Bir müddet önce – aslında çok daha önce yapmamız gereken bir şekilde – ülkemizde yaşanan kadına şiddet olaylarıyla ilgili, kendi adıma en azından yapabileceğim bir şey bu olduğu için konuşmaya karar vermiştim. Biraz içimi döktüğüm, biraz dikkatinizi çekmeye çalıştığım bir yazının ardından, sorunun kökeninde olduğunu düşündüğüm bir ucuna da töre kavramı ve bu kavramın medya ve diziler üzerinden nasıl yansıtıldığı hakkında yazarak değinmeye çalışmıştım.

Töre ve Türk dizileri hakkındaki o yazıdan sonra, yazının içerisinde her ne kadar tek bir suçlu aramanın eksik bir bakış olduğunu ve ne medyanın ne de yapımcıların bu türden senaryoları tek başlarına haybeden uydurmadıklarını söylemiş olsam da bazılarınız “Bunlar zaten toplumda olan şeyler” dediniz. Doğru eleştirinizi alıyorum ve artırıyorum, bunlar zaten bütün toplumlarda olan şeyler.

Çözüm arayışlarında tutulması gereken bir uç da burası olsun mu, ne dersiniz? Yine suçu sadece birilerine, bu suçu konuşmayı sadece birilerine, çözümün sorumluluğu üstlenmeyi sadece birilerine bırakmayarak; olabildiğince de bilimsel yaklaşmaya çalışarak toplumlarda neden kadınlara yönelik hakimiyeti yahut kadının zayıf görülmesini meşru kılan eğilimler olduğunu konuşalım mı? Tabii ki gerekli bütün açıklamayı tek bir yazıda verebileceğimizi düşünmüyorum ama en azından konuyu, sorunun kökenine dayanabilecek bir yönüyle ele alabiliriz.

Tabu

tabu -sacred-sites-of-hawaii-

Tabular hakkında yazmaya kaç kere niyetlendim de kaç kere vazgeçtim, bilemezsiniz. Ama o süreçte benim aklımdaki şeyler daha gizemli, ne bileyim daha ilginç yahut hiç değilse daha eğlenceli olabilecek şeylerdi. Bunlar kısmet olmadı ama şimdi, bu konu üzerine tabudan bahsederken gizemli, ilginç yahut eğlenceli yerine, daha faydalı bir iş yapabilme ümidi taşıyorum.

Tabu, Polinezya’da konuşulan Tonga dilinde bir sözcük ve alışılmış, herkese açık anlamına gelen başka bir sözcüğün karşıtı olarak kullanılıyor. Başka dillerde de tabunun anlamını kapsayabilen farklı kelimeler elbette kullanılmış ama kavramsal olarak tam karşılığı, tek bir sözcük olarak yok. Çünkü bu kavram temelde çelişen iki şeyi ifade ediyor: 1. Kutsal, kutsanmış, temiz; 2. Tehlikeli, yasak, kirli. Kafamızda belli başlı bir anlam oluşması için tabuya “kutsal çekince” diyebiliriz.

Kelimeyi günlük hayatımızda kullandığımız bağlamları düşünürseniz onun daha çok ikinci anlamına vurgu yaptığımızı fark edersiniz. Tabuları yıkmamız yahut tabuları konuşulabilir hâle getirmemiz gerekir. Yani kavramı kutsal bir çekinceden çok, gerici bir yasaklama olarak kullanıyoruz. Meşhur Tabu oyununda da böyle değil mi, bazı kelimeleri söylememiz yasaktır. Bu bir yere kadar doğru, zira zaten kelimenin anlamlarından biri de bu.

Ancak kavramın bir de bu ikinci anlamıyla çelişebilecek birinci anlamı da var. Bu duruma psikoloji ambivalans veya ikircik diyor. Temelde şu demek: bir kişi veya bir durumla ilgili olarak zıt duyguların, fikirlerin ve isteklerin birlikte var olması. Hani ne senle ne sensiz, hani hem seviyorum hem nefret ediyorum diyormuş gibi. Bunlar kadar hafif olmayan örnekler de var tabii; aşağılık duygusuna sahip olan insanların aynı zamanda narsist olmaları veya manik-depresyon gibi. Freud da tabuyu bu yüzden toplumların nevrozlu olmasına bağlamış. Bu ikircik meselesine diğer başlıkta değineceğim, şimdilik burada tabunun yasağı ifade eden anlamıyla ilgili konuşalım.

