Hepimiz bir yerde ve bir zamanda ‘yeni nesiller yetiştirmek’, ‘gelenek ve göreneklerimizi yeni nesillere aktarmak’ yahut ‘nesilden nesile taşınmak’ gibi ifadeler duymuşuzdur değil mi? Hatta bizzat bu fakir de bazı yazılarında bu tabirlerden bir ya da birkaçına başvurmuştu. Bir mesele hâline getirmediğimiz sürece aslında sarih ifadeler gibi görünüyor değil mi? Bir şeyi, kendimizden sonra yetişecek olan bireylere aktarıyoruz. Fakat yazı serimizin teması nesiller olunca, şu nesilden nesile aktarma işini bir mesele hâline getirebiliriz diye düşündüm, ne dersiniz?

Ufak bir giriş yapıp, konu hakkındaki farklı yaklaşımları bilgim dâhilinde ve dilim döndüğünce açıklayacağım. Ama öncelikle konuştuğumuz aktarma işinin formel eğitimi, yani modern anlamda okulu ve bilimsel eğitimi kapsamadığını; daha ziyade geleneksel bilgilerden bahsedeceğimizi vurgulamam gerekiyor.

Yeni nesiller yetiştirmek derken okulu ve bilimsel eğitimi de kastedebiliyoruz ama gelenek ve göreneklerimizi yeni nesillere aktarmak deyince, daha çok kültürel bir durumdan bahsettiğimizi söylemek çok da yanlış olmayacaktır sanırım. Peki, nasıl oluyor bu aktarma işi? İçine doğduğumuz yerin kültürel özelliklerine baştan uygun olarak mı doğuyoruz, yeni doğan çocuğun beynini açıp içine bilgiler mi koyuyoruz; ortama yeni biri gelince üstünde baskı mı kuruyoruz, hiç beklenmedik bir anda omzunun üzerinden mi fısıldıyoruz; yoksa karşımıza alıp “Bak güzel kardeşim” ile başlayan cümleler mi kuruyoruz?

Kültürel Bilgi

Screen_Shot_2017-02-06_at_11.31.04_AM

Bir kere baştan anlaşalım, kültür, öğrenilen bir şey. Yani kimse kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağın başında kendi kendine kültür yaratmıyor. Demek ki kültür, aynı zamanda paylaşılan da bir şeymiş. Kültürün nereden öğrenildiği konusuna birazdan geleceğiz ama oraya varmak için bu kısmı atlatmamız lazım. Kültürün öğrenilen ve paylaşılan bir şey olması demek, bireylerin kültürü olamaz demek değil bu arada, orada da bir yanlış anlaşılma olmasın. Aksi hâlde nasıl “birey kültürü” veya yine küçük bir grup özelinde “aile kültürü” gibi kavramlarımız olurdu? Şimdilik kültürel bilginin öğrenilen ve paylaşılan bir şey olduğunu söylesek yeterli olacaktır.

Kültürel bilgi dediğimiz şeyi, en basit hâliyle neyi, nasıl yapacağımızın bilgisi olarak özetleyebiliriz. Mesela bütün canlılar olarak yemek yiyoruz ama nasıl yediğimiz çoğunlukla bizim yaşadığımız yer, zaman ve toplum hakkında net bilgiler verebiliyor. Yer sofrasında mı yiyoruz, çatal bıçak mı kullanıyoruz, tatlıyı tuzluyla mı karıştırıyoruz, çok mu acı tüketiyoruz, yemek yerken ağzımızdan ses çıkartmamız normal karşılanıyor mu, kaşığımızı kâsenin içine koyarsak ne anlama geliyor gibi bir dizi sorunun cevaplarından hareketle ulaşabiliyoruz bu bilgilere de.

