2020 filmler açısından epey kurak bir yıldı desek, kimse bizi durdurmaz. Sinema salonları kapandı, heyecanla beklediğimiz filmle ertelendi. On iki yıldır ilk kez yeni bir Marvel filmi izleyemedik. Peki, hiç mi güzel film çıkmadı? Çıktı efendim çıktı. Sinema salonlarının yerini ev televizyonu ve bilgisayarlar alsa da en azından yeni filmler izleme şansımız oldu.

Her sene olduğu gibi bu sene de sevdiğimiz yapımları bir listeleyelim dedik. Bu yazımız bize özel, bizim sevdiğimiz yapımlardan oluşuyor. Görmek istediğiniz yapımları göremeyebilirsiniz, alınmaca gücenmece yok. Biz onları da duymak isteriz.

The Gentlemen

Aslında listeyi yaparken farkına vardım ki ben bu yıl o kadar da film izlememişim. Fakatyine de izlediğim sınırlı filmler arasında ülkemizde Şubat ayında vizyona giren The Gentleman bu yıl benim izlemekten en keyif aldığım film oldu. Guy Ritchie tarzı olan bir yönetmen ve bu tarzı The Gentleman’de hemen fark ediyorsunuz. Hikâyeden çok hikâyenin anlatım tekniğiyle, birbirinden iyi karakterleriyle The Gentleman, bu yılın en çok beğendiğim filmiydi benim için.Halit

The Assistant

Muhtemelen 2020’deki yeni film hasretine rağmen salonlara olmasa bile yayıncı platformlara gelenler arasından diğerlerini geçip The Assistant’ı buraya koymak garip gelebilir. Bu garipliği biraz benim film tembelliğime biraz da The Assistant’a verebiliriz sanırım. Fakat neticesinde öznel bir durumdan bahsediyoruz ve eve kapandıkça içe yönelen sorunlarımızın bir sonucu olarak genişleyen Me Too hareketini, hem cinsiyet bazlı hem de hiyerarşi bazlı istismarı olabildiğince duygusuz ama bir o kadar da empati kurulabilir şekilde betimleyen bir film, benim tercihim oldu. Senarist ve yönetmen koltuğunda Kitty Kane, başrolde Julia Garner var. “En iyi” kısmı öznel fikir fakat izlenilmesini kesinlikle tavsiye edebilirim. – Deniz.

Tenet

Nolan’ın tüm filmlerini severim. Keşke “Tenet’i de sevdim” deyip yazıyı noktalayabilseydim, ancak Tenet tüm o filmlerinden sonra o kadar da başarılı değildi. Listeme almamın sebebi, tüm beklentilerimi sıyırıp, öylesine izlediğim bir film olsaydı çok daha etkileneceğimi bilmem. Sanat tüketirken bir eseri kendisinden önce gelenlerinden ayırmak gerekli ve pek mümkün bir davranış değil, ama yine de hayal kırıklıklarına takılmadan önce filmde değerlendirilecek güzel bir cevher olduğunu düşünüyorum. – Ömercan.

Palm Springs

2020’in yazında çıkan ve tam bir yaz filmi olan Palm Springs beni ilk etapta oyuncu kadrosuyla kendine çekmişti. Andy Samberg, Cristin Milioti ve JK Simmons! Ne kadar tatlı bir ekip, değil mi? Tamam, itiraf ediyorum, daha çok Andy Samberg için geldim ama film o kadar tatlıydı ki içinden çıkamadım. Hulu’da yayınlandığı hafta sonu o platformda en fazla izlenen yapım olan Palm Springs içerisinde nihilizm, zaman yolculuğu, aşk, eğlence, partiler, düğünler gibi birbirinden alakasız konuları barındıran, tatlı mı tatlı bir yapım olmuş. Özellikle Andy Samberg ve Cristin Milioti’nin dans sahneleri beni benden aldı. – Yağmur.

