Yazarın Önemli Notu: Baudelaire öksüzleri hakkındaki bu can sıkıcı yazı gününüzü ve gecenizi mahvetme potansiyeli taşımakta olup, bir an önce başka bir yazıya geçmeniz veya siteyi kapatıp gerçek dünyanın güzelliklerini bulmaya çalışmanız (kolay gelsin) hususunda ısrar ediyorum. Ben maruz kaldığım o lanet günden beri bilincime ve bilinçaltıma türlü işkenceler yapan bu seri hakkında bu yazıyı yazmak zorundayım ancak sizin okuma zorunluluğunuz yok. Hatta, neden kendinize bunu yapmak isteyesiniz ki?

series-unfortunate-events-lemony_1_e6f58c7b602039dfed9c253357496865
2000’lerin en başında giriş yaptı Talihsiz Serüvenler Dizisi edebiyat dünyasına. Lemony Snicket mahlasıyla yazan ve adının yıllar sonra Daniel Handler olduğunu öğrenebildiğim yazar tarafından gerçekte yaşanmış ve(ya) yaşanan üzücü olayları detaylandırıyormuşçasına yazılmış olan eserler görece büyük bir başarı elde etti. Kitaplar kısaca bir yangında anne ve babasını kaybeden üç zeki kardeş olan Violet, Klaus ve Sunny hakkında. Kendileri önce Kont Olaf isimli çok uzaktan akrabaları olan bir adamın yanına yerleştirilir. Kont Olaf’ın tek derdi Baudelaire servetini bir şekilde ele geçirmektir. Kitaplar ilerledikçe Kont Olaf ve yardakçılarının ana kötüler olduğu, kardeşlerin sırayla başka vasilere verildiği ve dozun sürekli arttığı bir çaresizlik sarmalına giriyorsunuz. Kitabın yazarı Lemony Snicket de anlatı olarak olaylara bizzat müdahale ediyor, hatta son kitaplara doğru sözde bizzat fiziken bulunduğu sekansları bile anlatıyor.

O yıllar kardeşimle tüm hobi ve zevklerimizin ortak olduğu yıllardı ve ben de kardeşim vasıtasıyla girdim Talihsiz Serüvenler Dizisi’nin karanlık dünyasına. Kitaplar 1999-2006 arasında peyderpey yazıldı ve yeni kitap çıktıkça hemen kitapçıya koşup aldık, okuduk, coştuk. 2004 yılında Jim Carrey’nin Kont Olaf rolünde döktürdüğü bir de sinema filmi çekildi serinin. Hemen ilk gün gittik izledik. Henüz seri tamamlanmadan, yani serinin ortaya koyduğu soruların nihai cevapları verilmeden çekilen ve kurgu masasında ruhen can veren film iyi oyunculuklara rağmen tabi ki beklentilerimizi karşılamadı. Zaman geçti, seri nihayete erdi ve çocukluğumuzu ve ilk gençliğimizi zenginleştiren şeyler arasında yerini aldı. Ta ki geleneksel televizyon anlayışını gözlerimizin önünde paramparça eden çağımızın dijital dönüşüm öncülerinden Netflix seriyi canlandırana kadar.

unfortunate_events

1 Ocak 2019 tarihinde Netflix serinin son sezonunu da yayınladı ve görsel anlatı dalında da seri nihayete ermiş oldu. Netflix versiyonu esnasında da kitaplarda yaşadığımız anksiyete, çaresizlik ve üzüntüleri yad ettik hatta bunlara yeni tatsız hisler ekledik. Şu ana kadar fark etmediyseniz tekrardan belirteyim; serinin benim için yeri pek bir ayrıdır. Peki neden? Diğer çocuk edebiyatı eserlerinden ne şekilde ayrılıyor Talihsiz Serüvenler Dizisi? Tabii ki kardeşimle ortak çocukluk anılarımızın en güzel yıllarında bu tecrübeyi yaşadığım için. Ama bu yazının konusu olan cevap ve cevaplar başka: Kafkesk distopya, absürtlük, anakronizm, kültürel referanslar, kara mizah ve postmodernizm. Gelin biraz açalım.