Bu kültürel bilgi dediğimiz şey bazı durumlarda diğer bilgi türlerinden de önemli olarak görülebiliyor. Çünkü insanlığın başlangıcından bu yana önemini yitirmeyen bazı özellikleri var. Mesela geleneksel toplumlarda bu bilgiler aslında kelimenin tam manasıyla temel hayat bilgisidir. Her türden bilgiyi içine almaz, hayatta kalabilmek ve hayatta kalabilmeye devam edebilmek için elzem olan bilgileri önemser. Biraz Sherlock Holmes’ün gezegenler hakkında bilgiye sahip olmayıp bunları öğrenmeye çalışmayışının yanı sıra tütün çeşitlerini, yetişme yer ve şartlarını çok ayrıntılı olarak bilmesine benziyor bu durum. Beynini kendisi ve mesleği için önemli olan bilgilere ayırmak istiyordu bunu yaparken. Tabii Sherlock yapınca cool oluyor ama Şehriban ninem söyleyince garipsiyoruz, orası ayrı.

Robert-Downey-Jr-Jude-Law-Sherlock-Holmes

Kültürel bilgi de işlevsel bir bilgidir, yani bu bilgilerin hepsini aktif olarak kullanırsınız yahut kullanmak zorundasınızdır. Örnek verelim: Geçim kaynağınız tarım ise bitkiler, meyveler ve sebzeler hakkındaki bilgileriniz yoğun olur. Bunların yetişme basamaklarını bilirsiniz, iklim gibi üretimi etkileyen unsurlara yönelik ayrıntılı bilgileriniz olur. Sonra bunlara yönelik inançlar ve ritüeller geliştirirsiniz, yağmur duaları önem kazanır; bereket, bolluk tanrıları gırla gezer.  Veya bereketi kaçıran şeyleri uğursuz, lanetli olarak görürsünüz ve tabularınız olur. Bunların hepsinin bir birleşimi, sizin toplumunuzun geleneksel bilgisini oluşturur. Ve bunları sizden sonra gelecek olan nesillere aktarmanız da elzemdir.

Kültürel bilgi dediğimiz şey sadece karnımızı doyurmak veya geçimimizi sağlamak gibi sebeplerle hayatta kalmaya yardımcı olmaz. Kişinin hayatını sorunsuz bir şekilde devam ettirebilmesi için uyum sağlaması gerekir. İşini, gücünü yapabilmesi için toplumdaki diğer bireylerle az çok iyi geçinmesi gerekir. Kişi kültürel bilgiyi öğrenirse eğer, nerede nasıl davranması gerektiğini de öğrenmiş olur, ne yaparsa ne tepki göreceğini de öğrenmiş olur. Bu bakımdan kültürel bilginin aktarılması vazgeçilmez bir hâl alır.

Kültür üzerine kafa yoran insanlar, bir noktadan sonra (ki bu bir nokta 150’yi aşkın farklı kültür tanımı oluyor) bu kültürel bilgi dediğimiz şeyin nasıl öğrenildiği ve nasıl paylaşıldığı hakkında da araştırmalar yapıyorlar, yazılar yazıyorlar, teoriler üretiyorlar.

Sözlü Aktarım

tumblr_inline_o7mup2vq9L1qkw7rm_1280

Kültürel bilgi, sözlü olarak aktarılır diye oldukça popüler ve kabul edilen bir görüşümüz var. Sözlü olarak aktarmak da direkt olarak yüz yüze iletişim kurmak anlamına geliyor. Buna göre de aslında hep tekrar ettiğimiz gibi öğretim, ailede başlıyor çünkü ilk – ve bir süreliğine  yüz yüze iletişim kurduğumuz tek – kişiler ebeveynlerimiz. Tabii çocuğun büyümesiyle yeni ortamlara girmesi, dolayısıyla da iletişim kurduğu kişilerin önce yakın çevreye, sonra da uzak çevreye dönüşmesi söz konusu oluyor.

