Teknoloji, Remake İçin Geçerli Bir Sebep Mi?
Live action remake filmlerin varlığını desteklemek için stüdyoların en sık kullandığı bahane teknolojinin geldiği nokta. CGI sayesinde yeni dünyalar ve karakterlerin yaratılmasına alışığız, o halde sevdiğimiz filmleri neden tekrar yaratmayalım ki? Sevgili stüdyolar, o iş öyle olmaz.
Her mecranın hikaye anlatımında güçlü olduğu yönler vardır. İki boyutlu animasyonlar karakterlere ve çevreye hafiflik kazandırır, bu da animasyonun gerçeklikten uzaklaşmasını sağlar. Üç boyutlu animasyonlarda filmdeki her bir ögenin boyutu kesinleşir, film bir ağırlık kazanır. Neredeyse yer çekimini hisseder gibi hissedersiniz bu etkiyi. Inside Out filmindeki soyut düşünce odasını aklınıza getirin, üç boyuttan iki boyuta geçmek aynı onu gibidir. Absürtlüğün normal kabul edildiği gerçeklikte geçen animasyon filmlerde, özellikle iki boyutlu animasyonun tercih edilmesinin sebeplerinden biri de bu; iki boyuttan üç boyuta, üç boyuttan da gerçekliğe adım attıkça absürtlüğün farkına varılması kolaylaşıyor. Hala animasyon çerçevesinde olduğumuz için masalsılık, gerçek dışı yüz ve vücutlar, abartılı özel güçler devam etmektedir. Gerçek üstülüğün zirve yaptığı animasyonlarda ise bu illüzyonun kırılması en son istenen şeydir.
Canlıya ya da hiper realistik CGI teknolojisine geçtiğimizde ise gerçekçilik ön plana çıkar. Animasyondaki destansılığa ulaşmak, gerçek hayatta o kadar kolay değildir, gerçek üstü bir yönetmenlik becerisi ve destansı bir bütçe ister. İlk yazımda bahsettiğim üzere ilk izlenimi animasyon olan izleyici için live action, bu ikisi olmazsa neredeyse hiçbir zaman yeterli değildir.
1967 yapımı The Jungle Book’a baktığımızda konuşan hayvanların espri yapıp şarkı söylediği bir ortamda geçen filmde el çizimi iki boyutlu animasyon stilinin kullanılması, filmdeki karakterin ağırlığını kaldırmış, bir nevi gerçek üstülüğü inandırıcı kılmış. Filmin bu havası gerçek insan ve hayvanları görmeyi gerektirmiyor, varsın filler uygun adım yürüsün, dev maymun Louie şarkı söylesin. Eğer istediğimiz absürtlükse, sizi animasyona bekleriz.
2016 yılına geldiğimizdeyse bana göre gördüğüme inanamadığım bu gerçekçilik, hikayeyi zedeliyor. Tıpkı The Lion King’de olduğu gibi bütün hayvanlar gerçekçi olsun diye mimikten yoksun yapılmışlar. Her ne kadar çarpıcı derecede gerçek gözükse de, bir süre sonra Bill Murray’in baldan tatlı canlandırdığı Baloo yalnızca seste kalıyor, çünkü mimik neredeyse yok denecek kadar az. Üstüne bir de Christopher Walken tarafından seslendirilen dev maymun Louie neşesiz bir biçimde neşeli bir şarkı söylemeye kalkışınca kafalar iyicene karışıyor. Bu sebeple de gördüğüm absürtlük karşısında gözlerim animasyonu arıyor. İlk başta “hayvanları gerçekçi göstermenin tek yolu bu” deyip üzülerek live action’lara veda ediyordum ki Andy Serkis imdadıma yetişti:
“Bu filme başladığımızda, asla ağzından ses çıkacağını düşünmeyeceğiniz belgesel stilindeki fotoğraf gerçekçiliğinde hayvan kullanmak istemedim. […] Bu sayede insanların çıkardığı seslere karşılık gelen yüz ifadesini görebilirsiniz. Çünkü buradaki hayvanlar, gerçek insanları temsil ediyorlar.”
Oh be Serkis, oh be!
Mowgli: The Legend of the Jungle filmiyle karşılaştırılınca The Jungle Book (2016) filminin CGI kalitesi ağır basıyor. CGI teknolojisini, daha da önemlisi felsefesini, anlama açısından Andy Serkis bilirkişi olarak farkını ortaya koymuş. İnsan olmayan canlılar, hayvanlar veya uzaylıları izlerken içimizden bir parça hep bu karakterlerdeki insanlığı arar. Bu tip karakterler bir parça da olsa ilham kaynaklarını insanlardan almışlardır, zira onları yazan ve yaratanlar da insan. Hele ki insan dilinde konuşuyorlarsa içimizden bir parça benzerliği görmek istiyor. Serkis’in yönettiği Mowgli’de “performance capture” tekniği sayesinde oyuncular karaktere yalnızca ses vermiyor, mimikleri ve hareketleriyle gerçek bir performans sergiliyorlar. Bagheera’nın yüzünde Christian Bale’i, Shere Khan’da Benedict Cumberbatch’in öfkesini görebiliyorsunuz. Animasyon bir karakter için gezegenin en iyi oyuncuları getirilecekse, performanslarının her bir damlası toplanmalı; Serkis de tam olarak bunu başarmış. Bu filmin CGI kapsamında aldığı en büyük eleştiri, Favreau’nunki kadar “gerçekçi” olmamasıydı. Serkis’in CGI yorumu, karakterler insan olmasalar da kişiliklerinin ve hislerinin yüzlerinden okunmasını sağlıyor. Mowgli: The Legend of The Jungle, özellikle karakter arkının ve hikaye anlatımının yoğun olduğu bir film, bu sebeple de oyunculuğun öne çıkması için gerçekçiliğin feda edilmesi bu filme cuk oturmuş.
Diyelim ki hikayenizi seçtiniz ve hikayeyi nasıl ele almak istediğinize karar verdiniz. O zaman kendinize şu soruyu sormanız gerekir: Hikayemi en iyi hangi mecrada anlatabilirim? Animasyonun absürtlüğünü korumak mı istiyorsunuz, yoksa ayakları yere basan bir hikaye anlatmak mı? Absürtlükten yanaysanız live action’a geçmeyin derim, üzülürsünüz. Eğer hayalinizdeki film hikaye ve karakter odaklıysa, hele bir de ilk filmde ana hikayenin hakkı yenilmişse, altın yumurtayı buldunuz demektir.
Bütün bu yazdıklarımı ele aldığımda benim için live action çekilse coşacak film, Disney’in belki de en hakkı yenilmiş filmlerinden biri olan Treasure Planet. Atlantis ise kıl payı birinciliği kaçırdı diyebilirim. Zaten son dönemlerde Atlantis live action filmi için dedikodular etrafta dolanıyor, bu sebeple ilgimi Trasure Planet’e çeviriyorum. Treasure Planet filmindeki CGI potansiyeline zaten diyecek bir şey yok, uzayda geçen bir korsan filmi. İlla CGI ile hava atmak istiyoruz deniyorsa, bu filmden iyisi yok. Üstelik hikaye sadece bir uzay macerası değil, gidecek bir yeri olmayan bir gencin hayallerinin peşinden koşma hikayesi. Maalesef ki bu filmin ana hikayesinin hakkının yenildiğini düşünüyorum. Gerçekten kaliteli bir CGI ile bu filmin coşacağını düşünüyorum, ona da belki bir beş sene daha vardır. Tek isteğim Cats fiyaskosuna dönüşmesin.
Peki sizin live action filminiz ne olurdu?