Kurgusal eserler, bizim için pek çok heyecanın ateşleyicisi olabilir ancak karakterleri için genelde iki şeyi ifade ederler: Doğdukları ev ve başlarına dikili mezar taşı. Oldukça trajik değil mi? Başlangıç ve nihai nokta arasında onlara biçilen yazgı budur ama. Kurgunun virajlarında süratle inip çıkarlar ve okur veya seyirci hikayeyi terk ederken, bitiş uçurumunun kıyısında kalakalırlar. Yalnızca bazı karakterleri hariç tutarız bu sondan. Yalnızca bazılarının mürekkebi bu kadar kolay kurumaz.

Bizi tiryakilik noktasında esir edenlerdir onlar. Bir kısmı başka eserlerde yer bulurlar kendilerine, haklarında yazıp çizme isteği duyar geek bünyeler. Bundan da azı, parmak ısırtan dâhilerin kariyerlerinde mertebe atlama basamağı olurlar. Bir bakarız ki sonsuz bir yeniden yaratım döngüsünde, gövde gösterisindeler cümle aleme. Bu iki paragraflık tanıtımın karşısında elbette, Joker’in de adı var.

joker,

Kireç yüzlü ve delilikle dolu kahkahaların adamının künyesinde global kültür çağına giriş biletimizi garanti edecek şahane yetenekler yer alıyor çünkü: Bill Finger, Bob Kane, Frank Miller, Alan Moore bunlardan sadece bazıları. O hikayelerin peşinde değil, hikayeler onun peşinde koşuyor tam olarak. Öyleyse üçüncü yazımızda bize sağladığı engin fırsatlardan yararlanalım ve birlikte üç versiyonuna bakalım mı bu çıldırmış adamın? Çünkü laf aramızda, Joker üç yüzlü bir karakter olageldi daima.

Çizgi Romanlarda Üç Joker

İkinci Dünya Savaşı öncesi, insanlık için garip bir ara dönem. Bir kere bir savaş pratiği yapılmış, yerinde denenmiş ölümler ve çıkılmış o bataktan. Ancak ufuklar da hep kara. E ne yapalım kızgın bir takım siyaset adamları savaş çığırtkanlığı yapıyorsa? Geri kalan halksan sen, bir şekil devam etmek zorundasın yoluna. Üretimle üstesinden geliniyor karaların, yaratıcı insanların alması lazım sanat araçlarını ellerine. O eller sayesinde, savaş bayrağı göndere yeniden çekildiğinde, sayfalar arasında milyonları teselli edecek pelerinli bir kahraman süzülüyor mesela. Onun karşı konumunda ise yumruklanması gereken yeşil saçlı, hain bir düzenbaz…

joker,

Yeşil saçlı adam, azılı bir katil ama önceki yıllarda bolca canilik pratiği yapıldığından olacak, yöntemleri özgün. Kurbanlarının yüzüne uğursuz bir sırıtış ve suç mahalline bir adet iskambil kartı bırakıyor örneğin. Cinayetlerinden önce yapacaklarını radyo anonsuyla halka duyuruyor da. Sonraki yıllardaki kamera şovlarına ön hazırlığı bu. Ortaya çıktığı henüz ilk sayıdan kusursuz bir dehşet mekanizması kendisi.

Daha önce soytarı geleneğine olan borcundan açılış yapmıştım Joker dosyasına. Yüzyıllara yayılan bir tekinsizlik parçası taşıyor o bu yönüyle. Yine de kutucuklarda vücuda gelişi esnasında, savaşların ortalığa dağıttığı küller olmasa, kaotikliğinden mutlaka bir şeyler azalırdı gibi geliyor bana. İnsanların en vahşi kabuslarından daha katmanlı, ağza alınması kesif umutsuzluk doğuracak eylemlerin yılları o yıllar. Yaratılan işlere izdüşümleri var haliyle. Örneğin bir süper askerin ya da karalar bağlamış ciddi bir adamın ihtiyacını duyar mıydık modern gündemlerle? Joker de iki dünya savaşı psikolojisi ürünü, post stres semptomlarından biri bir yerde diyemez miyiz öyleyse?

1951 yılında yayınlanan sayıda örneğin, deliliğine sebep olarak bir fabrikadaki kimyasal tanka düşmesi gösteriliyor. İkinci Dünya Savaşı’nın kimyasal silahlarından yorulan beden ve zihinlerinin hasadı bu anlatı şüphesiz. Ancak çizgi romanların gümüş çağına girmemizle birlikte o kadar da psikopat değil artık Joker. Gerek de yok ki patlayan bombalar geride kalmış, saklanılan mahzenler terk edilmişken. Yalnızca soğuk savaştan mütevellit genel atmosfere tuhaf bir katılık hakim. Çizgi romanlara sansür getiren cinsten bu katılık. Çünkü çocuklara satılıyor ekseriyetle hayaller, yetişkinlerde renkli maceralara ayıracak takatler yok o sıralar.

Dolayısıyla ebeveyn ve politikanın kontrol kilidindeyken Joker, modaya uygun siyanürlü çiçeği ve elektrikli eldivenleriyle kaçık palyaço tipinde boy gösteriyor uzun süre. Dönemden geriye kalan, garip esprileriyle zararsız soygun girişimleri oluyor sadece.

