“İstanbul rengarenk, hayat dolu bir şehir. Yaşamayan tek kişi varsa o da benim.”
(Sibel, Duvara Karşı)
60’lı yıllarda başlayan Türkiye’den Almanya’ya “ziyaretçi işçi” alımı (Gastarbeiter), sonrasında kültürel ve politik birçok ortaklığa ve bağlılığa imza atacak iki farklı ülkenin kaderini değiştirmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın şoke edici yıkımını hafifletmek ve ülke endüstrisini ayağa kaldırmak için Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerden işçi göçü başlatan Almanya, yaklaşık on yıllık bir süre içerisinde Türkiye’den işçi göçünü durdurduğu 1971 yılına dek sekiz yüz bin kişiden fazla Türkiyeli ’ye kapılarını açacaktı.
İşçi göçü nedeniyle Almanya’ya gelen bir anne ve babanın ikinci çocuğu olarak Hamburg’da dünyaya gelen Fatih Akın, Almanya’nın çok kültürlülüğünü bolca barındıran filmleriyle Türkiye’nin kültürünü Almanya’da en iyi temsil eden sinemacılardan biri haline gelmesi biraz zaman alacaktı. Hamburg arka sokaklarında geçen ilk filmlerinin, La Haine’i anımsatan “Kurz und Schmerzlos” filminin ardından adından biraz olsun söz ettirmeyi de başarmıştı üstelik. 90’larin ruhunu üzerinde barındıran filmin odağındaki karakterler, göçmen arka planına sahip karakterleriyle adeta bizi yeni ve etkileyici bir yönetmenin dünyasına götürüyordu ilk kez.
Solino ve “Im Juli” filmleriyle de heyecan verici çıkışını sürdüren Fatih Akın’ın asıl büyük çıkışı 2004 yılında gösterime giren ve kendisine Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’yı getirecek “Gegen die Wand” idi. Game of Thrones’a kadar uzanacak kariyeriyle Sibel Kekilli’yi sinema dünyasına kazandıran ve Sibel ve Cahit’in (Birol Ünel) tutkulu aşk öyküsünü iki ülkeye yayılan bir perspektiften anlatan film, eleştirmenlerce de çok beğenilmiş ve özellikle Türkiye’yi Almanya’da temsil açısından unutulmaz bir noktaya getirilmişti. Bir Fatih Akın klasiği haline gelecek iyi soundtrack kullanımını da ilk kez çok iyi örneklerle gördüğümüz (Filmde Depeche Mode’dan “I Feel You” parçasının kullanılması gibi) “Duvara Karşı”, Akın’ın kariyerini üst bir noktaya taşımıştı.
Duvara Karşı’nın Altın Ayı zaferinin tam bir yıl sonrasında ise yönetmenin kendi kimliğini bulmaya adadığı, kimi zaman kendisini Almanyalı olarak tanımlamasına rağmen hiçbir vakit kopamadığı İstanbul’a ve Türk müziğine dair yapılmış en iyi belgesellerden olan “İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek” belgeseli, özellikle yönetmenin kariyerini takip edenlerce büyük ilgi ve merakla karşılanmıştı. İstanbul’un artık maalesef yıllar geçtikçe kaybolup giden tarihi yapısına, kültürel ve coğrafi olarak çok önemli bir şehir oluşuna müzikal bir perspektiften bakışıyla ve birçok farklı müzik türünden bir araya getirdiği sanatçılarıyla Akın’ın sinemasında ayrı bir yere konmuş ve yıllar içerisinde “kült film” mertebesine ulaşmıştı İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte kaybolan kült film kavramının ardından birçok yerde aranan fakat fiziksel kopyasının yanı sıra dijital olarak bulması yıllar içerisinde iyice zorlaşmış belgeseli izlemek isteyenlere güzel haberi geçtiğimiz günlerde Mubi Türkiye vermişti. Yenilenmiş ve restore edilmiş kopyasıyla 5 Temmuz’da Türkiyeli seyirci ile tekrardan buluşacak film, farklı Fatih Akın filmlerini de kategorisinde bulunduran Mubi’de ayrı bir yere kavuşacak gibi duruyor.
Dijital cağda belgeselciliğin anlamının değiştiği, belgesellere ve özellikle Türk müziğinin evrimine bakışımızı değiştirecek, kimi zaman da tazeleyecek belgesel için Fatih Akın’ın sinemasını da zaten birçok kere irdelense de ufak bir bakış atmak istedim. Hollywood’a kadar uzanan kariyeriyle bir kültür ikonuna dönüşen Fatih Akın’ın belki de en kişisel işlerinden olan İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek, yönetmenin sonraki projelerini de düşündüğümüzde ise kariyer anlamında bir geçiş filmi görevi görüyor. Yaşamın Kıyısında (Auf der anderen Seite) filmiyle Duvara Karşı’yı anımsatan ve geniş oyuncu kadrosuyla şoke edici bir hikayeyi farklı perspektiflerden ve karakterlerin kesişimindin anlatmayı seçen yönetmen, Der Goldene Handschuh (Altın Eldiven) ve Aus Dem Nichts (Paramparça) filmleriyle de geniş kitlelere kendini tanıtmıştı.
Özellikle yönetmeni ve İstanbul’un müzik haritasını daha iyi anlayabilmek adına İstanbul Hatırası, 5 Temmuz’da tüm sinema ve müzik severlere farklı bakış açıları kazandıracaktir. Tıpkı yaklaşık 20 yıl önce yaptığı gibi.