Tabunun kısıtlama ve yasakları, dinsel veya etik yasaklamalardan daha değişik bir yapıya sahiptir. Dinsel yasaklamalar tanrının buyruklarıdır; etik yasaklamalar ise toplumlarca belirli nedenlerle uyulması zorunlu kılınmış olan kurallardır. Tabularda durum ikisine de benzemez, hem dinlerden önce var olan hem de ahlaktan önce var olduğu düşünülen tabuların kaynakları belirsizdir, sanki öylece, kendilerinden var olmuşlardır.

Ayrıca dogmatik veya sorgulanabilir fark etmeden, açıklaması yapılabilir herhangi bir nedene bağlı olmayan tabular söz konusudur. Onlar bir nevi toprak gibi ağaç gibi doğal bir şey olarak görülürler. Bu da bizi ne din kurumu ile ne ahlak kurumu ile ne de başka herhangi bir kurum ile açıklayamayacağımız yahut bu kurumların hiçbirine bağlı olmasak bile ortadan kaldıramayacağımız çok köken bir sorunla karşı karşıya bırakıyor.

Anlaşılmaz yahut mantıkla çelişen bir durummuş gibi gelebilir bunlar, anlıyorum. Yani şöyle diyebilirsiniz, ne alakası var canım, toplum buna inanmayı tercih etmiyorsa inanmaz olur biter veya dinsel bir şeyse ateist insanı bağlamaz. O yüzden tarihin bilinen en eski tabularından birini söyleyeyim size, belki kafanızda bir yerlere oturtursunuz: Ensest.

Ensest Tabusu

Palma_il_Giovane_-_Cain_and_Abel_GG_1576

Ensest, tartışmasız bütün toplumlar için bir tabudur. Ensest, tartışmasız bütün zaman dilimleri için bir tabudur. Nedenini, nasılını pek çok araştırmacı tartışır; izini pek çok araştırmacı sürer ve hemen her toplumda ensest tabusunu delen uygulamalar da vardır ama sonuç değişmez, ensest bir tabudur.

Bu tabunun tek başlarına ne tecrübeye dayanan toplumsal bilinç ile ne bilimsel düşünce ile ne ahlak anlayışı ile ne de din kurumu ile bir ilgisi yoktur. Çünkü ensest tabusu bütün toplumlarda görülür ama bu bütün toplumların hepsi bilimsel düşünceye sahip değildir, hepsi aynı ahlak kurallarına dâhil değildir, hepsi aynı dine inanmıyordur. Hatta o kadar uzaktır ki tabu bu sayılan kurumlardan bazılarına, insanlığın uzun zamandır inanıp kabul ettiği büyük dinler, Âdem ve Havva’nın çocuklarının, kardeşlerin üremesi üzerinden türeyiş için ensest açıklaması sunmaktadır. Bu da ikinci bir tabuya ve ilk günahlardan birine yol açar; Habil ve Kabil, kardeş katli.

Ensest, kutsal kitaplarda da sarih bir şekilde yasaklanmıştır ama insanlığın soy ağacının yine de bu tabuya dayandırılması söz konusudur. İkircikliği fark ediyorsunuz değil mi? Bu türeyiş açıklamasına rağmen, inanan ve kabul eden insanlar için yine de her devirde ve her toplumda ensest tabu olarak kalmıştır. Bu tabuya kendi zaman ve zeminlerinin dâhilinde veya kendi dünyayı algılama biçimleri ekseninde genişletme ve daraltmalar yapan toplumlar vardır, bazıları birinci dereceden akrabalar olmadığı sürece sıkıntı etmez; bazıları üçüncü dereceyi bile yasaklar. Ama kuzenlerin çeşitli sebepler nedeniyle evlenmesinin olağan karşılandığı hatta yer yer teşvik bile edildiği bir bölgede bile ensest tabudur. Yapılsa bile çok dillendirilsin istenmez, insanlar ayıplamasın diye üstü örtülmeye çalışılır, konusu gelmedikçe söylenmez yahut dışarıdan bu konuyu dile getiren olursa savunma mekanizması devreye girerek sert tepkiler gösterilir.

