Tolkienciler bilir, Orta Dünya bir bataktır. Düştükçe düşesiniz gelir, her daim daha fazlasını istersiniz. Hobbit ile başlayan macera Yüzüklerin Efendisi‘nden geçerek Silmarillion‘a gelir, oradan Bitmemiş Öyküler‘e de bir bakayım dersiniz ve bakmışsınız ki iş Tolkien’in mektuplarına kadar gitmiş. Önünüze Tolkien’in alışveriş listesi gelse okuyacaksınız yani. Blind Guardian adındaki bir grup da bu batağa saplanmış olmalı ki bir albümlerini tamamen Orta Dünya’ya, daha da spesifik olmak gerekirse Silmarillion’a yazmışlar. Konsept albümlerden bahsetmeye başladım madem, Blind Guardian’dan bahsetmeden geçemezdim.
Blind Guardian, 1984 yılından beri müzik yapan saygın power metal gruplarından birisi. Hatta power metal dendiğinde belki de akla gelen ilk gruplardan biri. Buna rağmen, bu yazımda bahsedeceğim Nightfall in Middle Earth albümünde power metal tekniklerinden çok klasik rock tekniklerinin kullanılmış olduğunu söylemeliyim- hatta belki bir miktar Queen’i hatırlatabilir size, zira çok katmanlı vokallerden oluşan birçok şarkı barındırıyor ve çok katmanlı vokal deyince aklımıza Queen’in gelmesi çok normal. Konsept albüm demiştim, bahsettiğim konsept gerçekten de Silmarillion. Evet, albüm boyunca Silmarillion’u okuyor gibiyiz. Bu konsept konusunda o kadar ciddiler ki aralardaki enstrümental parçalar bile kitaptaki bölümler ile direkt olarak bağlantılı. Yani bu albüm adıyla, müzikleriyle, vokalleriyle, kapağıyla Silmarillion konseptini dinleyiciye iletebiliyor.
Kapağından bahsetmek de lazım bu arada, tanıdınız mı? Luthien, Morgoth’un önünde dans ediyor. Ne güzel hikâyeydi be!
Birçok eleştirmen tarafından Blind Guardian’ın en iyi albümü olduğu söylenen Nightfall in Middle Earth’ün içindeki bütün parçaları tek tek tanıtmak isterdim size elbette. Minik bir sıkıntı var sadece, albüm 25 şarkıdan oluştuğu için bunu yapmak pek de mümkün gözükmüyor. Ben de onun yerine size çok sevdiğim ve önemli bulduğum bazı şarkıları önereceğim, neler anlattıklarından ve neden bu kadar iyi olduklarından bahsetmeye çalışacağım. Tabii ki kelimelerim yetersiz kalacak, önceden uyarayım. Bu albümü sevmek için okumanız değil dinlemeniz gerek.
Albüm, First Age’in sonunda Morgoth‘a karşı yapılan War of Wrath adındaki savaşı hatırlatarak başlıyor. Kılıç sesleri, savaş nidaları, çarpışma, tüyler ürperten bir karşılaşma… Bir dakika elli saniye süren intronun sonunda da Sauron‘un efendisi Morgoth’a kaçmasını söylediğini duyuyoruz. Tüyleri diken diken eden bir vokal değil mi gerçekten de? “Karanlık olan düştü gökyüzünden,” diyor Sauron, büyük ejderha Ancalagon‘u kastederek. Morgoth, Sauron’a onu serbest bıraktığını, gitmesini söylüyor ve kendi yenilgisine kadar olan olayları hatırlıyor.
“İki defa söndürdüm ışığı ve iki defa da başarısız oldum.”
War of Wrath, kusursuzca Into the Storm‘a bağlanıyor. Aradaki geçişe hayran olduğumu belirtmeme gerek var mı, hissettiğim heyecan yazıya geçiyor mu? Into the Storm’da da Valinor’dan kaçan Ungoliant ve Morgoth’u takip ediyoruz. Bu parça introdan sonra gelen ilk şarkı olduğu için aslında Blind Guardian’ı ilk defa gerçek anlamda burada duyuyoruz. Albüm bağlamında, grubun sadece hikâyesel değil müzikal yanıyla ilk defa tanıştığımız için bu şarkı çok önemli. Silmarillion konseptini de aslında ilk kez bu parçada ciddiyetle veriyorlar bize, daha ilk sözlerden Silmarillerin varlığını hatırlatıyorlar, akabinde gelişen talihsiz olayları da biz hatırlayıp bir iç çekiyoruz ve devam ediyoruz dinlemeye.
