George Miller anlaşılması zor bir deha. Bu bize has bir yorum değil. Kendisine atfedilen bütün sınırlamaları çizip 2015’in tartışmasız en büyük filmi olan Mad Max: Fury Road’daki yol arkadaşı Tom Hardy bile söylemişti bunu. 120 gün çölde geçen sette Miller ile kavga eden İngiliz aktör, sonrasında Cannes’da filmin tamamlanmış hâlini görüp, kameralar karşısında özür dilemişti yönetmeninden. “Ben ne yapmaya çalıştığını anlayamamışım George” demişti. Güzel bir andı. Ben de böyle bir an yaşamak istiyorum.
Açık konuşayım, George Miller’a saygımız sonsuzluğa doğru uzansa da kendisi sağda solda çıkıp “Bence filmin en iyi versiyonu siyah beyaz yaptığımız” deyince, kafamın gerisinden bir ses “Yav he” demişti gayrıihtiyari. Elbet merak kamçılanıyordu, ama bir yandan da geriden ufak bir ses “Artizdir, ne dese yeridir” diyerek yargılıyordu üstadı. Maksat gerçekten sanat sepet sebebine olmayanı övmek sanıyordum. Değilmiş. Adam samimiymiş. Filmin gerçekten en iyi versiyonu siyah beyaz olanmış, bunu klipler internete düşünce anladık.
Miller’ın bunu yaparken güttüğü motivasyon, filmini diğer post-apokaliptik işlerden ayırmaktı; ki enteresandır, bütün diğer post-apokaliptik işlerin birbirine görsel olarak benziyor olmasının sebebi de zaten ilk Mad Max’ti. Miller’ın yaptığı tespit, bunun lokasyondan kaynaklandığı yönünde. Post-apokaliptik dünya demek, çorak dünya demek. Çorak dünya demek, turuncu kuru toprak; berrak mavi gök demek. Renkler hep aynı yani. Miller baba da bu noktada kararı şöyle almış: Renkleri ya komple kısacağız, ya da sonuna kadar basacağız.
En sonunda malumunuz, vizyona giren versiyonda sonuna kadar basma kararı aldı Avustralyalı usta. Ve bu karar haklıydı. Müthiş bir görsel lisanı vardı Mad Max: Fury Road’un. Özellikle toz dumana karışınca, o devasa kum fırtınasında insan kendini kaybediyordu kartpostal gibi görüntülerde. Ama bir yandan da, şu klipleri izledikten sonra “Film keşke siyah beyaz çıksaydı” dememek mümkün değil. Zira bu versiyonu, koskocaman bir IMAX perdesinde izlemeyi ben kendi payıma isterdim. Siz ne dersiniz?