I’m Thinking of Ending Things

Muhtemelen bu yıl çıkan izlemesi en zor yapımlardan biri I’m Thinking of Ending Things. Filmi başka birine nasıl anlatabileceğimi çok düşündüm. Belki filmi değil ama filmin bıraktığı etkiyi anlatabilirim. Bunun yolu da aşağı yukarı, nefesinizi tuttuğunuzu fark etmemekten, koltuğunuzdan düşecek kadar ekrana eğilmekten, kafanız karıştıkça daha çok dikkat kesilmekten ve dikkat kesildikçe daha çok kafanızın karışmasından geçiyor. Dağılmış bir zihnin kırıntılarını toplamak, bu kırıntıları fark ettikçe hem haz almak hem de gerilmek, katılan kahkahalarla kasılmak, şiirlere hayret etmek ve hepsi olup bittikten sonra şaşkın şaşkın kalmaktan ibaret. Bana sorarsanız 2020’nin en akılda kalıcı yapımı olabilir. İyi ki izlemişim. – Ruken.

The Trial of Chicago 7

Bu sene hiçbir beklentim olmadan başına geçtiğim bir netflix filmi. Prodüksiyon olarak süper etkileyici olmasa da politik/popüler filmler kuşağının iyi bir örneği olduğunu düşünüyorum. Biraz göze parmak ve zaman zaman biraz basite indirgeyen olduğunu düşünsem de, devlet ve halk arasındaki çatışmaları her yönüyle gösterebilen, cesur bir film. İlk izleyiş de bir tık liberal tarafın propagandası gibi geliyor ama internetten işin aslını araştırınca da filmde anlatılan şeylerin çoğunlukla doğru olduğunu öğreniyorsunuz. – Ömercan.

The Trial of Chicago 7 bu yıl izlerken en çok keyif aldığım filmlerden. Kimi zaman sorumluluk almayı reddetse ve sorunun kökenine inmese bile, evet tüm bunlara rağmen, politik tavrı bir kenara bıraktığımızda hoş replikleri ile de sevilecek bir eser. Ancak en takdire şayan özelliği şüphesiz kurgusunun güzelliği ve art arda gelen iki sahnenin bizi nasıl kahkahalara boğabiliyor olduğu. Bir de tabii tarihin bir kesitine pek çok farklı yönden bir bakış atmış oluyor ve mahkeme salonunun tansiyonu içinde buluyoruz kendimizi. Nereden baksak izlemesi kazan-kazan bir filmdi. – Ruken.

Borat: Subsequent Moviefilm

Borat teknik olarak bir film mi, o bile tartışmaya açık. Keza filmde yer alan bazı isimler, bir filmde yer aldıklarını bile bilmiyorlar. Ama sanatçının cesareti ve işlenen konuların güncelliği seyirciyi bu deneysel ve çılgın çalışmaya hayran bırakıyor. İlkini izlemedim, o yüzden belki de ilki filmi izleyenlerin izlediği duygular bende henüz yeni gelişti. Ama geç de olsa Borat’ın sivriliği beni de ele geçirdi. – Ömercan. 

The Devil All The Time

Tom Holland, Robert Pattinson, Bill Skarsgard ve Sebastian Stan gibi tanıdığımız ve sevdiğimiz birçok ismi içinde barındıran The Devil All The Time, 2020 yılında çıkan filmler arasında benim açık ara en sevdiğim film oldu. Netflix’ten beklemediğim derecede kaliteli bir yapım olduğunu düşündüğüm bu filmi, izledikten sonra Tarantino filmlerine benzettim. Bunun yanında, oyuncu kadrosu ve oturaklı senaryosuyla da kalbimi kazandı diyebilirim. Robert Pattinson’un “Delusions!” dediği sahne hâlâ aklımdan çıkmadı, dün izlemiş gibi hatırlıyorum. – Yağmur.

2 Comments

  1. Biraz ukalalık yapayım. Bu sene Marvel filmleri adına The New Mutants çıktı, kastınızın MCU olduğunu biliyorum ama 2009 da o manada boş geçilmişti efenim :D.

    Sinemadan bahsedecek olursak Last Night in Soho’dan tutun The French Dispatch’e neredeyse her beklediğim film ertelendi. Üstüne The Enemy ve Incendies ile kalbimizi çalmış Villeneuve üstadın Dune’u da on beş sene gibi bir süre ertelenince tadımız kaçmadı değil. Bütün bunlardan sonra 21. yüzyılın dahi sinemacısı Charlie Kaufman’ın I’m Thinking of Ending Things’i de potansiyelinin altında kalınca uzun metraj sinema bazında 2020 iyice silik geçti. Arada Tenet gibi bütün hatalarına ve ucuzluklarına rağmen büyüleyici bulduğum bir cevher ile beraber hoş filmler gelmedi değil. Ancak senenin başındaki beklentimizden çok uzak geçtiği de aşikar.