Burada sözlü aktarılan bilginin illa da açıklayıcı, öğretici veya dayatıcı olması gerekmiyor. Sözlü aktarımın içine masallar, ninniler, efsaneler, fıkralar, atasözleri gibi pek çok sözlü anlatı da giriyor. Şu an 21. yüzyılda bile hayata dair bilgilerimizin çok büyük bir bölümünü sözlü aktarımla öğrendiğimizi söylersek hem sözlü aktarımın ne derece önemli olduğunu hem de bu görüşün neden oldukça popüler ve kabul gören bir görüş olduğunu açıklamış oluruz sanırım.

Her şey söz ile başlıyor ve söz ile devam ediyor. Bir yerden sonra belki beynimize bilgileri kimyasal bir formül eşliğinde zerk edersek bu durum ancak o şartlar altında değişebilir. Bir gün bir yerde anneannelerinizin, dedelerinizin yahut bilumum akrabalarınızın telkinlerinden; size neyi yapıp neyi yapmamanız gerektiğinin söylenmesinden bunalırsanız, sözlü aktarımla ilgili bu yazdıklarımı aklınıza getirin, daha hoş karşılama ihtimaliniz olacaktır.

Taklit veya Gözlemle Aktarım

edd6fceb-c9b9-40d9-8716-b3d138aed256-df-24018

Nesilden nesile aktarım konusunda öne çıkan görüşlerden bir tanesi de, bu bilgilerin çoğunlukla taklit veya gözlem yoluyla yeni nesillere iletildiğini vurguluyor. Yani birey doğumundan itibaren çevresindeki diğer bireyleri gözlemliyor ve onların yaptıklarını taklit ederek kültürünü öğreniyor.

Annesinin erkeklerin yanında nasıl davrandığını gören kız çocuğu, büyüdüğünde annesi nasıl davranıyorsa o şekilde davranmaya devam ediyor veya abisinin arkadaşlarıyla vakit geçiren erkek çocuğu, daha sonra büyüdüğünde kendi arkadaşlarıyla vakit geçireceği zaman abisinin yaptıklarını tekrarlıyor. Başka bir bireyin, bir davranıştan ötürü toplumdan olumsuz bir tepki aldığını gören çocuk, kendisi bu davranışı tekrarlamamaya çalışıyor. Böylelikle kültürel kurallar ve davranış kalıpları nesilden nesile aktarılıyor. Çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için önce anne – babanın evde kitap okumasını tavsiye etmek boşuna değil yani.

Özellikle meslekî ve teknik bilgilerin aktarımında taklit ve gözlemin büyük bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bunlar sadece telkinleri içermiyor, neyin nasıl yapıldığı birincil kaynaktan tecrübe ediliyor ve sonrasında deneme – yanılma olarak özetleyebileceğimiz bir basamaktan geçerek bireyin kendisi tarafından da uygulanıyor. Usta – çırak ilişkisi, bu noktada nesilden nesile bilgiyi aktarabilmek için önemli oluyor. Çırak, yani bilgiye talip olan kişi, bu bilgiye sahip olan kişiyi uzunca bir dönem izliyor. Sonra, onun yaptığı şeyleri aynı şekilde yapmaya çalışıyor. Bu konuda bir beceri kazanınca da bu sefer kendi üslubunca, kendi başına yeni bir şeyler üretmeye başlıyor. Özellikle sanatçılar için zaman zaman alevlenen bir alaylı – okullu tartışması vardır; bazı insanlar alaylı olanların daha iyi veya daha yaratıcı olduğunu söylerler. İşte bu görüşün de arkasında bu aktarıma verilen önem yer alıyor.

Kalıtsal Aktarım

Ned-with-Arya-and-Robb-lord-eddard-ned-stark-31155125-624-352

Konunun uzmanlarınca pek de itibar görmeyen bu görüşü çoğunlukla sosyobiyoloji adı verilen alanla ilişkilendiriyoruz. Kültürün nesilden nesile kalıtsal olarak aktarıldığını savunanlar, Darwin’in fizyolojik evrim teorisinin, kültür için de geçerli olduğunu söylüyorlar. Yani onlara göre evrim yalnızca genleri değil, psikolojik, toplumsal ve kültürel özellikleri de kapsıyor.

