Bu animasyonun fragmanlarını ilk gördüğümde çok güzel bir şey izleyeceğimi düşünerek küçük bir heyecan içerisinde beklemeye koyuldum. Zaten animasyonlara karşı oldukça ilgili olduğumdan kesinlikle es geçmeyeceğimden emindim ve fragmanlarda gördüklerim de ilgimi çekmeye yetmişti. Ancak çıkar çıkmaz izlediğimde anladım ki fragmanlarda gördüğüm kadar heyecanlanmama gerek yokmuş. Niye mi, hepsini anlatacağım ama peşinen söylemek isterim ki bu izlediğiniz en iyi animasyon filmleri arasına girmese de; ortalama denebilecek düzeyde keyifli bir animasyon. Şimdi gelelim başlık başlık incelemeye, buyursunlar!
Açılış
Animasyonun açılışını özellikle ayrı bir başlıkta konuşmak istiyorum. Çünkü belki de filmin kendisinden bile daha etkileyici bir açılışa sahip denebilir. Yitik bir dünya, yalnız bir kahraman ve her şeyin nasıl o noktaya geldiğini merak ettiren hikaye. Özellikle Raya’nın şu bizim Tuk Tuk ile yuvarlandığı ve etrafı süzdüğü giriş sahnesi yok mu, orada dedim ki bu film çok güzele benziyor. Hatta daha o andan itibaren aklımda filmin bile dışına çıkan düşünceler gelişti ve “şu konseptin bir açık dünya oyunu olsa ne güzel oynanır” diye düşündüm. Çünkü o an için yaratılan evren, Raya ve onun muhteşem gözüken kılıcı ve Tuk Tuk yeterince ilgimi çekmeyi başarmıştı. Bu yüzden açılışının filmin genelinden daha yüksek bir etki bıraktığını belirtmem gerek.
Animasyon-Tasarım
Hikayesine değinmeden önce konumuz bir animasyon olduğundan, biraz animasyon kalitesinden bahsetmek istiyorum. Çünkü Raya’nın en beğendiğim yönü animasyon tarzı ve tasarlanan evrenin elementleri oldu. Hatta özellikle Raya, Raya’nın kılıcı, tasarlanan farklı kıtalar ve insan yüzlerinin etkileyici düzeyde gerçekçi görünmesi çok hoşuma gitti. Animasyonlarla ilgili yapabileceğim tek olumsuz yorum, ejderhaların tasarımları olabilir. Çünkü ejderha diye bir şey hayal etseniz aklınıza ilk gelen şey bu olmaz diye düşünüyorum. Burada elbette o bölgenin yani Güneydoğu Asya bölgesinin kültürünün de bir etkisi var. Çünkü animasyon, o bölgenin kültüründen çıkan bir fikri anlatıyor. Hatta Disney’in Güneydoğu Asya bölgesi kültüründen çıkardığı ilk film olarak sunuluyor. Yine de ejderhaların biraz daha gözümüze güçlü gelmesini, daha irice veya daha etkileyici bir biçimde olmalarını isterdim. Ancak her şeye rağmen Raya’nın animasyon kalitesini genel olarak çok beğendiğimi söylemeden geçmek istemedim.
Hikâye
Raya’nın hikayesi aslında ne çok sıradışı ne de çok sığ. Gayet ortalama, bildiğimiz ve alışık olduğumuz bir hikayeyi bizlere sunuyor. Bir zamanlar ejderhaların sayesinde barış ve huzur içinde yaşanılan bir dünyada -ki bu dünyaya ‘Kumandra’ adı verilmiş- her şey yolunda giderken; Druun adı verilen kötücül ruhlar dünyaya saldırır ve bütün canlılar taşa dönüşür. Ejderhalar her ne kadar bunun olmaması için mücadele verseler de yetmez. Derken ejderhaların en yücesi olan Sisudatu, bütün gücünü bir cevhere dönüştürür ve bu cevherin enerjisi sayesinde hem Druun’u yok eder hem de taşa dönüşen canlıları hayata döndürür. Ancak ejderhalar hariç. Sonrasında, insanlık bu cevherin etrafında barış içinde toplaşacağına o cevheri ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Böylece barış içindeki dünya ‘Kumandra’ ortadan kalkmış olur. Kumandra’yı yeniden yaşayabilmenin de tek bir yolu vardır, gücünü cevhere dönüştürdükten sonra dünyada kaybolan son ejderhayı, Sisudatu’yu bulmak. İşte hikayemiz de Raya’nın bu son ejderhayı araması ve Kumandra’yı geri getirmesi üzerine kurulu.
Sorun bu şimdiye kadar anlattığım ve kulağa gayet klişe gelen hikaye değil. Sorun bu hikayenin nasıl işlendiği. Çünkü klişeler her zaman kötü olmak zorunda değillerdir. Eğer iyi işleyebilir ve derinlikli bir anlatımla süsleyebilirseniz yeterince keyifli hikayelere dönüşebilirler. İşte Raya’nın çok da iyi yapamadığı şey biraz bu. Kulağa zaten klişe gelen hikayenin yeterince katmanlı bir şekilde işlenmemiş oluşu. Ha, burada bunun bir Disney animasyonu olmasının ve izleyici kitlesinin kimleri kapsadığının da önemi var doğrusu. Eğer hedeflenen kitle yaş itibariyle 16 yaş ve altını kapsıyorsa hikayenin çok da katmanlı olmayışı gayet anlaşılır bir durum. Ayrıca bütün bunlar animasyondan keyif almanıza engel değil, biz sadece biraz daha derin bir okuma yapmaya çalışıyoruz.