Tabuların din, ahlak, zaman ve bölgeler değişse bile nedensiz bir biçimde aynı kalması, onların evrensel olduğunu gösteriyor. Bu da tabunun neden toprak gibi, ağaç gibi doğal bir şey olarak algılandığını kısmen de olsa açıklar sanırım. Ayrıca bir çaba harcamasak bile veya tam tersi özellikle yok etmeye ant içsek bile nereye baksak varlar. Bir şekilde taştan binalarımızın arasında kalan her boşluktan sızıyorlar.

Bu yüzden zaman geçtikçe dinlerde, ahlaki kaidelerde ve hatta modern hukuk kurallarında da karşılık buluyorlar. Yani güncel hayatta kullandığımız şekliyle tabuları yıkmak, çok da bizim hayalimizdeki gibi gerçekleşemiyor. Bir şeyin nedenini bilmiyorsanız veya bir şeyin nedeni için elle tutulur cevaplarınız yoksa o şeyi nasıl etkisiz hâle getirebilirsiniz? Bunlar olmazsa sadece belirtileri ortadan kaldırabilirsiniz ama hastalığı tedavi etmek apayrı bir şeydir. Soruları cevaplamak önce soruyu anlamakla başlar denir ya hep, öyle bir durum. Sorunu tanımlayıp tespit edelim ki çözümü bulabilelim.

Tabu ve Kadınlar

women-statue-giorgio

Tabunun ne olduğunu az çok konuştuysak şimdi asıl meselemize gelmek istiyorum. Dünya üzerindeki tabuların çoğunlukla kadınlarla ilgili olduğunu biliyor muydunuz? Çoğunlukla burada genel bir ifade de değil, zaten en az dörtte üçü doğrudan kadınlar üzerine olanların yanına dolaylı olanları da eklersek, kadınlarla ilgili olmayan tabuları neredeyse bir elin parmak sayısına indiriyoruz.

Kapsamı nereden nereye uzanıyor derseniz bu tabuların, bekâretten başlarız, regl gören kadının yaptığı yemek yenmeze; güverteye kadın almak uğursuzluk getirir’den, kadın kocasına ismiyle seslenemez’e kadar genişletiriz. Bunların hepsini kadın veya erkek olmanız fark etmeden günlük hayatınızda bir ya da birkaç kere duydunuz, mesela bir tanesine Karayip Korsanları gibi gişe rekoru kıran uluslar arası bir filmin repliği olarak rastlamış olabilirsiniz; sonuncusunun daha geçtiğimiz aylarda yetkili bir birey tarafından da seslendirildiğinden haberiniz olmuştur.

Tam bu noktada duygu ikircikliği meselesine gelmemiz gerekiyor çünkü asla yanlış, eksik veya tek taraflı çıkarımlara ulaşmak istemeyiz. Özellikle böyle kanayan bir yara söz konusu ise bundan çekinmemiz lazım. Tabular hem kutsal, kutsanmış ve temiz hem de yasak, tehlikeli ve kirli anlamlarına aynı anda geliyorlar demiştik. Tabuya sahip olduğu düşünülen nesne ve kişilere bu yüzden hem saygı duyulur hem de onlarla temasta bulunmaktan kaçınılır.

Deli midir Velî midir belli olmaz” sözünü biraz düşünebiliriz burada: Tabu öyle bir şeydir ki hem kişi deli gibi davranır, ne yapacağı belli değildir, tehlikelidir hem de içinde meçhul gizli bir güç bulunduğu için yüksek mertebeli bir kul olabilir, insanlığa faydası dokunur. Bu yüzden hem onunla temastan kaçınırız, çoluğa çocuğa uzak durmasını öğütleriz hem de gönlünü hoş tutmaya ve hakkında kötü şeyler söylemekten geri durmaya çalışırız.

İkirciklik sebebiyle kadınlarla ilgili tabuların söz konusu olduğu her yerde bunu tek başına kadınları aşağılamak olarak sınıflandırmamak gerekiyor. Mesela regl görmekten kaynaklı tabular söz konusu olduğunda, bu doğal olay birdenbire kirlilik ifade eden ve aşağılayan bir şekle dönüşmüştür diyemeyiz. Bu tabu, bir açıklamasına göre Ay’ın döngüsünün bugün için de olduğu gibi çok eski dönemlerden beri insanlık için oldukça önemli oluşuyla alakalı.

