Zaman zaman tarihteki belirli isimlere yahut belirli kült eserlere yapılan referanslarla bezeli ifadelerin kullanıldığına şahit oluyoruz. Sinemada hikâye anlatımı için ipuçları veren “Çehov’un Silahı”, bunlardan bir tanesi. Bir diğeri ise bu yazının konusunu oluşturuyor: Gogol’un Paltosu.
Tamlamada geçen Gogol, Rus edebiyatının tanınan isimlerinden Nikolay Vasilyeviç Gogol’u kastediyor elbette. Gogol, 1809’da orta direk denilebilecek, toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak Ukrayna sınırları içerisinde bir köyde dünyaya gelir. Çocukluğunu köy hayatının uğraşlarıyla geçiren Gogol, gençlik yıllarında şiire ve edebiyata ilgi duymaya başlar. 1928’de Petersburg’a gider; 1936’da modern Rus edebiyatının kurucusu kabul edilen Puşkin’in çıkarttığı dergiye öyküler gönderir. Bunlar, hicivli bir mizahla dolu hikâyelerdir. Ancak şüphesiz asıl bilinirliği, iki cilt hâlinde yazmaya niyetlenip tamamlayamadığı Ölü Canlar ve tek perdelik oyunu Bir Delinin Hatıra Defteri iledir. Ölü Canlar ile aynı yıl, bir de uzun hikâye kaleme alır.
1842 yılında yayımlanan bu hikâyenin adı Palto’dur. Gogol’un, katıldığı bir toplantıda anlatılan bir olaydan esinlenerek bu hikâyeyi yazdığı söylenmektedir. Esin kaynağı olan hikâyede, avlanmayı seven bir memur vardır. Yıllarca para biriktirerek bir tüfek almıştır ancak bu tüfeği dereye düşürmüştür. Tüfeğinin kaybının ardından çok üzülür ve bunalıma girer, kendine ise ancak arkadaşlarının yeni bir tüfek hediye etmesiyle gelebilir. Gogol’un biraz kendi hayatını, biraz da sokaktaki insanları bulduğu bu esin kaynağıyla birlikte yazdığı Palto, olabildiğince gerçekçi bir üslupla “sıradan, küçük bir adam”ı anlatır.
Palto’nun başkahramanı Akakiy Akakieviç, akşamları aç kalmak pahasına, zorluklar içinde diktirdiği paltosunun çalınması üzerine, ne kadar yüksek yetkili isim varsa yardım ister. Ancak Rusya’da devir, sosyal sınıf baskısının olduğu ve alt sınıfların üzerine büyük yüklerin bindiği bir zamandır. İstediği yardımın karşılığında azar işitir, kimse de kendisine yardım etmez. İşittiği azarların etkisini üzerinden atamaz, paltosu olmadığı için soğuğa dayanamaz. Hastalanır, nihayetinde ise hayata veda eder. Ancak hikâye burada bitmez çünkü Akakiyeviç’in hayaletinin şehre dadandığına ve geceleri gelip değerli paltoları çaldığına ilişkin söylentiler vardır. Hayalet, son olarak kendisini azarlayan mühim rütbeli adamın paltosunu çalar ve böylece başkahramanımız bir anlamda huzura kavuşur.
Sıradan insanların çektiği sıkıntıları, toplumdaki eşitsizlikleri ve acıları tüm gerçekliğiyle ortaya döken Palto, o kadar çok tepki alır ki yazar, Rusya’yı ve bürokrasiyi aşağılamakla suçlanır. Ancak Gogol’un ve hikâyenin Rus edebiyatı üzerindeki tesiri o kadar fazladır ki Dostoyevski’nin ağzından, “Hepimiz onun Palto’sundan çıktık” cümlesinin döküldüğü söylenir. Gogol’un Paltosu ifadesi de buradan gelmektedir.
Gogol’un Rus edebiyatının yapı taşını oluşturduğunu ve pek çok edebiyatçıya kaynak olduğunu anlatmak amacıyla, tevriyeli şekilde kullanılan bu ifadeyi, başka bir yanıyla da düşünmek mümkündür. Aslında mühim olmayan insanların çevresinde, onları mühim gibi gösteren insanlar her daim var olacaktır; bu gibi durumlarda Gogol’un Paltosu, tıpkı Nasreddin Hoca’nın kürkü gibi, bize bir şeyler anlatabilir.