Filmde Sarah Connor‘ı korumak için geçmişe gönderilen Kyle Reese‘in, artık baya Sarah Connor ile can ciğer kuzu sarması olmuş olan T-800 modelini yaşlanmış bir şekilde görünce sorduğu bir soru var: “Neden yaşlı? Hiç yaşlı Terminatör görmemiştim” diye. O soruya binaen, Sarah açıklama yaparken, T-800 de kenardan giriyor o sahnede: “Duyma kapasitelerim hâlâ çalışıyor. Yaşlıyım. Antika değilim”. Bu repliğin, The Terminator için “I’ll be back” neyse, Terminator: Genisys için de o olması için kurgulandığı çok açık. Fakat aynı zamanda, çok daha fazlası olarak da işlev görüyor. Bu, filmin kendisini izah etmek için başvurduğu bir şiar da aynı zamanda.
Terminator: Genisys, gerçekten de yaşlı. Yaşı çok belli. Samimi söylüyorum, bu filmi izlerken çok uzun zamandır birbirlerine pompalı tüfeklerle saldıran, deri ceketli, dar siyah tişörtlü ve güneş gözlüklü aksiyon filmi karakterlerini görmediğimi fark ettim. Günümüzün filmleri, bu kapsama giremeyecek kadar yenilikçi ve ileri görüşlü olan Mad Max: Fury Road bile her adımda daha savurgan, daha egzantrik ve ekstrem bir tarz belirlemeye çalışıyorlar. Parıltılı CGI zırhlarla, fantastik silah tasarımları arasında bir yerlerdeyiz yıllardır.
Terminator: Genisys bunların hepsine koca bir “peh” çekmiş. Bu bakımdan geçen haftalarda “karakterizasyon olarak çok eski kafalı” dediğimiz Jurassic World‘den bile daha yaşlı. Ve aynı Jurassic World gibi, ne olduğunun da çok farkında. Donuna kadar 80’lerin aksiyon filmlerini feyz almış kendisine. Spesifik olarak da James Cameron’ın bize bıraktığı iki cevheri, yani The Terminator‘ı ve Aliens‘ı omzunun en güzel yerine apolet gibi takmış.
Fakat Jurassic World’ün aksine, karakterizasyonları özellikle 80’ler ve 90’lar sinemasının başına çok dev bela olan komik stereotiplere batık kalmamış. Colin Trevorrow’un filminde her karakterin takriben iki özellik ile beraber geldiğini ve aktörlerin de çok bilerek ve isteyerek bu stereotipik özellikleri göğüs gere gere canlandırdığını yazmıştık. Genisys’de böyle bir mevzu yok. Evet, çok belli ki Arnold yine Arnold‘luk yapmaya gelmiş, ama onun da orada orijinal Terminator serisinin hayranlarını ihya etmek gibi çok ulvi ve gerekli bir görevi var. Bu yüzden de film, antika olmaktan çok ferah bir biçimde uzaklaşıyor.
Benzer bir şeyi aksiyon sekansları için de söylemek mümkün. Haşa bir Fury Road kadar damarlarınızdan kanı çekip yerine benzin koyacak kadar gaz değil, ama filmin bazı kovalamaca sahneleri baya alkışlanası bir tempoya sahip. Fragmanlarda da çok gösterilen okul otobüsü fırlatma sahnesi gibi şeyler, işin içine biraz daha 21. yüzyıl abartısı katmış. İyi de olmuş, filme çok tatlı bir nabız artışı eklenmiş böylece. Baştan sona kadar, belki birkaç teşhir anı haricinde, hiçbir zaman izlerken sıkılmadığınız bir film çıkmış ortaya.
Dikkat ettiyseniz dört yüz kelimedir ağzımda yuvarlaya yuvarlaya filmin olumlu taraflarını listeliyorum, ama belirgin bir heyecan eksikliğim de var. Bunun en büyük sebebi, filmin kati suretle benim için çekilmemiş olması. Daha önce de dile getirmiştim, Terminator serisiyle ilgili ufak bir münasebetim var, fakat cayır cayır yanan bir aşka da sahip değilim. Genisys’in hedef demografiği söz konusu olduğunda, “çekirdek hayran”dan, “son kullanıcı” dediğimiz şeye daha yakın bir vaziyetteyim. Ve bir şey çok net: Genisys’ten aldığınız haz, Terminator serisine olan şevkinize göre katlanarak artıyor.