Sayfa 177’yi anlatıyor Lammoth direkt olarak. Ungoliant’a vaadettiği hazineyi vermeyi reddeden Morgoth’un, Ungoliant tarafından saldırıya uğraması akabinde attığı acı dolu çığlığı duyuyoruz. J.R.R. Tolkien, bu sahneyi bize şöyle anlatmış: “Morgoth, yankısı dağlardan dönen korkunç bir çığlık koyuverdi. Morgoth’un sesinin yankısı sonsuza dek yerleşip kaldığı için buralara Lammoth dendi; bu topraklarda yüksek sesle ağlayanları uyandırırdı ve tepelerle deniz arasında kalan ıssız arazi ızdıraplı seslerin feryadı ile dolardı.” Bakın, şu an ben fangirllük yapıyor olabilirim, fakat böyle bir sahneye ses verip albüme koymak bence cesaret ister. Tolkien’in yazdığı birkaç satırdan faydalanarak dinleyicilere okurken hissettikleri şeyleri hissettirmek zorundasınız. Çok kolay bir şey olmamalı bu. Buna rağmen Lammoth çok başarılı bence. En azından ben, bu çığlığı duyduğumda bir şeyler hissedebiliyorum.
İddialı konuşacağım: The Curse of Fëanor, benim için albümün en başarılı parçası. Şu ana kadar bahsetmediğim için ellerim kaşınıyor; hadi, hemen konuşalım. Kitaba aşık birisi olarak çok rahat söyleyebilirim ki eğer Fëanor’un öfkesini kitapta hissetmediyseniz bu şarkıda hissedeceksiniz. Sadece öfkesini diyerek haksızlık ettiğimi düşünerek biraz daha açıyorum bunu: sadece öfkesini değil, Fëanor’un hislerini anlıyorsunuz. Vokalin sesi çok rahat bir şekilde ton değiştiriyor; pişmanlık, keder, öfke, suçluluk… Hepsini hissediyorsunuz. “Onların çığlıklarını hep hatırlayacağım, bir gölge gibi kaplayacaklar hayatımı. Ama kendi çığlıklarımı da hatırlayacağım, her şeye rağmen ben hayattayım,” şeklinde özetlemişler Fëanor’un düşüncelerini bu şarkıda, çok da haklılar.
Noldor parçasında kamerayı Fëanor’dan uzaklaştırıyoruz ve farklı perspektifler görüyoruz. Bu defa kardeşi Fingolfin‘in halkı ile beraber Fëanor’un peşinden gelirken izlediği zorlu yoldayız, Araman‘dayız. “Ölü kış hüküm sürüyor ve yarın hala belirsiz,” diyor Fingolfin bu parçada, Fëanor’u takip ettiğini bize hatırlatarak. Fingolfin ve Fëanor’un arası her ne kadar başlarda iyi olmasa da Fingolfin, kardeşini Silmarilleri geri alması konusunda yalnız bırakmamıştı. Hatta Akraba Kıyımı‘nda da yer almıştı hatırlarsanız. Bu şarkıda Fingolfin’in Akraba Kıyımı ile ilgili düşündüklerini şöyle özetlemiş Blind Guardian: “Artık söylenecek bir şey kalmadı, gözlerim yaşlarla dolu. Zalim bir bedel ödesek de ben masumiyetimi savunamam.”
Bu yazı uzadıkça uzuyor, ben birkaç favorimi bırakıp gideyim bari artık. The Eldar, içeriğinden bağımsız olarak sakin bir şeyler dinlemek istediğinizde ama ne dinlemek istediğinizi bilmediğinizde yardımınıza koşacak bir parça. When Sorrow Sang, Beren ve Luthien’in hikayesinin en sonunda Luthien’in Mandos’un karşısında söylediği şarkı ile alakalı bir parça. Bu şarkı bana ilginç geliyor çünkü Luthien’in şarkısı yerine şarkının Mandos’ta uyandırdığı hisler üzerine bir şarkı yapmayı tercih etmişler. Harvest of Sorrow, Silmarillion’un en önemli hikayelerinden biri olan Túrin’in hikayesi üzerine yazıldığı için ayrıca dinlemeye değer.
Çok konuştum, daha da konuşurum aslında. Başınızı çok ağrıttığımı düşünerek yazmayı burada bırakıyorum arkadaşlar, sadece şunu söylemek istiyorum ki Blind Guardian iyi ki var ve iyi ki böyle bir albüm yapmışlar. Bir şans vermenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Umarım seversiniz, umarım en sevdiğiniz albüm olur.
Ilúvatar sizi kutsasın!