Barbie ve Oppenheimer bir yandan beyaz perdede kozlarını paylaşıp bir yandan da insanları yeniden sinema salonlarına çekerken ben de sizlere bir soru yöneltmek istiyorum. Neden bir oyuncak filmine gitmek istiyoruz?

Pembe rengini mi çok seviyoruz? Oyuncuların performansına tanık olmak mı istiyoruz? Yoksa filmin önünden yürütülen muazzam pazarlama süreci mi köküne kadar başarılı oldu? Hiç şüphesiz bu soruların her birinin cevabı evet olacaktır ama ben başka bir cevapla ilgileniyorum. Muhtemelen bin yıllardır bilincimizin daha derin katmanlarından farkında olmadan kendimize sorup durduğumuz ve cevabını sözlerimizle değil, hareketlerimizle verdiğimiz bir soru bu. Soruyu sözcüklere dökmek o kadar önemli değil ama cevabı düşünün çünkü yazı sonunda onu istiyor olacağım.

Barbie filminden Ken ve Barbie, şarkı söylüyorlar
Ankara’dan Eskişehir’e gidermiş gibi.

Bizi Biz Yapan Şeyler

Oyuncaklara ihtiyacımız var. İnsanlar olarak, insanlık olarak ve en önemlisi çocuklar olarak oyuncaklara ihtiyacımız var. Bu oyuncakların pahalı kutular içinden çıkan pırıl pırıl parlayan ve gezegenlerden uzay gemilerine, oradan da ornitorenklere dönüşen robotlar olmasına gerek yok. Bir pipet, şişe kapağı, hatta şişenin kendisi bile olabilir. İlkokulda top bulamadığımızda küçük şişeleri tekmelediğimizi hatırlıyorum.

Sahilde gördüğünüz ilginç bir taşı elinizde döndürüp döndürüp duruyor olabilirsiniz. Bir yerden elinize geçen küçük bir zinciri şeytanları kırbaçlayan bir kahraman gibi kullandığınızı hayal edebilirsiniz. Özet olarak sizi hayatın küçük, yalancı bir köşesine geçirecek bir araca ihtiyacımız olacak hep. Çünkü çocukken hayata başlarız. Başladığımız şeye hazır olmamız gerekir. Buna hazır olmak için de hayal gücümüzden daha iyi bir unsur olamaz. Tamamen içgüdülerimizin devreye soktuğu hayal gücü ve onun ateşlenmesini sağlayan oyuncaklar…

Her Güzel Şeyin Bir Başlangıcı Var

Sümer ülkesinde dört bin altı yüz yıl öncesine kadar uzanan insan ve hayvan biçimlerine sahip oyuncaklar olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde eski Yunan yazılarında metalden veya tahtadan yapılmış yoyolardan da bahsediliyor. Hindistan’da dört bin beş yüz yıllık ayakları tekerlekli hayvan şeklindeki oyuncaklar bulunurken, yoyolara ek olarak uçurtmalar da Çin’deki oyun kültürüne iyice kazınmış türler arasında. İşte dört bin beş bin yıl kadar geriye uzanan oyuncaklar, o zamanlar bile insanların tasarım ve sanat bilgisiyle farklı yapılara soktukları ürünler olurken, acaba onlardan bir tık geride yaşamış topluluklardaki çocuklar, buldukları iki sopa bir taş ile kaç bin yıl boyunca oynamışlardır?

Eski dünyadan basit bir tekerlekli hayvan figürü.
Vın vın

Işıltılı, Parlak ve Pahalı Oyuncaklar

Küçük, plastik, dandik arabalarla halının üzerindeki çizgilerde yarış yapmayı ne zaman bıraktık? Poşetin içindeki kırık ve karışık küçük plastik askerleri yere rastgele dağıtıp aralarında kaotik çarpışmalar kurmak ne zaman sıkıcı oldu? Küçük plastik dinozorları renklerine ve şekillerine göre farklı farklı süper kahramanlar olarak sınıflandırıp onlarla minik mütevazı filmler kurgulamak ne zaman bizlere yetmedi? Tamam, şimdi düşününce bunların hepsi plastik, belki gezegenin iyiliği için daha farklı bir materyale geçmeliyiz ama binlerce metalik parçadan oluşan orta boy insanımsı robotikler ne zaman o güzelim oyuncakların yerini aldı?

Küçük bir oyuncak araba, masada devrilmiş bir halde
Küçük müçük, o kadar hızlı gitmeyeceksiniz.

Belki de bütün bu yakınmalara filmlerin ve oyunların da zaman içindeki değişimi örnek gösterilerek cevap verilebilir. Nasıl tekerlekli kil hayvanlardan plastik arabalara geçtiysek, aynı değişimi yaşıyor olabiliriz. Sonuçta kendimizi içine daha fazla sokabileceğimiz gerçekliklere doğru ilerlemeye çalışıyoruz ve belki de oyuncaklar söz konusu olduğunda da aynı örnek geçerlidir. Belki oyunların bu kadar önemli olmasının sebepleri, filmler, oyunlar, kitaplar gibi pek çok anlatı materyalinin hayatımızı neden bu kadar doldurduğuyla aynı sebeplerdir. Ve belki de bütün o filmlerin, kitapların, oyunların ve hikayelerin hayatımızda olma sebebi oyuncaklardır, belki de oyuncaklar var olmadan diğerleri de var olmayacak. Sözcüklere dökemediğim o soruya bir cevap düşündünüz mü?

Sizin Hikayeniz

İşte bu yüzden bir oyuncakla alakalı bir filme gitmek istiyoruz. Çünkü o oyuncak ile beraber bir hikayeyi de elimize alıyoruz. Aynı zamanda onu eline alan çocuk, o oyuncak ile bir hikaye anlatıyor ve bir hikaye yaşıyor. Çocuğun kendisinin de bir hikayesi var ve elindeki plastik hayvanlarla, tekerlekli kil vagonlarla veya Barbie figürüyle o hikayeyi anlatıyor. En nihayetinde her şey yine hikayelere, hikayelerimize bağlanıyor. Çünkü hikaye dediğiniz şey bir sayfa üzerindeki kelimelerden, beyaz perdede üzerimize yansıyan hareketli ışıltılardan veya kulağımıza gelen sesten (evet bu güzelliklerin hepsini haddinden fazla indirgedim) veya reklam panolarındaki gülümseyen yüzlerden ibaret değil. Hikayeler biz insanlarla alakalı, biz insanların özü veya biz insanlar o hikayelerin özüyüz.

Barbie filminden Barbie ve Ken, bir şeye bakıyorlar.
İşte hayatta da her şeye ya öyle ya böyle bakarız.

İşte o soru bizim bu hikayeleri anlatma sebebimizdir. Zihnimizin derinliklerinde kelimelerin ifade edemediği içgüdüsel bir soru, sürekli bizi bir şeyler anlatmaya itecek olan bir kaşıntı… Cevap mı? Cevap ise sürekli ve sürekli anlatmaya çalıştığımız ve kuvvetle muhtemel hiçbir zaman da anlatmayı bırakmayacağımız o hikayeler.

Peki siz de bir cevap bulabildiniz mi?

Author

Size bir hikaye anlatayım.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.