Filmin bir noktasında –fragmanda geçen bir sahne, ama medya karartmasıyla gidecekseniz spoiler olabilir– Arnold efsanevi repliklerden bir tanesini söyleyip, o efsanevi DIDIF DIF DIDIF müziği eşliğinde helikopterden atlıyor. O an, çocukluğunda ilk üç Terminator filmini izlemiş, Salvation’a da sinemada gitmiş ve bunların hiçbirine efsane yükselmemiş olan ben dahi bir an tüylerimin bedenimi terk etmeye çalıştığı hissine kapıldım. T2’nin finali aklına gelince ağlayacak gibi olan zümre orada ne yapardı inanın tahayyül edemiyorum. Çok hayran hizmeti, ama temiz hayran hizmeti, gerekli hayran hizmeti.
Bu tip anlar filmin içerisine çok ustalıkla serpiştirilmişler, ama hepsi bu kadar evrensel derecede anlaşılır değil. Dolayısıyla bazı noktalarda eğer onulmaz bir Terminator hayranı değilseniz, film gözünüze biraz daha çıplak gözükmeye başlıyor. İşte o raddede de kesinlikle filmin kötü sayılmasını sağlamayan, ama benim şahsen heyecanımı biraz dizginlemiş olan kusur karşınıza dikiliyor: Dengesiz karakterizasyon.
Filmden önce en net önyargım, Emilia Clarke‘ın kesinlikle Linda Hamilton’ın mirasına yakışmayacak bir performans sergileyip hem karakteri, hem de filmi rezil edeceği yönündeydi. Bu olmamış. Ama aynı zamanda, biraz da olmuş. Karakter bazı sahnelerde yirmi beş kere izlediğimiz Sarah Connor’a yakışmayacak ergen atarları yapıyor, bazı sahnelerde de “hah, işte özlediğimiz Sarah” diye koşup geliyor sağ kadrajdan. Bu konuda kafam o kadar karıştı ki, yemin ediyorum, filmin ortasında gidip gidip geldi zihnimde yazdığım yazı. Otuzuncu dakika civarında kafamdaki manşet “Sarah Connor dediğiniz ergen kız değildir lan!” şeklindeydi, altmışıncı dakika seyrederken kendi kendime “Sene sonunda 2015’in geek kızlara örnek olacak süper kadın karakterleri listesine alayım ben bunu” diye düşünürken buldum.
Sonra fark ettim ki, bütün karakterler aşağı yukarı böyle. Arnold’un muhteşem bir Arnold’lukla oynadığı T-800 haricinde, Jai Courtney ve Jason Clarke amansız derecede farklı karakterizasyonları peşi sıra gelen sahnelerde sergileyebiliyorlar. Yani hakikaten çok garip bir durum var filmde, o kadar ki, filmin bazı sahnelerinin çekildiği ilk yarısında görev alan senaristi kovup, geri kalan sahnelerinin çekileceği ikinci yarısı için yeni bir tanesini tutmuşlar deseniz, inanmaya çok hazırım şu an.
Bu dengesizlik filme şöyle ket vuruyor, filmin üç ana karakteri John Connor, Sarah Connor ve Kyle Reese‘i sevip sevmemek, gıcık olup olmamak, destekleyip desteklememek arasında duvarlara çarparak gidip geliyorsunuz seyir boyunca. Bu yüzden çapanız bir yere bağlı kalamıyor, biraz da filmden alacağınız hazzın önünde baraj durduğunu fark ediyorsunuz. Bir ara yokluktan J.K. Simmons‘ın yine şahane konuk oynadığı O’Brien karakterine sarılayım dedi gariban zihnim, ama o da çok uzun süre ekranda duramadığı için, film bende üzerine duygusal ve gerilimsel bir yapı inşa edeceği temeli asla atamadı.
