Bir filmle/diziyle ilgili duyduğum önyargı bazı zamanlarda eserin işine yarayabiliyor. Önyargımdan dolayı beklentim otomatik olarak düşüyor, bunun sonucunda da o film/dizi bazı şeyleri yeterince iyi yapınca bir anda sevinip o işle ilgili olumlu hislere kapılabiliyorum. Ne yazık ki ilk bölümü yayınlanan Shadowhunter dizisi bunlardan biri değil. İlk haberini yazdığımda fragmanın olumsuz yarattığı olumsuz havaya giydirirken, temanın az bir olasılık da olsa diziyi izlenebilir kılabileceğinden medet ummuşum. İlk bölümü izledikten sonra tüm samimiyetimle söylüyorum ki, umutlarım tamamen boşa çıktı, bu diziyi izlemek tamamen vakit kaybı. Hemen ağır bir şekilde gömmeden önce ilk defa duyanlar için kısa bir bilgilendirmeyle başlayalım, biraz inceleme yazısına benzesin.
Shadowhunters temelini Cassandra Clare’in yazdığı “young adult” kitaplarına dayandırıyor. Konu şekilde, 18. doğum gününü kutlayan Clary’nin saf ve temiz dünyası bir anda iblislerle, vampirler falan dolacaktır. Annesinin kaçırılmasıyla kendisinin uzun yıllardır karanlığa karşı savaş veren insan-melek karışımı bir Shadowhunter olduğunu öğrenir. Kendisine aşık olan sıradan geekvari arkadaşı Simon’ı peşine takar, gizemli, yakışıklı, karizmatik Shadowhunter Jace’in öğretmenliğinde annesini kurtarmak için karanlık dünyada savaşmaya başlar.
Kitapları okumadım ama genel olarak kendine Twilight ile Hunger Games arasında fena olmayan bir yer edindiğini okudum yorumlardan. Benim kendileriyle tanışmam 2013’te gösterime giren “The Mortal Instruments: City of Bones” sinema uyarlamasıyla olmuştu. Film böyle dünyaları yerinden oynatacak bir durumu olmasa da, kadrosu fena olmayan, en azından eğlencelik olarak izlenebilir, devam filmleriyle de belki kendince güzel işler yapabilecek potansiyele sahip bir film izlenimi yaratmıştı bende. Ama hem eleştiriler hem de gişe olarak beklentilerin çok altında kalınca devam filmleri de yalan olmuştu. Sonra ABC Family -galiba Freeform olmuş adı- benim gördüğüm potansiyeli görmüş olacak ki, “bırakın devam filmini ben bunu televizyonda patlatırım” diyerek bu kez dizi olarak uyarlamaya karar vermişti. Keşke yapmasalarmış.
Öyküsü klişe görünse de, tema öyle güzel ki aslında, dizi her an yeni “Buffy the Vampire Slayer” olabilecek bir potansiyele sahip. Görsel olarak da çok fena sayılmaz. Hatta aksiyon sahneleri bile ortalamanın üzerinde diyebiliriz. Kalan her şey ise tam anlamıyla çöp. Önceki haberde yazdığım “Yeni düşen fragman bana yine ortaya orijinal bir şey çıkmasının zor olduğunu düşündürtmedi değil. Yine günümüz trendlerinden okçu oğlan, bir kaç çocukla gönül ikilemleri yaşayan kız karakter gibi klişeleri kullanmaktan medet umacak gibi duruyor.” sözü diziyi özetliyor sanırım. Ya bu nasıl bir senaryo, bunlar nasıl oyunculuklar, bu nasıl anlamsız bir anlatım. Ekrana taşımadan bir Allah’ınkulu izlemedi mi “Ne yapıyoruz biz?” diye.
Şimdi yukarıdaki hikaye klişe duruyor zaten ama en azından bir iki güzel twist koyarsın, ya da adam akıllı anlatırsın, ya da çok sağlam diyaloglarla bu klişeyi en azından kaliteli işlersin. Hayır dizimiz şimdiye kadar her bu tip filmde/dizide kullanılmış ne kadar diyalog varsa senaryoya doldurmuş. Sonra o yetmemiş, yine bu tip film/dizilerde kullanılmış artık suyu çıkmış twist varsa onları da almış, en ufak bir şey değiştirmeden onları da eklemiş. O da yetmemiş, zaten klişe potansiyeli yüksek karakterleri de olabilecek en klişe haliyle yazmış ve senaryonun üzerine tüy dikmişler. Bunun yanına başarısız oyunculuklar da gelince dizi hiç dayanılmaz bir hal alıyor. Kadroda elle tutulur bir oyunculuk sergileyen bir tane isim yok.
Örneklerle pekiştirelim. Zaten Clary’nin saf ama iyi kız olduğunu bir alnına yazmamışsınız, en klişe diyalogları vermişsiniz, en dandik olayların içine sokmuşsunuz, bir de üstüne niye en saçma tepkileri verdiriyorsunuz? Dünyası yıkılmış, iblisler vampirler var, hala ben adam öldürdüm derdinde. Aynı kızı alıp 90’lar ergen dizisi dinamiğini tümüyle aynı şekilde kullanıp yakışıklı karizmatik gizemli sert oğlan, kıza aşık ezik şirin çocuk aşk üçgeni içine atıyorsunuz. Annesi kıza “Kızım sen var ya bambaşka bir dünyanın içindesin” diyecek, kız “Annecim konsere gidip geleyim, yarın konuşuruz” diyor, annesi de “Neyse bir gün daha eğlensin” diyor. İşin daha acı tarafı bunu bir parodi şeklinde yapmayıp, sanki doğal olan buymuş gibi gösteriyor olmaları.
Dizinin hedef kitlesi belli, 7-12 yaş kız çocukları. Onlar işte bu aşk üçgeninde taraf olacaklar, kızların marjinal kıyafetlerine özenecekler, yakışıklı çocuklara bakıp iç geçirecekler, dizi de buradan ekmek yiyecek. Bu arada kadronun maşallahı var, sahibine bağışlasın, yakışıklı çocuk ve seksi/güzel kız konusunda hiç sıkıntı çekmemişler, hepsi hayran olunası. Ama işte biraz da oyunculuk olsaymış. Dediğim gibi görsellik ve aksiyon da fena değil ama kurtarmıyor maalesef.
Toparlamak gerekirse haftalık 40 dakikanızı bu diziye gömeceğinize açın Buffy’nin eski bölümlerini tekrar izleyin, hem çok daha fazla eğlenirsiniz, hem de Whedon babayı neden efsane yaptığımızı bir kez daha hatırlarsınız.