Niye mezartaşı kitapları? Çünkü eğer bu kitapları okumadan ölmek gibi bir planınız varsa, kendinize geek falan diyemezsiniz. Bu yazı dizisinde geek külliyatının klasiklerini ele alacağız. Bilim kurgu, fantastik; çizgi, basılı… Sınırımız yok. Tüm efsaneler burada, elimizden geçecekler. Okunması için yaratılmış olsunlar yeter. Tartışmaya her zaman açığız. Bu haftanın konuğu, Alan Moore ve Dave Gibbons’un başyapıtı. Watchmen.

Bundan sekiz sene önce okuduğum, bende en derin iz bırakan çizgi romanlardan Watchmen hakkında konuşmaya başlamak, şu sözleri alıntılamadan mümkün değil gibi geliyor. Rorschach‘ın, hapishanede görüştüğü psikologa, doğuş anını anlattığı şu kelimeler:

Watchmen 3

“İnsan yağıyla ağırlaşmış dumanın arasından gökyüzüne baktım ve Tanrı orada yoktu. Soğuk, boğucu karanlık sonsuzluğa doğru gidiyor ve biz yalnızız. Yaşamlarımızı yaşıyoruz, yapacak daha iyi bir şey bulamıyoruz. Mantığı sonra uyduruyoruz. Karanlıktan doğuyor, kendimiz kadar cehennemlik çocuklar yapıyor, karanlığa gidiyoruz. Başka hiçbir şey yok. Var oluş rastgele. Uzun süre baktıktan sonra hayal ettiğimizden başka bir anlamı yok. Bizim yüklemeyi tercih ettiğimizden başka bir manaya sahip değil. Bu dümensiz dünya muğlak metafiziksel güçler tarafından şekillendirilmiyor. Çocukları öldüren tanrı değil. Alın yazısı onları kasap gibi kesmiyor, kader köpeklere beslemiyor. Biziz. Sadece biz.”

On beş yaşında bir çocuk için, bunlar fazlasıyla ağır kelimelerdi. Var oluş rastgele. Gerçekten de böyle olabilir miydi? Tüm dünya bir Rorschach testi olabilir miydi? Kafam alamadı birkaç gün. Dönüp dönüp bu kısmı tekrar okudum. Var oluş rastgele. Neredeyse her gün açıp, o sayfayı bulup, tekrar okuyordum. Rorschach’ın karşısındaki doktora bunu söyleyiş şekli, o sükut, o kopukluk çekiyordu beni. Hayret edici geliyordu o mizansendeki bir şey.

“Cuma gecesi, New York’ta bir komedyen öldü…”

Bunun sebebi, o diyalogun, romanın kırılma noktası olması kadar; romana entegre oluş şekliydi de elbette. Rorschach’ın o seanslarda Comedian‘a nasıl saygı duyduğundan söz etmesi, kuşkusuz ki Comedian’a dair gördüklerimizle uyuşuyordu.

Watchmen, taşların sonradan yerine düştüğü bir eser oldu benim için. Belki de Moore’un niyeti hep böyleydi. İngiliz yazar defalarca söyledi Watchmen’in “sinematiklikten en uzak” eserlerinden biri olduğunu. O belli ki kelimeleri bir koltukta, elde kahve defalarca okunsun, gerektiğinde iki üç sayfa geriye gidilsin, gerektiğinde ara verilip düşünülsün diye yazmıştı onları. Benim için o ara, her gün baştan yaşanıyordu. Alan Moore röpörtajları, belgeseller, makaleler okudum günlerce. Kendim de yazdım. Sayfalarca yazdım hem de. İlk okuyuşumdan bir yıl sonra kayıt olduğum Facebook’a ilk koyduğum alıntı yukarıdakiydi. Var oluş rastgele. Bütün inancım, dini ve politik, bu üç kelime üzerine kuruluydu.

Nükleer bombanın gölgesinde hayatlar

Watchmen, yıllar sonra tarih öğretmenleri dönemi anlamak için okuyacak eser aradıklarında ilk ellerinin uzandığı kitap olacak, biliyorum bunu. Soğuk Savaş üzerine çok şey yazıldı ve çok şey çizildi, ama hiçbiri Watchmen kadar kuvvetli değildi. Bu, sizin anlayamadığınız, erişemediğiniz düşmanlara karşı bir şeyler yapabildiğinizi söyleyerek kendi kendinizi avutmanızın hikayesiydi. Moore burada belli ki 60’larda ve 70’lerde toplanan “süper” kahramanlarıyla “Kızıl Tehdit” karşısında toplanan, para toplayan, Vietnam’a giden, propaganda yapan kitleleri tasvir etmeye çalışmıştı. Her şey ilk başta baş edilebilir gözüküyordu belki de.

