s1

Bir yazı daha arkamızda bırakmış bulunuyoruz sevgili Geekyapar okurları. Oyun ve film konusunda pek cömert bir üç ay geçirdik, bu sebeple tatile gitme fırsatınız olmamışsa bile evde kendinize uğraş yaratmada çok sıkıntı çekmediğinizi düşünüyorum. Hiçbir şey bulamadıysanız bile yeni Metal Gear Solid oyunu Phantom Pain üzerine dönen onca tartışma bir şekilde gündeminizde yer almıştır. Zamanında ilk Metal Gear Solid’i emulatörle yarım saat oynamak dışında seri ile hiçbir bağı olmayan biri olarak ben bu yaz enerjimi bir başka oyuna yöneltmeye karar verdim, memnun da kaldım.

Ağustos sonunda çıkan interaktif korku hikayesi Until Dawn, uzun zamandan beri ilk kez bana kesintisiz 9-10 saatlik oyun videosu seyretme zevki yaşattı (Sadece PS4 için üretilmeseydi videoları seyretmek yerine oyunu almayı düşünebilirdim, olsun geçti artık). Until Dawn (Mert Günhan’ın oyun için yazdığı yazıyı buradan okuyabilirsiniz) sektörde devir değiştirecek bir başarı olmasa da eli yüzü düzgün, örnek aldığı Slasher korku sineması konusunda dersini iyi çalışmış, hatta bu sinemadaki pek çok filmden daha iyi iş çıkarmış bir oyundu. Bir noktadan sonra bıkkınlık veren jumpscare’ler olmasa çok daha iyi olurdu ama o kadar kusura da göz yumuverelim.

Until Dawn sayesinde korku oyunlarının kaliteli senaryo kaygısıyla yapıldığı günlere bir geri döndüm. Hani şu tüm korku cazibesi el feneri ile bir köşede saklanmaktan ibaret olmayan, atmosfer denilen şeyin biraz çeşitlilik barındırabildiği ve izolasyondan ziyade farklı karakterlerle etkileşimin de korku hissini arttırabildiği oyunların yapıldığı günler… “Öyle günlerimiz mi olmuştu?” diyenler olabilir. Muhtemelen 1998 yapımı Sanitarium ile tanışmış olmasaydım ben de bu soruyu sorardım kendime.

s2

Sanitarium’un hikayesine fazla girmek istemiyorum, zira oyunun bizi ilk sahneden itibaren içine atmış olduğu belirsizliğin hikayenin gelişimi için bir işlevi var. Alabildiğine grotesk bir akıl hastanesinin uyanıyor ve etrafta neler döndüğünü anlamaya çalışıyoruz. Adımız ne? Yüzümüzde neden bandaj var? Buraya ne sebeple bırakıldık ve neden etrafta hastalardan başka kimse yok? İş bu sorularla başlıyor ve Sanitarium’da kendimizi kah bir meleğin kanatlarına sığınarak ulaştığımız lanetli bir kasabada kah tekinsiz bir sirkin çadırları altında buluyoruz. Hep rutin korku duraklarına uğrayacağımızı da sanmayın, özellikle oyunun ikinci yarısında tapındığı tanrıyla savaş halinde bir Aztek kasabasına hatta bir çizgiromanın içine bile yolumuz düşüyor. Oyunun bizlere sunmak için çabaladığı çeşitlilik hem 1998’in hem de bugünün standartlarının gerçekten üzerinde.

Şimdi yaşı otuzun üzerindeki oyunseverler benim Sanitarium’u korku oyunculuğunun mihenk taşı sayma çabamdan rahatsız olabilir, “güzel diyorsun ama Phantasmagoria‘yı, The 7th Guest‘i bu kadar mı başarısız sayıyorsun? yazık günah değil mi?” diye sorabilirler. Doksanlı yıllarda hikayeciliği ile öne çıkan elbet bir dolu korku macera (adventure) oyunu bulunmaktaydı. Ancak pek azı bugüne taşınacak kıvraklıkta bir oynanabilirliğe sahip. Sanitarium’un göze çarpan ilk özelliği bir korku oyunundan pek de beklemeyeceğiniz bir şekilde izometrik açıyı benimsemiş olması.

İzometrik açının bir olmazsa olmazı olarak karakterimizi (haydi adını koyalım, Max) fareyle yönlendirmemizin yanında bazı kritik noktalarda kendini gösteren aksiyon sekanslarında gene fare kontrolünde diablo-vari çatışmalar yaşıyoruz. Yer yer kendini gösteren bug’lara rağmen Sanitarium’un çağı için farklı ama oldukça oyuncu-dostu bir yöntem seçtiğini söylemek gerek. Hem klasik point and click hem de hack’n slash türünün ihtiyaçlarını karşılayan bir oynanabilirlik sözkonusu. Öyle ki, oyun bize çok nadir sunduğu aksiyon anlarını biraz daha fazla tutsa muhteşem olabilirmiş. Bunun yanında karakterler ya da objelerle etkileşim sırasında akıcılığı kesen sinematikler ya da uzun konuşmalar bulunmamakta. Karakterlerle yapılan konuşmalar kısa ve öz olmasının yanında çok başarılı bir seslendirme ile bize sunuluyor.

s3

Bir dönem oyuncuları arasında bugün kült statüsünü edinmiş olmasına rağmen Sanitarium da tüm özgünlüğü temel gayesi saymış oyunların başına geldiği gibi yapımcılarının yüzünü maddi olarak güldürmeyi başaramamıştı. Oyunun ne yapımcısı DreamForge Intertainment ne de dağıtımcısı ASC Games sektörde varlığını sürdürebilmiş, iki şirket de 2000 yılında kepenkleri indirmişti (ASC Games’in Sanitarium’dan önce dağıtımını üstlendiği bir diğer oyunun ilk Grand Theft Auto‘nun PC ve PlayStation 2 versiyonları olduğunu da belirtelim). Yıllar sonra programcılardaki Sanitarium sevdası Shades of Sanity adıyla bir Kickstarter projesine dönüştü, ancak bu proje de beklediği ödeneğe ulaşamadığı için iptal edilmek zorunda kaldı. Ne var ki Sanitarium efsanesinin üzerindeki ölü toprağından kurtulmak için kesin kararı vardı, 2015 Eylül’ünde satışa sunulan Güney Afrika yapımı korku oyunu Stasis ile Sanitarium ekolü tekrardan günyüzüne çıktı. Hikaye olarak klasik “terkedilmiş uzay istasyonunda çözülmeyi bekleyen” formülü ön planda olsa da oyun sunuluş biçimi olarak net bir şekilde Sanitarium’un 1998’de havaya kaldırdığı bayrağı taşıyor.

s4

Zamanında üç koca CD-ROM’u doldurabilmesi ile çoğumuzun gözünü korkutan Sanitarium’un hepi topu 9 bölümü bulunmakta. Eğer retro oyunlara bir sevginiz varsa ya da iyi korku hikayesine açsanız Max’in macerasında ona eşlik etmemek için hiçbir bahaneniz yok. Bu kadar zamandır neden Sanitarium’u oynamadığınızı sormayacağım, elbet geçerli sebepleriniz vardır. Şimdiden yaşayacağınız bu özgün deneyim kutlu olsun. Bir gün Sanitarium 2’ye kavuşmak ve buralarda hakkında konuşmak dileğiyle…

 

 

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.