Televizyon dizilerindeki meslekler yazılarımıza bir kez daha hoş geldiniz. Bir önceki bölümlerimizi izlemeyenleriniz varsa çok ayıp ettiğinizi söyleyebilirim. Yine de küçük bir özet geçmem gerekirse ilk bölümümüzde bir cinayet mahalinde dedektifleri neden bu kadar sevdiğimizi anlatmış, daha sonra adli tıp koridorlarında medikal dramanın sırlarına mazhar olmuştuk. Tabii bu sırada yaptığımız otopsi sonucunda katilimizin uşak olduğunu anladık, bu da bizi bugünkü yazımıza yani televizyon dizilerindeki avukatlara getirdi.
Televizyon ekranlarında avukatları izlemeyi neden sevdiğimizi açıklamadan önce her zamanki gibi biraz popüler kültürdeki avukatların tarihinden bahsedeceğim. Bunun için sizi bir hayli geriye, İkinci Dünya Savaşı’ndan birkaç yıl öncesindeki Amerika’ya götüreceğim. Daha dünya ilk büyük savaşının izlerini siler ve ikincisinin ayak seslerini henüz duymazken Amerika’da Erle Stanley Gardner isimli bir adam, bir ceza savunma avukatının başkahraman olduğu çizgi roman serisine başlar. Kimsenin alışık olmadığı The Case of the Velvet Claws adlı bu çizgi roman serisinin ana karakteri olan Perry Mason müvekkillerinin suçsuz olduğunu kanıtlamak için olmadık maceralar atılır, başına gelmeyen kalmaz. Tabii okuyucu kitlesi de böylesine farklı bir karakteri çok sever, bağrına basar.
Toplamda seksen roman ve kısa hikâyeden oluşan Perry Mason’un hikâyesi kaçınılmaz olarak yapımcıların ilgisini çeker ve önce 1945 yılında radyo programına, daha sonra ise televizyon dizisine uyarlanır. CBS ekranlarında yayınlanan dizi büyük bir ilgi görür ve Raymond Burr’un oynadığı Perry Mason karakteri, izleyenler tarafından oldukça sevilir. 1957 yılından 1966 yılına kadar devam eden dizi sonunda nihayete erdiğinde, arkasında büyük bir kapı açar. Ama bu kapıdan ilk geçen yine Perry Mason’un kendisi olur ve seri, bir kez daha diziye uyarlanarak 1973 yılında televizyon ekranlarıyla buluşur. Ne var ki bu seferki buluşması kısa sürer ve başladıktan bir yıl sonra, ekranlara veda eder.
Geçmiş hayatı hakkında pek bir şey bilmediğimiz ceza savunma avukatımız, kendisine ilginç gelen, umutsuz görünen, çözülmesi imkânsız davaları alarak hayatını idame ettirir. Üstün araba kullanma yetenekleri, eşsiz damak zevki gibi avukatlığa hiçbir faydası olmayan yeteneklerinin yanı sıra inanılmaz derecede zeki ve neredeyse bir dedektif kadar ayrıntılara dikkat eden biridir kendisi. Hatta onunla karşılaşan savcılar “Bir avukat olmasaydın mükemmel bir dedektif olurdun” diyerek onun bu yeteneklerine dikkat çeker. Böylece avukatlar, onlara alışık olduğumuz hallerinden çıkarlar. Artık ofislerinde oturarak dava saatini bekleyen insanlar gider, sokaklara çıkarak müvekkillerini savunmak için delil toplayan dedektifler gelir. Yani tabii, gelir gelmesine ama biz neden severiz? Neden seyrederiz? Onları normal dedektiflerden farklı kılan şey ne?