Güneş, Ay benzeri gök cisimlerine tapmak veya bunlara kutsallık yüklemek çoğu toplumda görülen bir şey. Bunun nedeni de çoğunlukla hayatta kalabilmek için üremeye ve berekete ihtiyaç duymak; devamlı olarak üretimde bulunmakla alakalıdır. Kadın cinsin regl görmesinin yeni bir insan meydana getirmek için olduğunu, yani bereket ve üretimde bulunmak anlamına geldiğini ve bu döngünün de Ay’ın hareketleri ile paralel oluşunu da denkleme eklediğiniz zaman tabu oluşmuş oluyor.

phoebe-holding-triplets

Dişi cinsiyet, bir insanı dünyaya getirebildiği için kutsallığı yükleniyor. Ama bu kutsallık yüklemesinin belirli sonuçları da var; ayda bir defa kan dökmek ve mucizevî bir şekilde karnında yeni bir insan üretebilmek herkeste görülen bir durum değil çünkü. Bu kutsallığı korumak gerekiyor, bu kutsal olay esnasında dişilere herhangi bir zarar vermemek veya onlara bu dönemde cinsel açıdan yaklaşmamak gerekiyor. Ayrıca dış dünyayı da bu kutsal güçten korumak gerekiyor çünkü dedik ya tabu böyle bir şey, ne yapacağı belli olmaz ve tehlikelidir. Kendisinin bahşedilmediği yahut kendisini taşıyamayacak ellere geçerse sonuçları felaket olabilir. Regl gören kadın bu yüzden tabuludur.

Böylelikle vardığımız noktada, kadınların regl görürken hassas olarak nitelenmeleri, bu konu hakkında tabuya sahip olmayan erkeklerin yanında konuşulmasının engellenmesi, bu dönemde yemek yapmak, toprak işlemek gibi eylemlerden kadınların uzak tutulması gibi şeyler söz konusu oluyor. Kadınlar o muayyen günlerde toprağa direkt bastırılmıyor veya yemeklerini bile kendileri yiyemiyorlar, nimetle temas etmemeleri için birileri yediriyor. Ama burada kalmıyor. Bu tabu bu hâliyle, olduğu gibi devam etmiyor.

Nedeni belki de hiç sorgulanmadan regl gören kadınlar kuşaklar boyu bu uygulamalara dâhil oluyor. Sonra bir yerde bir şeyler kopuyor, tabu; ahlak kuralları, dinlerin etkileri ve birçok farklı etmenle birlikte yeniden biçimleniyor ve regl artık üzerine yüzler kızarmadan konuşulamayacak kadar kirli bir şey hâline geliyor. Bin yıllar sonra İslam çatısı altında bazı mezhepler, doğurganlığı ve regl görmesi sebebiyle tavşan yemiyor. Tabunun ismini anmamak için bin çeşit farklı kelime tercih ediliyor, halamlar ziyarete geliyor veya yavru vatan kan ağlıyor; televizyonda hijyenik ped reklamı yapılsın mı yapılmasın mı diye tartışılıyor. Önünü bir türlü alamıyoruz ve 2019 yılının Eylül ayında Kenya’da bir kız çocuğu, regl olması ve ped bulamaması sebebiyle öğretmeni tarafından aşağılandığı için intihar ediyor.

mount-kenya

Yine doğurganlık vasfıyla alakalı olarak, hamile kadınlar tabusu var. Biliyorsunuz, günümüzde çoğu kişi tarafından hamile kadınların toplum içerisinde yapıp ‘yapamayacakları’ şeyler çokça konuşuluyor. Hatta bazıları “Hamile kadın sokağa çıkmasın” bile diyebiliyor.  Bu da bize veya bu zamanlara özgü bir şey değil, özellikle rütbelerinden ötürü iki kat tabu olan hükümdar/soylu hamile kadınların doğum zamanı tâbi tutuldukları uygulamalara baksanız bunlar hafif bile kalabilir.

Orta Çağ’da – belki daha sonrasında da vardır, emin değilim – bir dönem İngiltere’de kraliçeler doğuma bir ay kala bütün camlarına ışık girmesin diye tahtalar çakılmış bir odaya kapatılıyorlar. Erkeklerin – eşleri kral da dâhil – bu odaya girmesi yasak, ayrıca dışarıyla herhangi bir şekilde temasta bulunmaları da yasak. Bu bir tabu ve tabunun uygulaması doğuma kadar devam ediyor. Amaç, tabulu kutsal kanı taşıyan bahşedilmiş bebeği dış etkilerden muhafaza ederken bir yandan da tabunun tehlikesinden dış dünyayı korumak.