Hızlı Gelişen Olaylar
Raya’nın bana göre en göze batan unsurlarından biri, filmin ortalarından itibaren pek çok şeyin çok hızlı gelişmesiydi. Raya ekibini çok kısa sürede büyüttü, ejderha cevherlerini takır takır toplar gibi oldu ve bir anda kendimizi dünyanın sonunu getirebilecek büyük bir olayda bulduk. Bütün bu hızlı gelişen olayların arkasında ne var diye biraz araştırdığımdaysa çok farklı sebepler buldum. Bu sebeplerin içinde yazar kadrosunun biraz kalabalık olması, filmin pek çok karakterinin çeşitli sebeplerden dolayı re-cast edilmesi ve pek çok sahnenin yeniden çekilmiş olması yer alıyor. Yani anlayacağınız, Raya and the Last Dragon’ın üretim süreci biraz sancılı geçmiş. Eh, böyle sancılı geçen süreçlerin de nasıl sonuçlar çıkardığını daha önce pek çok kez tecrübe ettik. Yine de bu demek değil ki eleştiri yapmayalım. Özellikle Raya’dan sonra belki de en önemli karakter sayılabilecek olan Namaari’nin hikayede yeteri kadar ele alınmamasına değinmek istiyorum. Öyle ki eğer filmin başlarını saymazsanız, uzunca bir süre Namaari’nin yüzünü bile görmüyoruz. Halbuki hikaye pek çok noktada onunla kırılıyor ve onunla toparlanıyor. Durum böyle olunca da keşke Namaari biraz daha iyi işlenebilseydi diyorum.
‘Güven’ Fikri
Hemen hemen her animasyonun adeta kamu spotu tadında bir mesajı vardır. Bu mesajlar arkadaşlığın önemi, ailenin değeri veya sevginin gücü gibi oldukça temel duygular ve değerler üzerinedir. Raya’nın da ele aldığı mesaj: güven duygusuydu. Herkesin birbirine güvenmesi ve o güvenden doğan karşılıklı barış ilişkisiydi. Hatta ejderhamız Sisu’nun da dediği gibi: “Birbirinize güvenmediğiniz için bugün bu durumdasınız.”
Ancak bu mesajın verilme şekli, pek çok filmde olduğu gibi hikayenin işlenişiyle organik olarak bize geçmedi. Onun yerine her fırsatta “bak güven çok önemlidir!” ya da “aaa güven dediğin…” şeklinde gözümüze sokuldu. Böylece de hem ana mesajın etkisini hem de animasyonun da vuruculuğunu azaltan bir duruma dönüştü doğrusu. Çünkü gerçekten o güven duygusunu hissedebilmek için bunu birinin bize söylemesinden çok, filmi izlediğimiz süre boyunca kendi düşüncelerimizle bunu kavrayabilmenin daha tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Bu pencereden bakınca da güven mesajının yeteri kadar iyi verilmediğini söylemem gerek.
Sonuç
Açıkçası Raya’nın fragmanlarını izlerken beklentilerimin biraz daha yukarıda olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü daha fragmandan itibaren, düşünülen evren ve ortaya çıkan hikayenin bütününün daha dolgun olacağını düşünüyordum ama izleyince işler değişti. Raya, beklediğim kadar derinlikli bir hikaye anlatımına sahip olmamakla beraber; kendi yarattığı evreni de beklediğim kadar iyi işleyemedi. Ha, bu demek değil ki izlerken keyif almadım. Çünkü animasyon tutkunu bir insan olarak, yaptığım yorumlara rağmen keyif almadığımı söylersem doğru yapmış olmam. Elbette daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum ama animasyon izlemekten çok keyif alan biri olarak, Raya and the Last Dragon’ın da bana keyif verdiğini söyleyebilirim. Hatta küçük bir parantez açarak James Newton Howard tarafından bestelenen soundtrack’lerine ayrıca bayıldığımı itiraf etmeliyim. Hâlâ açıp dinlediğim pek çok parçası mevcut. Ha, diyorsanız ki eğer ben de dinlemek istiyorum, o zaman sizi şu çalma listesine davet ediyorum.
Raya and the Last Dragon ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Her şeye rağmen keyif aldığım bir animasyon oldu ve illa bir puan verecek olsaydım 10 üstünden temiz bir 7 verirdim. Siz Raya’yı nasıl buldunuz, bahsettiğim noktalarda sizin de eleştirileriniz oldu mu? Ayrıca Tuk Tuk’unuz olsun ister miydiniz? Ben çok isterdim doğrusu. Bir de Raya’nın kılıcını. Ne güzel kılıçtı ama değil mi?