Netflix Türkiye’ye geldiğinden beri bir hayalimiz vardı. Netflix’e özel yapımlar çıkartalım, televizyonlarda aradığımız kaliteli internet platformlarında bulalım. Bu sebeple şu yazımızdaki içerik haberleri çıktığında baya bi’ heyecanlanmıştık. Gelin görün ki Netflix’te dün yayınlanmaya başlayan 9 Kere Leyla filmi, “acaba biraz daha mı beklesek?” dedirtti.
9 Kere Leyla, genç sevgilisiyle birlikte olmak için eşini öldürmeyi deneyen ancak başaramayan bir adamı anlatıyor. Aslında birkaç şey daha anlatıyor ancak orası spoiler olur. Hatta filmin sonunda anlıyoruz ki aslında o dediğimi de anlatmıyormuş ama, orası hayli hayli spoiler olur. O yüzden direkt filmin spoilerlı inceleme kısmına geçiyorum.
Bu Kimin Filmi?
Filmin konusu Haluk Bilginer’in canlandırdığı Adem’in, Demet Akbağ’ın canlandırdığı Leyla karakterini öldürüp, Elçin Sangu’nun canlandırdığı Nergis ile evlenmeye çalışma çabası olarak sunuluyor. Film boyunca Adem’i izliyor, onun şarkılarını dinliyor ve bir anlamda onu destekliyoruz. Nergis’in Adem’i parmağının ucunda nasıl çevirdiğine tanıklık ediyor, yani Türk komedilerinde klasikleşmiş cilveli kadın – yaşlı erkek dinamiğini izliyoruz. Bu hikaye örgüsünden siz de sıkılmadınız mı? Çok atfedersiniz de sene olmuş 2020, hala karısını daha genç biriyle aldatan erkeklere mi gülüyoruz, hoşgörü gösteriyoruz? Biraz daha yaratıcılık rica edeceğim, ben buna gülmemekten sıkıldım.
Daha sonra bir de Lilith’in yazmaları ve Mahdum meselesi var. Avukat var, sağlıkçılar var. Bazı şakalar bize değil sanırım, mesela senarist sağlıkçının çok konuşması herhalde film camiasında olanların gülmesi için yapılmış bir şaka. Tamamdır kabulüm, her şaka bana olmak zorunda değil. Benim problemim şu ki bu yan karakterler arada girip hikayeye çok da önemli bir şey katmadan gelip geçiyorlar. Bu karakterlerin Lilith’in hikayesi çerçevesinde birer göndermeler olduğu gerçeğini kenara ayırırsak, ki bunu ayrıca takdir etmek gerekir, filmin ana hikayesine kattıkları çok bir şey yok, gülelim diye oradalar. Mahdum’un Lilith yazmaları er ya da geç ana hikayeye bağlansa da aslında yazmaların değerli olmadığının ortaya çıkmasıyla tüm anlamını kaybetti. Yani yan karakterler olmasalar da olurlardı, zaten komik oldukları da tartışılır. Bir tek Mahdum’un “Ben böyle, “işi düştü adam kaçırdı.” demesinler diye düzenli aralıklarla insan kaçırıyorum.” şakasına güldüm sanırım. Var olma amaçları sadece inanışlarda yer alan karakterlere göndermeler yapmakla kaldı.
Filmin başına ve sonuna, vermek istenen mesaja da baktığımızda aslında bu film Leyla’nın yani Lilith’in filmi. Sorun bakalım Demet Akbağ’ın karakteri Leyla filmde kaç kez konuşuyor? Daha doğrusu, Leyla filmde ne yapıyor? Bazı geçiş sahnelerinde Leyla’nın kadınların yanında çalışırken, yardımlaşırken ve eylem yaparkenki görüntülerini görüyoruz. Aslında bir türlü ölememesiyle birlikte Leyla’nın Lilith olduğuna işaret eden ipuçları bunlar, kadınların yanında olması Lilith’in bir feminist ikonu olmasına işaret. Fakat araya serpiştirilmiş ve bağlama eklenmeyen sahneler yerine keşke filmin hikayesine etkisi olsalardı da Leyla ile bir yerde bağ kurabilseydik. Ya da en azından filmin onun da filmi olduğunu anlayabilseydik. Mesela Adem’le daha fazla diyaloğu olsaydı da ilişkilerine dair bir şeyler bilebilseydik. Leyla’yı dans ederken, temizlik yaparken, neşeli ve şen şakrak görüyoruz. Ama sondaki monoloğa bakarsak aslında derin düşüncelere sahip, olgun ve arkasında durabileceğimiz bir karakter, keşke monolog yerine diyaloglarla anlasaydık bunu. Filmde keşke biraz daha Demet Akbağ olsaymış dedirtti.