Evet, artık insanları aylar boyu pencerelerine tahtalar çakılmış odalara hapsetmiyoruz ama henüz hamile halleriyle sokaklara çıkabilmelerine de izin verecek durumda değiliz. Şu mavi kürenin çok başka bir zaman diliminde veya çok başka bir coğrafyasında yaşıyoruz diye bunlardan muaf da sayamayız kendimizi, insanların tercih ettiği bin çeşit doğum yönetimi var; bunlardan bazıları “medeniyette çağ atlamış” yerlerde de uygulanıyor. Kadının doğum yaparken hastaneye gitmesine, vücuduna sunî sancı verilmesine yahut sezaryene karşı çıkılıyor çünkü bu aşmışlara göre, kadının aurası dış dünyadan kötü etkilenebilir. Auralar, çakralar, enerjiler; yine tabuların kaynağında olduğu düşünülen gözle görülemeyen birtakım gizli güçlerle alakalı kavramlar. Çünkü biliyorsunuz, analık kutsal bir müessesedir.

Anneliğe yüklenen kutsallık ve kadının annelik vasfı üzerinden tanımlanması bugün de sürüyor. Anne olmak istemeyen bir kadını hemen hiçbir toplum hâlâ tamamen anlayışla karşılamıyor veya ‘analık görevlerini’ yerine getirmeyen bir kadına hemen her toplumda tepki gösteriliyor. Bunun bir yansıması da hem erkeğe hem kadına vazgeçilmez görevler yükleyen aile kurumunu kutsallaştırmakta tecelli ediyor.

Aile kurmak ve devam ettirmek, toplumlar için her zaman işlevsel olarak tartışılmaz yararlara sahip. Bu yüzden çocuk sahibi olup olmamak veya kürtaj gibi tartışmalar hemen hiçbir zaman bireyleri ilgilendiren bir şey gibi görülmüyor, toplumun ortak sorunu olarak algılanıyor. Bunun aksini belirten bir yorum da yapmayacağım. Ancak tıpkı diğer tabularda olduğu gibi ilerleyen zaman ve yaşanan değişikliklere aldırmadan bu görevi dayatmak veya koskoca aile kurumundan tek bir cinsi sorumlu tutmak da önünü alamadığımız sıkıntılara yol açabiliyor.

Dolaylı Tabular

veiled-vestal-virgin

Kadınlarla ilgili tabular arasından bu örnekleri, güncelde bizlerin çevresinde de çok konuşulduğu için seçerek açıklamaya çalıştım. Hepsini saymanın imkânı yok ama birkaç örnek daha olsun: Kadın sesi bir tabudur, bu yüzden bizim ülkemizde de radyolarda uzunca zaman kadın sanatçılar şarkı söylesin mi söylemesin mi diye tartışılmıştır. Öncesinde hem bizim ülkemizde hem de Avrupa’da tiyatro sahnesine kadınlar değil, kadın kılığına girmiş olan erkekler çıkartılmıştır; bunun bir sonucu geleneksel tiyatromuzda çeşit ve kalite bakımından zengin bir zenne tiplemesi vardır.

Dolaylı olarak, evlilik kurallarının düzenlenmesinde de – burada özellikle totemizm etkisi ve kabile/klanda reis olan erkeğin eş hakkını saklı tutabilmesi yahut bu yüzden çıkabilecek çatışmaların önlenmesi gayesi var –  kadın sesi tabudur. Kaynananın damat ile konuşması yasaktır, iki yüzyıl öncesinde Yeni Zelanda’da kaynana ve damat yalnız başlarına karşılaşacak olurlarsa yollarını değiştirmelidirler veya ancak bir perdenin arkasından konuşabilmektedirler. Anadolu’nun çoğu bölgesinde bugün de benzer şekilde gelinlerin, kayınpederleri ile doğrudan konuşmaları hoş karşılanmaz. Bunda tabii şurada biraz değindiğim isimlerle alakalı tabular ve erkeklere yönelik bazı kutsallıkların da etkisi var.

