Bir zamanlar Sierra Entertainment vardı.
King’s Quest, Space Quest, Leisure Suit Larry, Gabriel Knight, Phantasmagoria… Bir zamanlar Sierra Entertainment kraldı. Hiçbirini anlamadığımız bir milyar iş anlaşmasından sonra Sierra; Vivendi, Universal, Canal+, Activision gibi markaların arasında bir yerde sıkıştı, koptu ve yok oldu. 1990’ların sonu, 2000’lerin başı Sierra’nın son iyi yıllarıydı ve son iyi yılında, yani 350 kişinin işten çıkarıldığı 2004’ün öncesindeki yılda The Hobbit‘i kitabından uyarlayıp piyasaya sürdü Sierra. O yüzden bu yazı, Hobbit‘e olduğu kadar, Sierra‘ya da duyulan bir aşkla yazılmıştır. Uyarısı yapılmalıdır.
Hobbit‘i Yüzüklerin Efendisi‘nden ayrı kılan şey; muhtemelen Peter Jackson‘ın anlamamakla şu sıralar bolca suçlandığı şeyle aynı: Hobbit bir peri masalı, Yüzüklerin Efendisi ise bir destan. Gılgamış’la Kırmızı Başlıklı Kız’ı aynı yorumla uyarlamak gibi bir şey ikisinden de aynı beyaz perde performansını beklemek. Fakat burada bir nüans var. Destanların kendileri oyun dünyasına kolay adapte edilebilirler, bunu defalarca gördük. Bazı orijinal fikri mülklere de destan yakıştırması gayet yapılabilir. Fakat söz konusu peri masalları olduğunda, video oyunları doğal alanlarına daha yakın davranma özgürlüğünü elde ederler. Hobbit bu özgürlüğün içerisinde sivriliyor. Oynanış mekaniklerinin hiçbirini açıklaması gerekmiyor, baştan oturttuğu bağlam hiçbir mantık çerçevesini tanımıyor. Bu bir masal. Etrafta topladığınız coinler, öylece duran sandıklar, yeni güçler veren yazıtların mantıklı bir açıklaması yok.
Bu modern oyunlara alıştıysanız abes gelebilir; zira artık oyunlar kendilerini açıklamak için derbeder oluyor. Assassin’s Creed‘in “oyun değilim, Animus’um ben!” derdi, Deus Ex‘in “level atlamıyorsun, yeni augment alıyorsun!” muhabbeti Hobbit’e uzak kavramlar. Oyun oraya bir platform, platformun üzerine iki elmas, elmasların ötesine de bir sarmaşık koyuyor. Sen eğleniyorsan, oyunun onu oraya koymamak için bir sebebi yok.
Bu peri masalı mantığı Hobbit‘e çok yakışmakla beraber, fena halde Nintendo kokuyor. Daha doğrusu, sadece Nintendo değil, eski kokuyor bir şekilde. Hobbit pekala Nintendo 64‘e de çıkmış bir oyun olabilirmiş. Crash Bandicoot, Spyro the Dragon, The Legend of Zelda, Conker, Banjo Kazooie gibi oyunların direkt varisi olduğunu söylemek mümkün. Hobbit‘te, aynen bu oyunlarda olduğu gibi her şey oynanışa hizmet ediyor. Müzik, hikâye ve grafikler sadece masanın üç ayağı, ana yemek onlar değil. Onlardan tat almanız beklenmiyor. Sizi bilmiyorum, ama ben kendimi devamlı oyuna geri dönmeyi arzularken buldum. Oyunun teklediği tonlarca yer var, üstelik zorlaştığı yerlerde kendini açıklamak için çok da az çaba sarfediyor. Ama yine de, oynanışın bu denli ön plana çıkartılması, parlamasına sebep oluyor.
Hobbit‘i oynarken elinizde bir zaman kapsülünü tuttuğunuzu fark ediyorsunuz. İşin garibi oyun bu noktada bir amaca daha hizmet ediyor. Peter Jackson’ın aksine, Sierra oyunu geliştirirken kitaba ölesiye bağlı kalmış. Oyunun yapılma kararının işbilir yöneticiler tarafından, kuşkusuz o sıralar hızını almakta olan Yüzüklerin Efendisi deliliğinden pay kapmak için alındığı ortada, ama yine de görsel olarak filmlerle pek bir şey paylaşmıyor. Gandalf ve Shire az çok filmlerde gözüktüğü gibi gözüküyorlar, ama yeterince ayrışmış vaziyetteler. Bazen de oyun Gollum‘da olduğu gibi çizginin tamamen dışına çıkıyor.
Hemen hemen her şey, Yüzüklerin Efendisi filmlerinin “destansı” atmosferini gerektiği yerlerde muhafaza edip, gerekmediği çoğu yerde de peri masalı atmosferine çevirmek için, kasten tasarlanmış. Buna oyunun müziklerinden daha iyi bir örnek düşünemiyorum. Bol yaylı Howard Shore kompozisyonlarının yerini Hobbit‘te bazen telli, bolca ise üflemeli çalgılarla oluşturulan besteler alıyor. Bu çok garip bir karar, ama çok da isabetli bir karar. Bir anda görselliğiyle, müzikal kimliğiyle, oynanışının ima ettiği şeylerle kendisini hesapta pay kapmaya çalıştığı eserden ayrıştıran bir oyunla karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz, bu da açıkçası, dürüst olalım, oyuna olan saygımızın bir sıfır öne geçmesine sebep oluyor.
Oynar mısınız Hobbit‘i? Bilemem. 2000’lerin başları hala oyunların ya direkt olarak PC için geliştirildiği, ya da konsola yapılıp, tutarsa PC’ye “port” edildiği yıllardı, o yüzden bu sürümde de sıkıntılar var. Oyunun zorluk derecesi de yer yer eski kafa “atacağım şu gamepad’i ekrana!” siniri yaratabiliyor. Ama oyun bu. Oyun yani. Eğer Jackson’ın Hobbit‘e getirdiği, getirmesi de hiç gerekmeyen o yetişkin, destansı, oturaklı havadan sıkıldıysanız, Sierra’nın peri masalı apayrı bir etki yaratıyor. En azından oyunun hiçbir yerinde bir “aşk üçgeni” yok. Yok di mi Sierra? Bak daha oyunu bitirmedim yanlış çıkartma beni!