Kafkesk distopya kelimeleri burada hikayenin geçtiği dünyanın çok garip pratiklerle bezeli olduğu ve bu pratik ve durumların sadece okur ve Baudelaire kardeşlere garip geldiği anlamına geliyor. Öyle ki, kitapları okurken en aklı başında yetişkin olarak düşündüğümüz anlatıcımız Lemony bile bu saçma pratiklerle ilgili olumsuz yorum yapmıyor, en iyi ihtimalle nötr bir şekilde aktarıyor. Kafka’nın kendi eserlerinde Kafkaesk durumlar genelde bürokrasi ve yargı sistemiyle özdeşleşmiştir. Talihsiz Serüvenler Dizisi’nde de böyle. Karga Laneti’ndeki (The Vile Village) köyün kuralları ve sorgulanamazlığı, Evvelki Tehlike’de (The Penultimate Peril) mahkeme sekansında hukuk özdeyişlerinin olduğu gibi yorumlanması sonucu Yüksek Mahkeme yargıçlarının oldukça yüksek bir yerde oturması ve “adalet kördür” şiarından hareketle herkesin mahkeme salonuna gözleri bağlı olarak gelmesi, Dehşet Hastenesi’nde (The Horrible Hospital) Babs’ın dokümantasyon ve bürokrasi fetişi aklıma ilk gelen örnekler.

Adsız

Absürt kelimesi burada yine okur ve Baudelaire kardeşler hariç istisnasız her karakterin sağduyudan yoksun olduğu anlamını taşıyor. Bay Poe başlı başına bir absürtlük örneği. Kont Olaf kılık değiştime konusunda son derece başarısız olsa da Bay Poe ve diğer yetişkinler ne hikmetse Olaf’ı bir türlü tanıyamıyor. Yine Poe başta olmak üzere yetişkinlerin verdiği birçok karar Baudeliare kardeşlerin emniyet ve can güvenliğini tehlikeye atan cinsten. Alacakaranlık Bulvarı’nda (The Ersatz Elevator) “moda”nın çoğu insanın aldığı her kararı etkilemesi, yine Dehşet Hastesi’nde kişinin akıl hastalığının tedavi edilmesi için deneysel bir metot olarak kafa kesimi, Katı Kurallar Okulu’nda (The Austere Academy) kardeşlere yaptırılan imkansız fiziksel aktivite ve bir yaşındaki Sunny’ye sekreterlik görevi verilmesi, Quagmire üçüzlerinden Duncan ve Isadora’nın Karga Laneti’nde bir karga heykelinin içinde, Alacakaranlık Bulvarı’nda ise bir asansör boşluğunda günlerce esir tutulması, serinin absürtlük dozuna birkaç örnek. Bu konuda en büyük hayal kırıklığı ise Jacques ve Kit Snicket gibi Baudelaire’ler için umut vaat eden karakterlerin de en kritik zamanlarda sergiledikleri absürt davranışlar.

Anakronizm kelimesinin buradaki anlamı serinin geçtiği zaman diliminin birçok tarihsel periyottan iz taşımasına rağmen herhangi bir döneme tam oturmaması anlamına geliyor. Kanada’da bir şehir olan Winnipeg’in bir düşese, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir eyaleti olan Arizona’nın bir krala sahip olması, Olaf’ın ilk kitapta bizim dünyamızda İkinci Dünya Savaşı sonrasında insanlarca kullanılmaya başlanan walkie-talkie kullanmasına rağmen kültürel olarak serinin geçtiği şehir ve mekanların 1890’lar, 1930’lar arasında gidip gelmesi, arabaların ise kesinlikle 1920 ve 1930’lardan olması, Katı Kurallar Okulu’nda bizim dünyamızda muhtemelen ancak 1968 sonrasında ortaya çıkan bir “gelişmiş bilgisayar” bulunması bu anakronizmin güzel örnekleri.

e97f4fc5-0e71-4048-882e-b60495a602f2-asoue_201_unit_02167r

Kültürel referans ifadesi serinin edebiyat dünyasına adeta bir saygı duruşu kimliğine sahip olmasıyla ilgili. Charles Baudelarie, George Orwell, Lewis Carrol, Virginia Wolf, William Shakespeare, Oscar Wilde, Charles Dickens, Sappho, J.D. Salinger, Jules Verne, Albert Camus, Herman Melville, Dostoyevski, Victor Hugo, Robert Frost, Samuel Beckett gibi isimlere dair o kadar çok referans var ki! Referanslardan bazıları çok bariz; bazıları ise ancak o sanatçının ilgili eserini okuduysanız kafanızda bir şeyler canlandırıyor.