Üstelik Lilith hakkında bilmediğimiz o kadar çok şey var ki. Lilith’in çocukları kimler, hepsi kırmızı saçlı mı? Peki doğal yolla mı dünyaya gelmişler yoksa doğaüstü varlıklar mı? Hepsi Lilith’e veya iki rakamına takıntılı mı, yoksa Mahdum bir istisna mı? Nergis ile Lilith’in bağı varmış gibi anlatıldı ancak ikisi arasındaki benzerlikler tesadüfte kaldı. Nergis’in narsizmi ve her erkeğin Nergis’den etkilenmesi Elçin Sangu’dan dolayı değil de Lilith’in kanından geliyor olsaydı mesela daha enteresan olmaz mıydı? Filmin sonunda zaten birlikte hareket etmeye karar veriyorlar, boş da bir çıkarım olmazdı bu yani. Filmdeki en ilginç karakterler üzerine gitmemek bir tercih meselesi ancak madem ortaya böyle bir ilginçlik atıldı, keşke devam ettirilseydi.
Feminist Deseniz… Çok Da Değil
9 Kere Leyla’ya gelen ilk yorumlar genellikle kötü olmakla birlikte gözüme birkaç iyi yorum çarpmadı değil. İyi yorumların ortak noktası ise genel olarak “mesajı iyiydi” minvalinde olmaları. Doğru, filmin başında ve sonunda yapılan monologlar feminizmle alakalı mesajlar içeriyordu, kabulum. Fakat bir film mesajını direkt olarak seyirciye söyleme gereği duyuyorsa, yani filmden bu monologları çıkardığınızda mesajı alamıyorsanız, çok da bir önemi var mı?
İnanışlara göre Lilith ve Adem birlikte yaratılmışlardır. Eşit yaratılmış olmalarından dolayı Lilith kendini Adem’e denk görür ve Adem’in kendini üstün görmesini kabul etmez. Adem’in üstünlük çabalarından bıkan Lilith de cennetten kaçıp dünyaya gelir. Bu sebeple de Lilith’in hikayesi feminist bir hikaye kabul edilir. Leyla da monoloğunda buna değiniliyor, hem filmin başında hem de sonunda Adem ile çamurdan doğduğundan bahsediyor. Nergis Adem’den neden boşanmadığını sorduğunda Lilith biraz da Havva’ya gönderme yapıp “evinin kadını” olup herkesin beklentileri karşılamayı denediğini ama bunun da işe yaramadığını söylüyor. Lilith’in yaratılışı ve temsil ettiği şeylere değinilmesine sevindim ancak bunun monolog şeklinde değil de filmin içinde uyarlanmasını tercih ederdim.
Mesela Lilith’in kendini erkeklere eşit görmesinden dolayı “mesleklerin önüne kadın koymak ne kadar saçma, değil mi?” cümleleri serpiştirilmiş. Filmin konusunda mesleklerde kadın erkek eşitsizliğine dikkat çekecek bir unsur olmadığı için bu mesaj havada kalmış. Mesleklerde kadın – erkek eşitliği mi istiyorsunuz? Filmde on erkek iki kadın oyuncu var, isterseniz önce oraya bir bakalım. Film Bechdel testini bile zar zor geçerken bu tip mesajların düz cümle olarak verilmesi çok samimi gelmedi. Bakın şunu da anlıyorum, film gizliden gizliye Lilith hakkında olmasına rağmen Adem’e odaklanması kendi içerisinde yine kadın erkek eşitsizliğine yapılan meta bir gönderme; erkek egemen dünyada kandın kendi hikayesinde bile başrol olamıyor. İyi de, günün sonunda yine kadınların az olduğu bir film çıkıyor ortaya. Burada ikilemde kaldım, belki monologda üstüne basa basa söylemeselerdi bu kadar sitemkar olmazdım.