Watchmen 2

Ama sonra Dr. Manhattan geldi. Nükleer adam. Savaşın seyrini değiştiren Dr. Manhattan‘ın gölgesinde ezilen süper adamlar ve süper kadınlar, nükleer bombanın gölgesinde hiçliğini, önemsizliğini fark eden herkes değil miydi? Rorschach’ın anlattığı hikayede Kitty Genovese Vietnam, apartmanlarından izleyen komşular da TV’den savaşı izleyen tüm Amerika değil miydi? Rorschach insanlara dair umudunu Comedian gibi yitirdiyse, burada soğuk savaşın yarattığı proxy savaşlardı sebep. Kore, Vietnam, Afrika, Güney Amerika, Afganistan‘da Kitty Genovese’ler katledilmiş, çığlıklar arasında öldürülmüş ve tüm dünya seyretmişti. Kendini ayrıştırarak.

Küçük kızı biz öldürmüştük. Kasap gibi doğrayan da, köpeklere yem eden de bizdik.

Watchmen’in saatleri, köpekleri ve maskeleri

Rorscach ve Comedian rastgele var oluşu, Tanrısız dünyayı kabul eden nihilistler ise, Nite Owl ve Silk Spectre da optimistlerdi. Dünyanın her şeye dair yaşanabilir olduğunu iddia edenler. Sonunda Dr. Manhattan’ın mucize tespiti, onları mı haklı çıkarıyordu bilmiyorum. Ama bütün roman boyunca Rorschach ve Comedian öyle ikna edicilerdi ki, içinizde bir karanlıkla ayrılıyordunuz kitaptan. Tünelin sonunda ışık olmadığını biri size göstermiş gibi. Var oluşun rastgele olduğu, çok ikna edici argümanlarla önünüze sunulmuş gibi.

Watchmen bir çizgi roman olmanın tüm avantajlarını kullandı. Kelimelerle anlatsa bayağı veya çiğ kaçacak olayları, Gibbons‘ın harika kalemleriyle sundu bazen. Bazen de kelimelerin anlattığı, yüzeyde başka olan olayları, çizgilerin anlattığı bambaşka bir olayla birleştirip, bağlantı kurdu. İlk sahnede, Comedian’ın ölü bedeninin üzerine konuşan Rorschach gibi.

Watchmen 1

“Seksleri ve cinayetlerinin tüm birikmiş pisliği bellerine kadar yükselecek ve tüm o fahişeler ile politikacılar yukarı bakıp bağıracaklar: “Kurtar bizi!”. Ve ben aşağı bakıp fısıldayacağım: ‘Hayır'”

Bu noktada Gibbons’ın ne derece harika bir iş çıkardığı, bana kalırsa hep atlanan bir detay. Alan Moore bir sihirbaz gibi geliyor bazen bana, seçtiği kelimeler dibimi düşürüyor. Ama Gibbons’ın ondan aşağı kalır hiçbir yanı yok. Dr. Manhattan’ın Mars’taki sürgünü, tamamen onun eseri ve hayran bırakıyor. Hapishane kaçışındaki karanlık hava, yerini hemen sonra bambaşka bir atmosfere bırakabiliyor.

Gibbons ve Moore’un en büyük başarısı da karakterlerin inandırıcılığında belli ediyor kendini. Rorscach, Comedian, Dr. Manhattan, Silk Spectre, Nite Owl… Son sayfayı çevirdiğinizde bunların her birini tanıdığınızı hissediyorsunuz. Tanıyorsunuz da zaten. Bunlar yanlış insanlar ama yanlışlıkları dosdoğru resmedilmiş. Bir yerlerde hata yapmışlar, bir şeyler eğri gitmiş, farkındasınız ama neyin, ne zaman yoldan saptığını ayırt edebiliyorsunuz. Moore kelimeleriyle, Gibbons da o kelimelere kattığı inandırıcılıkla sağladı bu ayırdı.  Bütün bu karakterlere inandıkça, onların gerçekliğine katıldıkça, diğer her şeye de inanıyorsunuz. O nihilizm, o yok oluş o yüzden daha ağır geliyor. Sonuçta bir noktadan sonra kağıdın üzerindeki kelimeler olmaktan çıkıyorlar. Gerçekler onlar bir andan itibaren. Bir defa okundu mu hafızadan silinemeyecek, değişmeyecek derecede gerçekler.

İşte bu yüzden hiç kolay bir eser değil Watchmen. Okuduğum belki de en karanlık eserlerden. Sırf bu yüzden de, mezartaşı kitaplarına adını yazdırmayı hak ediyor.

Çünkü en nihayetinde biz bugün hâlâ sormuyor muyuz gözcüleri kimin gözlediğini?

 

Author

Yalnız olduğunu düşünen, ama bunun uzun sürmeyeceğini bilen bir adam. Bir gün Kaliforniya'nın yeşillikleri uğruna Arizona'daki evini terk edip gitti, geri dön çağrılarına da kulak vermiyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.