Kalıtsal aktarıma göre sosyal davranışlar da tıpkı fiziksel özellikler gibi zaman içinde eviriliyor. Başarısı kanıtlanan davranışlar sonraki nesillere aktarılıyor, kanıtlanmayanlar ise unutulup gidiyor. Sosyal davranışları da bir nevi bireyin genlerini, genel nüfus içerisinde korumaya yönelik bir çabası olarak görüyorlar. Belirli genler veya gen birleşimleri, belirli davranışsal özellikleri taşıyor ve böylece de nesilden nesile aktarıyor.

Genel eğilimle toplum bilimleri insanların,  refleksler ve içgüdüsel davranışlar dışında, doğuştan gelen yatkınlıkları veya zihin kapasiteleri olmadığını düşünür. Bu bakımdan mesela çocukların cinsiyete dayanan farklı davranışlarını toplumdaki cinsiyet rollerine, ebeveynlerinin onlara bu cinsiyet kabullerine göre davranışlarına bağlarlar. Yani anne – baba erkek çocuğa oynaması için araba verdiği için, erkek çocuklar arabalarla oynar gibi bir çıkarım yapabiliriz. Ancak sosyobiyologlar, bebeklerin doğuştan gelen davranışsal farklılıkları olduğunu düşünüyor. Ebeveynler de buna göre bilinçdışı da olsa, erkek ve kız çocuklarına farklı yaklaşıyorlar.

Tabii kalıtsal kültür aktarımının çoğunlukla haklı olarak eleştirilen yönleri var. Çünkü bu teori, sosyal iletişim ve bağlamı tamamen yok sayıyor gibi görünüyor. Öte yandan işin bir de eğer bu kültürel kodlar doğuştan geliyorsa ve belliyse, değiştirilemeyecekleri veya değiştirmeye yönelik çalışmalar yapılamayacağı boyutu var. Hâlbuki toplumların zaman içerisinde gelişen sürekli bir değişim hâlinde olduklarını biliyoruz.

Son Söz

1492-batman-looking-at-gotham-city-wallpaper-wallchan-1440x1050

Kültürel aktarımın nasıl gerçekleştiğiyle ilgili bütün bilgilerimiz ve konu hakkındaki düşünceler elbette ki bu saydıklarımızla sınırlı değil. Ancak sayfa sayımızın ve yazımızın bir sınırı olacağı için, üzerinde en çok konuşulan, tartışılan teorilerden bahsetmeyi yeterli gördüm. Bir de son olarak şunu söylemek istiyorum, bu başlıklara ayırıp anlattığımız veya yer vermeyip anlatamadığımız görüşler ne birbirlerinden bağımsızlar ne de hayatı etkileyen diğer bütün etkenlerden. Coğrafya, iklim, ekonomi, yönetim şekli, din, psikoloji ve aklınıza daha ne gelirse, alabildiğine geniş bir etkileşim söz konusu. Bizim için önemli olan, kültürün, her ne olursa olsun, bir şeyi nasıl yaptığımızı ifade ediyor olması. Dolayısıyla kültürel bilginin içinde hayatımızda karşılaştığımız herhangi bir unsur yer alabilir. Bu unsurların kapladığı yer ve zamanın şartlarına göre, aktarım da genişleyip değişebilir. Ben nesillerden bahsettiğimiz bu üçüncü yazımızda geleneksel aktarım üzerinde durmayı tercih ettim.

İçinde kültürün olduğu konulara kafa yormayı ve konuşmayı ayrıca bir seviyorum. Akademik uğraşın yanı sıra, kültür, benim için başlı başına bir geeklik alanı diyebilirim. O yüzden eğer kaynak – okuma önerisi isteyeniniz veya bana kaynak ve okuma önerisi vermek isteyen olan olursa sakın çekinmeyin. Aynı zamanda sizlerin de belirteceği başka başka şeyler varsa ne güzel, yazın, konuşalım!

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.