Leyla’nın monologlarında en dikkat çeken mesajlardan biri de “erkekler öldürür, kadınlar sever” kadara basite indirgenebilir. Bir kere zaten feminizm genellemelere karşı bir akım, onu bir kenara bırakıyorum, yazımızın konusu o değil. Filmin bu mesajında kadın cinayetlerine dikkat çekilmeye çalışılmış, ne güzel. Ama sanki tam da olmamış. Filmde karısını öldürmeye çalışan bir adam var ama bu hikaye örgüsü komedi unsuru haline getirildiği için adamın başarısızlığına, yani karısını öldürememesine gülmemiz amaçlanıyor. Adem karısını öldüremedikçe ya “Adem sen de ne salak adamsın” diyoruz veya kadının neden bir türlü ölmediğine kafa yoruyoruz. Hep komedik unsurlarla öldürülmeye çalışılıyor Leyla, hani bir sürü sabuna basıp kayıp düşsün veya kafasına kocaman saat düşsün. E nereye gitti feminist mesaj? Bir adamın eşini öldürmeye çalışmasını komedi unsuru yapan bir filmin sonunda monolog halinde “kadın cinayetleri kötüdür” duymak biraz garibime gitti diyebilirim, ikisi birbirine uymadı. Ya olay monologdaki gibi ciddiye alınsın ya da komedi unsuru devam etsin, Adem cehenneme gittiğinde orada dersini alsın. İkisi bir arada olmamış.
Müzikal Deseniz… O Da Değil
Bakın ben müzikalleri severim, gerçekten severim. Ancak şarkılar hikayeyi geliştirdiği zaman müzikaller daha zevkli oluyorlar. Adem ölümle karşı karşıya geldiğinde bayılmasıyla başlayan şarkılar, iki saatlik film süresinde bana fazla geldi. Leyla’yı öldürme fikrinin aklına geldiği ilk şarkı haricinde hikayeyi ilerletmeyen bu şarkılar hep aynı kişi ve formatta söylendiği için müzikal formatından çıkıp rüya sekanslarına döndüler. Hal böyle olunca müzikalmiş diye sevindiğim filmin sonunda hevesim kursağımda kaldı. Üstelik bir değil iki değil, Leyla’yı her öldürdüğünde aynı sahneye döndüğümüz için de bir süre sonra eğlenceli olmaktan da çıktı. Aynı beyaz fon, aynı ana karakter, aynı şarkı ritim. Tamam her Adem farklı bir şeyi temsil ediyor, farkındayım. Ancak arkadaşlar her cinayette aynı tipte şarkıyla bunun anlatılması, üstelik dayının çocuğun üstüne düşmesi ve beyaz arka fonda bunun yapılması bir süre sonra sizi de sıkmadı mı?
İyi Şeyler Deseniz… Onlar Da Var
Filmi sevenler oyunculuklar iyi demiş. Zaten bu da çok bariz değil mi? Haluk Bilginer var, Demet Akbağ var daha ne olsun. Tüm oyuncular kendilerine verilen karakterler ile az çok bir şeyler başarmışlar. Elçin Sangu beklediğimden de iyi çıktı; bencil, yüzeysel, sığ ve manipülatif metres rolünde gayet de başarılıydı.
Bir de filmde imge ve inanışların hikayelerinin kullanımı epey yoğundu. Hikayedeki her karakter daha önce de bahsettiğim gibi Lilith ile Adem’in hikayesine yapılan göndermelerdi. Erkek çocuk ve inanan anlamına gelen Mahdum, Hızır ve İlyas’ın ambülans şoförü olmaları, Haris’in avukat olması çok değerli göndermeler. Bunları bu yazıda açıklamam mümkün değil, rica edeceğim onun için Deniz‘e başvurun kendisi yeterince istek geldiği takdirde size uzun uzun anlatabilir. Aynı şekilde ilk günah olan elmalar, Mahdum’un ikiz yaratılmasından gelen çift takıntısı ve Adem ile Leyla’nın evindeki tablolar hikayeye dair ipuçları verdikleri gibi arka planda bile olsa sanat görmemiz hoşuma giden unsurlardan oldu.
9 Kere Leyla’yı izledikten sonra aklımda kalan tek cümle “kızmadım ama hayal kırıklığına uğradım” oldu. Ezel Akay’dan beklediğimiz güzel müzikler ve seyif zevki yüksek ve mesajını yerinde veren hikayelerden eser yoktu. Onun yerine tekrara düşen sahneler, içinden çıkılmayan filmin bile kâle alınmadığı hikaye örgüsü vardı.
Peki siz 9 Kere Leyla’yı nasıl buldunuz?