Bunun ilk nedeni avukatlık mesleği değilse de televizyon ekranlarında gördüğümüz avukatlığın inanılmaz havalı olması. Jilet gibi takım elbisesini giyen kadın ya da erkek avukatımızı, kendinden emin bir şekilde, bilmiş bilmiş mahkeme salonunda gezerken izlemek inanılmaz derecede eğlenceli. Hele böyle tam karşısındaki şahidi ya da avukatı köşeye sıkıştırıp bir anda “İtiraz ediyorum!” diye lafa karışması… Yeme de yanında yat işte böyle anların. Her ne kadar bunun gerçekle uzaktan yakından alakası olmadığını bilsek de yine de bir yanımız böyle olmasını arzuluyor sanırım. Tabii bu, avukatları sevmemizin görünen sebebi. Asıl sebebi ise birazcık daha karmaşık.
İlk yazımızda bahsettiğimiz gibi dedektifler her ne kadar kişilikleri itibariyle iyi ve kötünün ortasında yer alsalar da yaptıkları iş, su götürmez bir şekilde kötü adamları yakalamak olunca bu da onları iyi adam yapıyor. Zaten doktorlar hakkında bir şey söylememe gerek bile olmadığını düşünüyorum. Onlar her gün ölümle yüzleşen büyük kahramanlar. Ama konu avukatlar olunca… İşte durum bu noktada biraz karışıyor.
Çünkü avukatlar, dedektif ya da doktorlar kadar kesin olgularla uğraşmıyorlar. Onların uğraştıkları, üzerinde durdukları şey duvar gibi görünen yasalar olsa da aslında bu bir yanılsama. Onlar insanlarla uğraşıyorlar. İnsanların eylemleri, işledikleri suçlar, yaptıkları hatalar gibi şeyler, kısacası insanı insan yapan her şey ile uğraşıyorlar. Çoğu zaman savundukları ya da savunmak zorunda oldukları şey, ak ile kara kadar birbirinden ayrı şeyler. Ama yine de bazen öyle vakalar ile uğraşıyorlar ki hepimiz ekranlarımızın başında bir anda hâkim ya da savcı konumuna yükseliyoruz. Avukatımız artık sadece televizyon ekranlarındaki karakterleri değil, bizi de ikna etmeye çalışıyor. Biz de kendi iç dünyamızda bir yolculuğa çıkarak insanları yargılıyoruz.
Bunu size söylerken kulağa oldukça kolay geliyor biliyorum ama öyle değil. Televizyon ekranlarında, parasını oyunculukla kazanan aktörleri yargılamayı kolay bulsak da aslında hepimiz kendimizi sorgulamaya başlıyoruz. Bir anda eğlenmek için açtığımız dizi, kendimize daha önce hiç sormadığımız soruları sordurtuyor. “O durumda ben olsaydım ne karar verirdim?” gibi sorular yüzünden hem kendimizle hem de diziyi izlediğimiz insanlarla uzun soluklu tartışmalara giriyoruz. Sonunda, dizinin kendisine ayrılan süresi sona erdiğinde, biz de uzun bir sessizlikte iyi ve kötü kavramlarımızı yeniden ele alıyoruz.
Tam olarak her bölümde bize yaşattıkları bu fikir ayrılıkları, tartışmalar, iç dünyamıza çıkardıkları yolculuklar sebebiyle avukatları izlemeyi çok seviyoruz. Ayrıca jüriye yanaşıp konuşmalarının, tam kaybetti derken inanılmaz bir geri dönüş ile davayı kazanmalarının ve havalı çıkış cümlelerinin ise hastasıyız. Eh, hal böyle olunca da her hafta avukatlarımızın bir sonraki davalarını merakla bekleyerek televizyonlarımızın ekranlarına kilitleniyoruz.
Bu arada davamız sonuçlandı ve hâkim, katil uşağı ömür boyu hapse mahkum etti. Sonuçta birisinin yaptıklarının bedelini ona ödetmesi gerekirdi değil mi? Adalet tecelli etti ve bir yazımız daha son buldu. Katil uşağın başına neler geleceğini ise artık bir sonraki yazımızda göreceğiz. Şimdilik hoşça kalın ve bizi izlemeye devam edin efendim.