Scorpion omzumuza elini atıp “Follow Your Heart” diyerek nasihat veriyor, Queen de tüm yüce gönüllülüğüyle bizden bahsederek “Friends Will Be Friends” deyip, yalnız olmadığının altını çiziyor. Sonuçta şarkılar ve arkadaşlar ne için var, öyle değil mi?

Eğer haddimizi aşmazsam ben de hem The Beach Boys hem de Oasis’in elinden mikrofonları elime alarak sana doğru önce: “God only knows what I’d be without you”, daha sonra da “You’re my wonderwall” şarkılarını söylüyorum. Belki biraz abartılı geliyor sana ama düşünsene; sen olmasan benim bu yazıyı yazmamın, şarkı listesi yapmamın ne anlamı var?

Bu noktadan sonra ise artık senin diyeceğin tek bir şey kalıyor ve “I’ll be good” şarkısını mırıldanarak yavaşça doğruluyorsun oturduğun yerden. Belki kahkaha atmıyorsun ama rahatsın artık, yüzünde hüzünlü de olsa bir gülümseme var. Ne olursa olsun burada olacağımızı biliyorsun çünkü. Ve senin için şarkılarımızın olduğunu da…

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.