Temmuz geldi hoş geldi! Beraberinde de Netflix, uzun zamandır beklediğimiz Stranger Things’in yeni sezonunu kucağımıza bırakıverdi. Bol bol ürün yerleştirmenin olduğu, maceranın bir an olsun hız kesmediği bu üçüncü sezon sonrası oturalım ve Stranger Things‘i eğrisi ve doğrusuyla konuşalım dedik biz de. Zira ilk sezonda bize izlettikleri ile beklenti ve beğeniyi çok yüksek bir noktaya çıkartmış heyecanla beklediğimiz ikinci sezon ise bunun üstüne ağzımızda biraz kekremsi bir tat bırakmıştı. Bu yüzden de üçüncü sezonu beklerken yoğunlukla hissettiğim şey, harika bir diziyi beklemekten öte, bir çocukluk anısına kavuşmayı beklemek gibiydi. Evet, bu dizi ilk sezon yaşattıkları ile kalbimi çaldı ve bu onu beklemek için yeter de artardı bile…
Üçüncü sezon tempo olarak gayet iyiydi. Bölümlerin 50 dakika civarında olduğunu düşünürsek su gibi aktı ve bitti diyebilirim. Size de tavsiyem, bir oturuşta bitirmenizdir. Çünkü dizi hiç sıkmadan, merak ettirerek ilerliyor. Üstelik diğer sezonlarına oranla oldukça komikti, bayağı da güldürdü. Hatta zorlama esprileri de yuttuk o güzel hatrına! Gel gelelim bu sezonda olan mantık hatalarından, bolca klişeden ve uzun süren bakışmalardan daha da rahatsız edici olan tek şey, artık kabak tadı veren ürün yerleştirme sahneleriydi, yalan yok. Ürün yerleştirmelerin gözümüze sokula sokula yapılması, o anki aksiyonu kesen ve açıkçası dikkat bozan minik sahneler fazlaydı sanki. Keşke sadece hamburger paketleri bize dönük olsaydı…
Sezon, sinemada Will’in ürpermesi ile başlıyor aslında. İlk bölümden aksiyon başlangıcının fitilini ateşliyor olmaları beni oldukça memnun etti. İkinci sezonda eksik olan şeyleri bu sezonda fazlasıyla tamamlamışlar, mutlulukla söyleyebilirim. Bu sayede de dizi bize “Bir yerlerde bir şeyler oluyor da hadi hayırlısı” dedirtiyor, ateşlenen fitilin ucunu merak ettiriyor. Açılmaya çalışılan kapı, kötü olduğunu anladığımız adamlar, bilim insanları ve başarısız bir deney sonucunda kül bile olamayan kurban askerler ve bol bol Rusça ve daha nicesi…
Sanıyorum ki Will, tüm bu gelişim içinde değişmeyen tek karakter olabilir. Çift olan arkadaşlarının aksine eski çocukluk geleneklerini sürdürmeye çalışan ve açıkçası, yine, o ekibin en bağlı ismiydi tüm sezon boyunca. Arkadaşlarının onu hayal kırıklığına uğrattığı anda Castle Bayers’ta soluğu alması ve hayal kırıklığının etkisiyle orayı darmaduman etmesi de kalbimi buran bir sahneydi. Arkadaşlık, aile veya sevgi bağı temalı şeyler beni fazlası ile etkiliyor ve Will’in o anlık bunalımı, geri dönüşleri derken benim içim bir sıkışıverdi vallahi.
Jenerik aktıktan sonra, uzun süredir velet olarak ortalıkta koşturan karakterlerimizin artık çocuk değil de birer ergen olduğu gerçeğini yüzümüze tokat gibi vuruluyor. Şlaks diye hem de. Halbuki çok da tatlıydılar ha, ne güzel minnoş deyip seviyorduk… Ee, a-aa, oha; hop Eleven, Mike, ayrılın olm çok öpüştünüz! Yeni nesil çok bozdu, çook… Ha bu arada, hazır Eleven demişken bahsetmezsem olmaz: Eleven ile Hopper’ın baba-kız bağlarının arttığını da Hopper’ın küçük kıskançlık krizleri ile görmek benim açımdan güzel bir tercih olmuş dedirtti. Aile bağı olayını çok da sıkmadan, Eleven ile uzun konuşmalarını veya çatışmalarını göstermek yerine sade bir şekilde anlatmışlar. Helal len!