    Bir de sene sonunda Geekyapar!: The Next Generation hakkında da biraz bahsetmek istiyorum. Halit, Meltem ve Aslı iki seneye yakın bir süredir aktif bir şekilde sitenin bünyesinde yazarlık yapsa da hafızam beni yanıltmıyorsa ilk kez bu sene baştan sona oturaklı bir şekilde götürdüler. Öncelikle bu kadar gündemsiz geçen bir senede bu kadar yüksek miktarda içerik üretmenizi takdir ediyorum. Meltem ilk geldiğinden beri eski ekibin bir imitasyonu olmak yerine kendi zevkleri, kendi entelektüel birikimi ile orijinal ve özelikle Türk geek medyasında görmeye alışık olmadığımız yazılarla karşımıza çıkıyor. Eline sağlık, her yazınla üstüne koyuyorsun. Halit ise geniş hobi skalası ve akıcı dili ile Yiğitcan’ı hatırlatsa da son aylarda kendi tarzını yakaladı. Böyle devam! Bir de imla hatalarını azaltırsa süper olur 😀 Aslı ile kendi kişisel zevklerim asla uyuşmasa da (Bojack hariç, Bojack candır) geek dünyasının farklı bir yüzünü çok temiz bir şekilde temsil ettiğini düşünüyorum. Asıl yeni yazarlara gelecek olursak, Furkan hakkında olumsuz söyleyecek hiçbir şeyim yok ancak yazıları akılda kalıcı değil. Misal vereyim “Yağmur yazısı” deyince aklımda bir şey canlanıyor ama Furkan’ın yazılarının birazcık daha ruha ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Yağmur demişken; linç kültüründen nefret eden, sevdiği mecralarda yeniliğe oldukça açık ve Geekyapar!’ın yorumlar bölümünde Kafa Patlatmaca savunmuş (ki bence tertemiz programdı) biri olarak maalesef çok zayıf buluyorum. Kendisinin heyecanını her yazıda hissediyorum ve bunu tatlı buluyorum. Ancak kendisini Geekyapar! sayfalarının vaat ettiği kültürel birikimden şimdilik yoksun olarak görüyorum. Birçok incelemesinin de çok tek boyutlu olduğunu düşündüğümü de ekleyeyim. Buna rağmen demin de bahsettiğim enerjisi yazılarına iyi yansıyor ve akıcı bir dili var ama yine de Tokyo Ghoul, Kimi No Na Wa, Weeknd, Taylor Swift ve Blind Guardian’ı aynı anda sevmezsin ya. Birini guilty pleasure olarak seversin anlarım da hepsini aynı anda beğenmek… Zevkler ve renkler bir yere kadar, bu sitede daha rafine zevklere sahip bir editör görmek isterdim. Olsun sezar’ın hakkı sezar’a üç sene sonra Yağmur’dan çok daha iyi sözlerle bahsedeceğime eminim. Ruken’e ise her yazısında daha çok ısınıyorum. Azılı bir Avatar hayranı olarak Dragon Prince’ten memnun kalması şaşırtsa da diğer yazarlardan farklı tarzda zevkleri ve gittikçe oturan kendi yazım tarzı ile çok güzel bir yolda ilerliyor bence. Yağmur’da da bulunan heyecana sahip olması ve bunun yazılarına yansıması ne kadar mutluluk verici olsa da tek boyutluluk eleştirim Ruken için de geçerliliğini koruyor. Buna rağmen Yağmur’un aksine kendi sınırlarının farkında olup daha mütevazı yazılar yazmasından ötürü okuyucuyu rahatsız etmiyor. Ki bu eleştirinin de zamanla kaybolacağından eminim, ne de olsa geek insan her zaman kendini geliştirir 😀 Yağmur’un üzerine çok gittiğimin farkındayım, umarım kırıcı olmamıştır ve yapıcı bir yorum olarak algılarsın 🙂
    Make Geekyapar Great Again! projesi kapsamında çok güzel ilerliyorsunuz, elinize, klavyelerinize sağlık.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      İyisiyle ve de kötüsüyle bütün eleştirilerinizi okumak çok güzel, hepsini bir köşeye yazıyorum kendi adıma. Keşke bu şekilde çok daha fazla yorum okusak, ne mutlu olurdum. O sebeple yazdığınız yorum için teşekkür etmek istiyorum. 🙂

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.