Supergirl’in ikinci bölüm incelemesine hoş geldiniz! “Birincisi neredeydi lan?” diyorsanız, biz vaktinde bölüm “sızdırıldığında” izleyip şurada yazmıştık. İsterseniz önce bir onu okuyun, sonra gelin!
Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; Supergirl şu haliyle kötü bir dizi değil. Dürüst olmak gerekirse pek çok sonradan tatmin edici olmuş diziden daha sağlam bir şekilde başladı hayatına. İlerleyen bölümlerde illa ki karakterler arası dinamikler oturacak, yazarlar biraz yerlerini bulacak, oyuncular rollerine ısınacak… Lakin, Supergirl şu an iyi bir dizi de değil. Ya da şöyle diyelim, dizinin tavanı; yani çıkabileceği tam potansiyeli yüksek değil. Olursa, Arrow ve Flash’in yanına “çerezlik dizi” olarak girecek. Olmazsa da en iyi ihtimalle Arrow olamamış dizi diyecekler ardından.
Ki zaten problemin temelinde bu yatıyor. Dizinin karakterleri, inanılmaz kötü bir klişeyle oynanan Cat Grant haricinde gayet yeterliler. James Olsen’ı oynayan Mehcad Brooks yeterince sempatik ve mağrur, Winn’i oynayan Jeremy Jordan dizimizin Cisco’su olma görevini iyi kotarıyor, bacımız Alex’i canlandıran Chyler Leigh de az buçuk sırıtsa da, Berlanti / Guggenheim külliyatının diğer aktrislerinin aksine tipiyle değil, meziyetiyle okuyor replikleri. Tek sorun, tekrar söylüyorum, iticilik konusunda kendini aşmış; karakteri oynarken en iğrenç Meryl Streep taklidini takınan Callista Flockhart‘ta.
Konu da fena değil. Dizinin Drake şarkısına bağlayıp “en dipten başladık, şimdi buradayız” tribine girmesi hoş bir detaydı. Tabii “burada” olan yere iki saniye içerisinde gelmeleri, ömrü boyunca sekreterlik yapmış olan Kara’nın kendi gücüne denk biriyle ilk defa dövüşmeye başladıktan on saniye sonra “haa, ablam bana şunu demişti” diye bir geçmişi yad etmeyle teyzesini duvara fırlatması gibi saçmalıklar mevcut, ama bu “büyük işlere gelmeden küçük başlayalım” muhabbeti, keyifli yedirildi diziye.
Konu ile ilgili tek sıkıntı; ortada sonsuz sınırsız bir Superman goygoyunun dönmesi. Devamlı kızı karşısına alıp “bak Superman şunu yapardı, böyle karizmaydı, şöyle at keserdi, böyle bayır geçerdi” diye anlatıyor olmaları, olur olmaz yerlerde gelen Superman referansları, daimi olarak S logosuna yüklenip tekrar başka bir şey yüklemek üzere silinen anlamlar… Dizinin bu kadar da Superman’e sırt bağlıyor olması bir noktadan sonra yoruyor insanı. Ama ondan da önce, dizinin esas bel bağladığı başka bir mevzu var ki, asıl sorun o.
Supergirl o kadar Berlanti / Guggenheim formülü ki, o kadar bariz Arrow ve Flash tarlasından çıkmış ki, gerçekten izlerken bir deja vu hissine yakalanmamak mümkün değil. Bunun ince ipuçları zaten bölüm içerisinde farklı yerlerde var. Supergirl’in de bir “polis abi” karakteri var, hem baba figürü, hem otoriteyi temsilen orada. Supergirl’inde bir “komik ama biraz garip” bilgisayardan anlayan arkadaşı var, Supergirl’in de bir aşk üçgeni var…
Ama bunlar arasında insanı en ifrit eden şey, Supergirl’in de saçma sapan bir şehrimi kurtarmalıyım geyiği var. Neden? Hayır, yani birincisi, National City öyle derbeder bir durumda mı? Yanıyor mu sokaklar, nedir? Politikacılar mı yoz? Hayır. İkincisi, senin konun o mu? Yani böyle Batman Begins‘deki gibi Ra’s Al Ghul gibi “şehri yakacağım” diyen biri yok ki, burada baya uzaylılar var, sağda solda uçuyorlar falan. Olayı mahalli boyuta indirmenin manası nedir? Anlamı nedir?
Anlamı şu: Kara devamlı ben şehrimi kurtarmalıyım diye geziyor, çünkü resmen Berlanti / Guggenheim ikilisinin buna eli alışmış. Halbuki karakter böyle bir karakter değil. Bırak “şehrim, vah şehrim” ayaklarını, güzel bir DEO mekaniği oturtmuşsun, onun içerisine Kara’yı “uzaylı tehdidine karşı sağa sola uçan ajan” gibi yerleştir. Hatta dergiden de çıkart at, ne gereği var derginin yani orada “Superman dizisi çekemedik ama işte bu da onun gibi” cümlesini kurdurtmaktan başka? Zaten oyuncuların hoş, efektlerin yeterli… Bırak sevgili abim şu Arrow geyiğini, sal kızcağızı dünyaya be…