Seksenlerin sonundaysa adabı muaşeretten sıkılınmış. Joker sınırda tam gaz bir katil olmaya geri dönüyor, üstelik eskisinden de beter bir öngörülemezlikle. Meşhur Killing Joke etkisi devrede çünkü. Bildiğiniz gibi Alan Moore’un anlatım gücü Brian Bolland’ın çizgileriyle birleştikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor çizgiden kurgular ve Joker için. Çoktan seçmeli bir geçmişle, nihilist bir vurdumduymazlıkta sırıtık dudakların sahibi.

Özünde suçludan bir filozof yaratma girişimi Killing Joke. Fazlasıyla da başarılı çünkü deliliğinden zevk alan ikonik kötü adam, Gordonlara verdiği zararla kendi standartları için bile aykırı artık. Aklının dengesiz koridorlarından ne türden sürprizler çıkaracağı muamma. Bu noktada kendisine katılıyorum, belirsizlikten daha ürpertici ne var ki şu dünyada?

Vay be, sosyopat suçlumuzun kat ettiği yolu gördünüz mü? Joker’in bu dönüşüm yolculuğuna adanan, 2020 yılında Geoffrey Johns tarafından yazılan bir mini seri de var. Çizim masasında Jason Fabok ve Brad Anderson’un olduğu serinin adı dahi açık ediyor bunu: Batman: Three Jokers. Johns günümüze gelen bu kakofonik kronoloji parçalarına tek tek hayat veriyor ve üç bedende sunuyor Joker’i bize: Suçlu, Palyaço ve Komedyen. Zevkli karşılaşmalarla bezeli, olay örgüsünün takibiyse ilginç bir seri. Suçlu eski moda komplolar peşinde bir hayalci, Palyaço diğerlerinin acısına gülmek isteyen bir narsist, Komedyen ise pürü pak kaos. Yani üçü bir arada Joker işte, her zaman tanıdığınız gibi.

Filmlerde Üç Joker

Joker’in çeşitliliği için çizgi romanlar yolun sonu kabul edilemez tabii. Film adaptasyonlarında da dikkate değer üç örnek var bence: Tim Burton’ın Batman’i, Christopher Nolan’ın The Dark Knight’ı ve Todd Philips’in Joker’i.

1989 Joker’i kimilerine göre çeşitli varyasyonları aynı bedende toplamayı başardığı için bulunmaz bir nimet. Jack Napier adlı bu adam, asla bir kaybeden değil. İçlerinde hayatın tadını çıkartmayı en bileni o. Yüzü deforme olduktan sonra suç kariyerine hız kazandırıyor, kıvrak hareketler karizmasına çizik attırmıyor ve halkı kışkırtmak istediğinde neredeyse yüzde yüz sonuç alıyor. Bu etkinin aslan payını gözüm kapalı aktörüne veriyorum. Jack Nicholson’ın protezli ağzından yayılan replikleri dinlerken kimin tüyleri hazır ol vaziyette değil ki?

Heath Ledger’in acemi makyajlı Joker’i ise lambaları kırık bir arka sokak kadar güven verici anca. Anarşi, dehşet ve kasvet kelimeleri onu anlatmakta aciz. Dünya bu kadar anlamsızken neden gülmediğimizi sorup cevabı beklemeden de bizi öldürecek kadar sabırsız. Mimik ve jestleriyle terörün rütbeli askeri. Üstelik yıldırma faaliyetlerini politikacıların sözde onurlu tavırlarına karşı yapacak kadar da kurnaz. Kısaca onu kahramanın yenilmesi değil, yozlaşması mutlu edecek ancak.

Ekimde ikincisini beklediğimiz Joker filmindeki suç prensini ise daha çok toplumun vefasızlığının kurbanı olarak nitelendirebiliriz. Akıl hastalığına hiç olmadığı kadar eğiliyorlar onun dengesiz kahkahalarında. Hatta izlediğimiz basbayağı kapitalizm eleştirisi. Yalnızlaştırıldığını, fakir mahalleler ve boş çabalarda geçen yetişkinliğini, çocukluğundan beri uğradığı istismarlarda güç sahibi kimsenin onu korumadığını anlatıyor film boyunca Arthur Fleck; bir aziz değilse kim dayanabilir bu zulme? Filmin sorusu bu. Bize belki Joker’in zeki planlarını değil ama toplumla ilgili alternatif tespitlerini bırakan bir karakter o. Ayrıca Joaquin Phoenix’in gözbebeklerinde saklı Joker’i ortalara saldığı kısımlar için hazırda kaçacak delikler bulundurmak lazım.

Yıllar ilerleyedursun, yeşil saçlının daha sayısız versiyonuna da sahne olacaktır hayal gücüne aç senaryolar. Çünkü kurgusal maceralar üretmemizin bağımlılık yapan tarafı bu; söylenecek söz bitmiyor. Ya öyle olsaydılarla dolu bir evrene kendi cevaplarımızla koşmaktan, bir de benden dinleyin demekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Girişte karakterleri eserlerinde öldürerek haksızlık ettim aslında. Hepsi tüketeninin kafatasında yaşıyor az biraz. Yani Joker de bizde var olan bir karakter, güvenli mesafeden incelemekten zevk aldığımız bir delilik metası. Haksız mıyım?

Author

Alternatif evreninde voleybolcu olamayan versiyon. Düşünce satıcısı, hikaye koleksiyoncusu. Ayrıca yanaklı birey. Bence dünyanın hayallere, hayallerin kelimelere ihtiyacı var.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.