Dul kalan bir kadın – çoğunlukla ölülerin ruhlarının bir süre daha eşlerinin yanında kalacağıyla ilgili olarak – bir tabudur. Filipin Adaları’ndan birinde dul kalmış bir kadın, kocasının ölümünden sonra yedi-sekiz gün evden dışarıya adım atamaz. Başka bir şekliyle Yeni Gine’de de erkekler, dul kaldılarsa bir kadının yaklaştığını görür görmez saklanmak zorundadırlar. Bu yasakların sebebi, dul kalan kadının ayartıcı etki yapacağı düşüncesidir. Bu tabunun kendi çevremizdeki etkisini merak ediyorsanız, dul kalmış ve boşanmış kadınların komşularına sorabilirsiniz.

Pek çok alandan daha pek çok şey sayılabilir, dinlerin haram ve mahrem kavramları da tabunun dinler tarafından yeniden yorumlanmasına yahut dinler içerisinde de yer almasına bir örnektir. Dinler tarihçileri ve sosyal antropologlardan bazılarına göre ilâhî dinlerde haram kavramı ile anlatılan tabuların büyük bir kısmı, dinî hüviyete büründürülen tabulardan türemiştir. Bunun içinde özellikle mahrem kavramının da yine çoğunlukla kadın üzerine şekillendiğini söyleyebiliriz.

Netice olarak evet, kadını korunmaya muhtaç bir narin çiçek olarak nitelemek, bunun bir yansımasıyla kadını emanet olarak görmek ve bunların ardından gelen kadının şeytanî varlıkların yönlendirmesine meyilli olduğunu var saymak medyanın da, habercinin de, senaristin de, sosyal medya fenomeninin de tek başına uydurduğu bir şey değildir. Toplumumuzda ve daha pek çok toplumda bu görüşler; kökenleri çok eskide olan, çoğu birçok başka etmenle karışmış, doğanın bir parçası gibi kabul edilen tabulara kadar dayanmaktadır. Öte yandan suçu bin yıllar öncesinde kalmış uygulamalara atmak bir çözüm olamaz, olsa olsa anakronizm olur. Ama bunları bu gün de hâlâ o zamanki bakışla değerlendiren veya bugünü o zamanla kıyaslayan insanlar varsa; onlara da hangi çağda yaşanıldığının hatırlatılması lazımdır.

Buradaki en önemli noktanın bu tabuları bazen genişleten, bazen daraltan; bazen de hukuki sistemin potasında eriten toplumların varlığı olduğunu düşünüyorum. Bu süreç de birçok kez tekrarladığım gibi sadece belirli birilerini ilgilendirmiyor, hepimiz elimizi, elimizden geldiği kadarıyla taşın altına koymak zorundayız. Hiç değilse arada bir, bir delinin çıkıp bazı kavramları inatla kutsallaştırmaktan vazgeçmemizi söylemesi lazım. Umarım ki bu yazıyla beraber en azından bu süreçleri takip etmek, bu süreçlerin basamaklarını anlayabilmek yahut bunları birlikte konuşabilmek için bir küçük katkı da ben yapabilmişimdir. Sürç-i lisan ettiysem affola…

Kaynaklar

Hâbil ve Kâbil, TDV İslâm Ansiklopedisi.

Haram, TDV İslâm Ansiklopedisi.

Hülya Arslan Erol, Tabu ve Kelimelerin Anlam Alanlarına Etkisi, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı

Sigmund Freud, Totem ve Tabu, çev. Kâmuran Şipal, Say Yayınları, 2017.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

4 Comments

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      İyi ki biz de yanlışlıkla öyle bir şey yazmamışız demek ki 🙂

  1. disqus_qw5MnoNENx Reply

    Şu yazıları okurken bir sonuca varmanı ne kadar istedim, anlatamam…

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Öncelikle okuduğun için teşekkür ederim.

      Bir sonuca varmaktan ziyade bizi sonuca götürebilecek bileşenleri anlatmaya çalışıyorum. Aslında bu yazıların çıkış noktası birlikte sonuçlara ulaşmak için tartışabilmek veya kafa yorabilmek çünkü toparlayarak, genelleyerek, özetleyerek bir yere varamayacağımıza inanıyorum. Sebepler ne kadar derin ve çok yönlü ise sonuçlar da o derece dallanıp budaklanıyor.

      Kendimi tutamadığım için ister istemez “arada sırada bir delinin çıkıp bazı kavramları inatla kutsallaştırmaktan vazgeçmemizi söylemesi lazım” diyerek bir sonuca ulaşmış olabilirim diye düşünüyordum. Biraz da çekiniyordum açıkçası, o deli ben oldum diye. Bilemiyorum.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.