Kara mizah serinin tonunun yanında anlatıcımız Lemony Snicket’in en karanlık anlarda anlatıyı durdurup o anki olayla bağlantı kurabileceğiniz başka bir olay anlatması veya bizi bazı flashbacklere taşımasına da içkin. Seri boyunca egemen olan sürekleyici çaresizlik bazı anlarda sizi kahkahalara sevk eden bir mizaha dönüşüyor. Olaf ve yardakçılarının aptallıkları bu hususta baş rolde. Üstelik Netflix, mizah bazında Jacques Snicket’e de görev yüklemiş ve Nathan Fillion gibi bir yetenek abidesi bu görevi layıkıyla yerine getirmiş. Ayrıca bir alt kategori olarak kelime oyunlu kara mizah da seride yer yer didaktik bir şekilde tekrarlanan bir tema. Uçuruma Bakan Pencere’de (The Rear Window) Josephine Teyze’nin dil bilgisi takıntısıyla güzelce beslenen bu alt kategori kitap kurdu Klaus’un dil bilgisi – Kont Olaf’ın dil bilgisi cahilliği dengesinde ilerliyor.

Postmodernizm kelimesi bu noktada serinin doğrusal olmayan anlatımı, yazarın bilinç akışı, yabancılaşma hissi ve etik kurallarının gitgide belirsizleşmesi anlamlarına geliyor. Sıklıkla flashback ve anlatının kesilmesi var seride. Bu kesintiler esnasında ama sadece bunlarla sınırlı kalmamak üzere, Lemony Snicket’in bilinç akışına şahit oluyoruz. Bu bilinç akışı seansları bizlere arkada yavaş yavaş örülen ana hikaye hakkında büyük ipuçları veriyor. Yabancılaşma hissi yaşadığımız dünyayla Snicket ve Baudelaire’lerin yaşadığı Kafkaesk distopya arasındaki uçurumdan ve günümüzde hala neyse ki sağduyu sahibi olan insan sayısının seridekinden daha fazla olmasından kaynaklanıyor. Ama tabi ki sabah bir böcek olarak uyanırsam bu husustaki fikrimi değiştirebilirim.

a-series-of-unfortunate-events-netflix-matty-cardarople-20011258-1280x0

Nihayet, etik kuralların belirsizleşmesi Baudelaire’lerin çocukluğun naifliğinden yetişkinliğin sorumluluk ve zorunluluklarına adım atmalarıyla gelişen bir takım karar süreçlerini simgeliyor. İlk kitaplarda kendilerini sürekli kötülüklere karşı savunan ve tek amaçları güvende olmak olan kardeşler seri ilerledikçe kendi planlarını kuruyor, Olaf’ı alt etmek ve G.İ.T. (V.F.D.) sırrını çözmek için farklı yöntemlere başvuruyorlar. Evvelki Tehlike’deki mahkeme sahnesinde de yansıtıldığı üzere kardeşler bu süreçte bir karnavalı yakmak (kitap sonunda bir de otel ekliyorlar listelerine), kötü adamın en az kendisi kadar kötü olan kız arkadaşı Esme’yi kaçırmak, Heimlich Hastenesi’nde Hal’den kütüphane anahtarını çalıp kütüphaneye girmek ve istemeden de olsa bir çok kişinin ölümüne sebep olmak gibi irili ufaklı bir çok etik açıdan buğulu bir olaya imza atıyor.

Baudelaire kardeşlerin acı dolu hikayesi bitmiş gibi gözüküyor şimdilik. Fakat okuyucu olarak biz biliyoruz ki görünen bu son, kardeşlerin hayatındaki diğer şeyler gibi mutlu bir son değil. Bu anlamda seri post-modernizmden yaralayıcı gerçekçiliğe balıklama atlıyor. Zira yaşadığımız dünyada da mutlu sonlar veya mutlak gerçekler yok. Daha doğrusu tek bir mutlak gerçek var: Okumayı seven bir insanın kötü bir insan olma ihtimali daha azdır.

Author

Ankara'da yaşayan bir İzmirli. Her şeyi öğretiriz ama hiç bir şeyi tam öğretmeyiz bölümünden mezun oldu, ne iş olsa yaparım abi kafasında.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.