Peki bunlar siz bir Terminator hayranıysanız önem teşkil edecek mi? Katiyen hayır. Eğer Terminator serisini seviyorsanız, muhtemelen benim bu yazıda sergilediğim razı hoşnutluktan çok daha fazla bir gazla çıkacaksınız salondan. Şüphem yok. Film vurması gereken tüm notalara var gücüyle dokunmuş, yapması gerekenleri yapmış. Eğer Terminator hayranı değilseniz de, sizi perdeler kapandıktan sonra tatmin ederek uğurlayabiliyor evinize. O yüzden, Terminator: Genisys‘e kötü bir laf yok bizden. Helal olsun, yolu açık olsun!
9 Comments
Genelde bu tarz hayranlık beslediğin filmleri yerden yere vurmakta çekinmezsin, yazıdan anlayabildiğim kadarıyla film beklentinin üstünde bir performans sergilemiş ve seni az da olsa mutlu edebilmiş. Bunun anlamı Terminator Salvation’ı bile sevebilmiş beni deli gibi sevindireceği. Valla bu yazı güzel moral oldu çünkü filme olan beklentim diplerdeydi. Özellikle Sarah Connor’a Linda Hamilton’dan sonra zor alışırım gibi geliyordu.
Yok, bilakis Raşit, yanlışlık olmasın. Yazıda da özellikle belirttim, Terminator serisine özel bir hayranlık beslemiyorum. Hatta o yüzden “az da olsa mutlu” kıvamında ayrıldım salondan. Ama besleyenlerin çok ihya olacağı kanaatindeyim. Bence film bir Terminator hayranını mutlu edecek her şeyi yapmış.
Emilia Clarke’ın bu role uygun olmadığı, kadının feminenlikte sınır tanımadığı kabak gibi ortada. (Başka filmlere olur ama Sarah Connor yemez) Bu gerçeğe bizim Yiğitcan bile karşı çıkamamış. Ama işte bi şekilde Emilia’yı kurtarması lazım. O zaman ne yapmalı? Biraz fazladan Emilia’yı övmüş, biraz da diğer oyunculara ve filmin yapısına çakmış git gelli diye. Neden? Çünkü feministlik bunu gerektirir. Yaşasın kadın dayanışması, değil mi Yiğitcan…
Hocam sen Yiğitcan’ı baya baya nemesis bellemişsin. Ama böyle baya baya liseli belalı sevgililer kıvamında. Hayırlısı olsun.
Nemesis kadın yav. Tamam feminist falan ama sakallı bıyıklı adam sonuçta. O kadar da değil.
Biraz daha yaz, bu kadar yetmez. Az daha belli olsun neye benzediğin.
Geekyapar’ın komple ego sorunu var belli. Tutku’dan örnek alın la bari biraz.
Emilia Clarke hangi role uygun ki? Sıfır rol kabiliyeti var, özellikle Sarah Connor’ı harcamalarına üzüldüm. Emilia resmen gülüyordu ya tanıtımda “soldier!” derken, olmaz öyle şey!
Şimdi ortada kaçırdığımız bir şey var şu an izlediğimiz (ben izlemedim yazılardan ve anlatılanlardan yola çıkarak yorum yapıyorum) filmdeki olaylar ve kişilerle aslında ilk defa tanışıyoruz. Nedeni de T800’ün Sarah Connor’un çocukluğuna gitmesi. Bu andan itibaren yaşananlar insanların kişiliklerinde farklı şeyler oluşturabilir, buradan yola çıkarak Linda Hamilton’un Sarah Connor’unu alsan bu hikayenin ortasına koysan belkide Emilia Clarke’ın Sarah Connor’undan farkı olmayabilirdi, bunu bilemeyiz. İlk bölümün ilk sahnelerini hatırlayın Linda Hamilton öyle elinde silahla “gelin lan buraya” diyen bir kadın şeklinde değildi aksine çıtkırıldım bir şeydi. Bizim tek bildiğimiz belirli bir zaman döngüsünde gerçekleşen olayları yaşayan insanlar, ancak şu an herşey farklı şekilde yaşanıyor.