Mağduriyetin dünya üzerindeki en önemli döviz kuru olduğu, medyanın da ayıp tespit edebildiği ölçüde kıymet iddia edebildiği günlerden geçiyoruz. Herkesin birbiriyle konuşmaya başlamasının üzerinden on yıl ya geçti, ya geçmedi. Bu esnada birbirimize söylediğimiz çoğu şeyin samimiyetle örtüldüğü için kabul edilen kabul edilemez laflar olduğunu fark ettik, bu kabul edilemez laflar internetin duvarsız iletişim kanallarına konulunca epey eğreti durdular ve birileri bu karmaşadan haklı ayrılmanın en temiz yönteminin kendini kurban kesmek olduğunu hissedip taarruza kalktılar.
Bunlar doğal, iletişim dediğin zaten iletişerek oturtulan bir şey. Birbirimizle konuşmaya devam ettikçe elbet mutlu bir orta nokta bulacağız; ancak o dakikaya kadar da çekmemiz gereken birkaç çile var. Bunların başında da sansasyonalist basın geliyor. Sarı basın, en ilgi çeken haberlerinin “Yazıklar Olsun” başlığıyla atılanlar olduğunu fark ettiğinden beri muhteşem bir ayıplama yarışı içerisinde, bunun çok büyük bir bölümü hak eden ayıplamalara denk geliyor. Bir bölümüne ise bakan kimse anlam veremiyor.
The Simpsons’ın stereotip karakteri Apu’ya yöneltilen eleştiriler gibi.
Eleştiri-ler diyorum, ancak bu konuda salim bir vaziyette yapılan en büyük eleştiri New York Times gazetesinden geldi. O gün bugündür de mesele gri bir boş alanda yalpalayarak konuşuluyor. Bizim konuyla ilgili bir fikrimiz var elbet, ama geçtiğimiz gün meselenin başlangıcı New York Times sormuş üstada. Üstad da çiçek gibi yanıtlayınca, bize gerek kalmamış.
“Durum özel olarak Apu ile ilgili değildi. Bizim kültürümüzle ilgili genel bir durum var ortada. Bu son yirmi beş yıla dair fark ettiğim bir şey. Her hafta, o haftaya ait bir skandal çıkıyor ve insanlar ayıplıyor ve bu geliyor ve gidiyor. Bir süre boyunca, inanılmazdır ama çocukların annelerinin çantalarından çeyreklik çalıp atari salonlarına gitmesi büyük meselemizdi ve herkes bunun uygarlığın sonunu getireceğinden emindi. Kimse bunu hatırlamıyor, çünkü takriben bir hafta sürdü. Sanırım özellikle şu an, insanlar gergin ve öfkeli ve güçsüz hissediyor, ancak yanlış savaşları seçiyorlar. […] Apu muhabbeti bana kötü hissettiriyor, çünkü başka insanlar kötü hissediyorlar. Ama öte yandan, kirlendi artık – tüm konuşma, tüm konuşmada bir nüans kalmadı artık. Her şey çok, çok hantal.”
Groening’in dediğinin üstüne diyecek bir lafım dahi yok benim. Daha doğrusu, bu konuyla ilgili yok. Apu bir Hint stereotipidir, ancak negatif bir stereotip değildir. The Simpsons’ın ana aile dahil tüm karakterleri stereotiptir zaten. Aptal şişman ve tembel orta yaşlı Amerikan aile babası, şımarık ve kural tanımaz sorun çıkartan erkek çocuk, akıllı ve çalışkan kız çocuk, hepsini sineye çeken cefakar anne, aşırı dindar yan komşu, donut seven şişman ve embesil polis, içmekten ağzı yumulmuş kasabanın kadrolu sarhoşu, sert erkek İskoç hademe, devamlı zina kovalayan yozlaşmış politikacı, şişman İtalyan mafyası…
Bütün bunların arasında Apu’nun çekilip “ayıptır” denmesi, Groening’in işaret ettiği “haftanın skandal ayıbı” kültüründen kaynaklanıyor. Matt abimiz de çok güzel anlatmış, altını çizmiş zaten. Artık konuyu kapatalım, başka çayırlara doğru koşalım derim. Ne dersiniz?