Max’in Eleven’ı kız kıza olayına alıştırmaya çalışması, kıyafet denemeleri, kadın-erkek çatışmaları izlemek tatlıydı, itiraf edeyim. Evet, aşırı klişeydi ama bu dizinin ana besin kaynağı klişeler zaten. Lucas’tan çok Erica’nın ön planda olması beni başta rahatsız etse de dizinin dinamikleri içinde güzel bağlamışlardı. Bir diğer yandan da Looney Tunes ve Back to the Future selamlamaları gözlerimi yaşarttı, geek damarlarımı okşadı.
Gelelim bir başka meseleye: Steve’in, uzun zamandır herhangi bir aptallık yapmadığını ve bizimkilerle arasının hala iyi olduğunu görüyoruz. Onun yanında da promosyon olarak yeni karakterimiz, Maya Hawke’ın canlandırdığı, Robin ile tanışıyoruz. Robin kızımızın Steve’le olan o çatışmalarını, rahat ve kendinden emin tavrını da hiç yadırgamadığımızı belirtmek isterim. Tam da gediğine oturmuş bir karakterizasyon olmuş ha. Öte yandan Steve’le arasında bir şeyler olacağına bir süre için fazlasıyla inanmış olsam da, lezbiyen olduğunu öğrendiğimiz The Bite bölümünde “Netflix kendi klişesini yapıp senaryo klişesine izin vermemiş” diyebildim sadece. Gerçi dördüncü sezonda biseksüellik vurgusu yapılır, yine Steve-Robin ilişkisi olur ve bol bol giflere maruz kalırız diye bekliyorum ya, neyse…
Onca kişiyi konuştuk, sezonun antagonistini konuşmazsak olmaz. Billy’nin “arzulanan erkek” durumu ile hikaye, kaldığı yerden devam ediyor ve bölümleri Billy’nin kötü adamlığı üzerinden ilerliyor. Hatta bu sayede çocukluğuna dönüp “He babasından dolayı böyleymiş, annesinin de kaybı ile sevgiyi içinde geri plana itmiş” diyor ve bir anlam çıkartabiliyoruz. Zaten kendisi için de oldukça dramatik bir son yazılmış senaristler tarafından. Ha, ama bana sorarsanız, bir izleyici olarak beni içine çeken bir karakter olmaktan çok uzaktı Billy ve kötü adamlığı da “meh” idi. Üzgünüm.
Birçok kişiyi duygu seline boğan ve hatta ağlatan Hopper’ın ölümüne gelirsek… Benim için aşırı havada kalan sahnelerden biri oldu. Özellikle sondaki “Amerikalıyı değil!” vurgusu, “Yoksa ölmedi mi?” hissi mi uyandırma amaçlıydı acaba, bilemedim. Üstüne bir de ilk sezondaki yaratığımızı tekrar görmemize ne demeli? Vallahi açık ve net söyleyeyim, umarım Hopper’ın hikayesi gerçekten burada bitmiştir. Çünkü karaktere gerçekten yakışan ve geçmişine uyan kahramanca bir son oldu. Barbara’nın ölümü ve geri dönmeyişi ile bunu ilk sezonda başarıyla yapmıştı Stranger Things, dilerim arkasına bakma hatasına düşmez.
Sezonun günahlarını biraz daha deşmek istiyorum, var mıdır izniniz? Mesela zaman zaman o kadar çok Türk dizisi izliyorum hissine kapılmış olmam. Uzun bakışmalar, anlamsız salaklıklar… ARA ARTIK, AÇ ARTIK, BAS ARTIK, ÇEVİR ARTIK, KONUŞ ARTIK, KAÇ ARTIK demekten ciğerim soldu, ciğerim! Klişe dolu olması ve klişeyi yedirmesi bu dizinin ana besin kaynağı ama repliğine kadar da tahmin etmeyelim artık, bu kadar da basitlik olmasın bir zahmet. Yine yapın klişenizi de bu artık çizmeyi aşan bir seviyeydi sanki, ne dersiniz?
Birebir özel sahneleri, sürekli aksiyon ve macera, hikaye akışı ve duygusallığıyla bu sezon, tüm olumsuzluklarına rağmen gerçekten tatmin eden bir sezondu. Küçükken televizyonun karşısına geçer, annemin özenle temizlediği havucu alır kemire kemire Looney Tunes izlerdim; Stranger Things’in de bana hissettirdiği duygular tam olarak bu minvalde oldu. Bu yüzden de benim için özel ve güzel olmaya devam edecek, böyle bilinsin…
До свидания!