Özel bir sebebi var mı bilmiyorum, ama bu hafta Steam’de ön plana çıkan indie oyunların çoğu orijinal temalar barındırıyor. Kısıtlı vaktimi değerlendirmek için bu hafta seçebileceğim bir dolu oyun vardı, ancak piksel sanatı estetiğinde kotarılmış The Aquatic Adventure of The Last Human hem konusu hem de ilginç ve ayrı bir çekiciliğe sahip ismi ile (Türkçesi: “Son İnsanın Sucul Macerası”) odak noktam olmayı başardı. Oyun başında geçen birkaç saatlik kısa deneyimime rağmen AALH’nin gerek atmosferi gerekse hikayesiyle 2016’nın bize sunduğu ilk özgün hediye olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

AALH’nin hikayesi uzak gelecekte başlayıp çok daha uzak bir geleceğe sıçrıyor. Bir uzay yolculuğu yapıyoruz. Bir solucan deliği tarafından yakalanmamız sonucu bir anda kendimizi çok ileri bir zaman diliminde buluyoruz. Geçen zaman insan ırkını yenmiş ve dünya üzerinde medeniyet kalmamış durumdadır. Su seviyelerinin tekrardan yükselmesi ile hayatta kalan son insanlar da hikayeden anlaşıldığı kadarıyla dünyayı terk etmişlerdir. Biz gezegene geri döndüğümüzde ise gemimiz yüzeydeki buzu kırıp direkt okyanusun içine gömülüyor ve bu noktadan sonra elimizdeki kısıtlı imkanlarla hayatta kalmaya ve dünyanın bizim yokluğumuzda neler yaşadığını anlamaya çalışıyoruz.

aaolh1

AALH kendini eski Metroid oyunlarına benzerliği ile ön plana çıkaran bir oyun. Yani oyunun dünya haritasında teoride özgürce dolaşma hakkına sahipsiniz, ancak belli bölgelere erişebilmeniz için özel yetenekler kazanmanız gerekiyor; mesela sarmaşıklarla tıkanmış bir yolu açabilmeniz için dev elektronik testereler edinmelisiniz. Bu ekipmanları da ancak oyunda farklı bölgelere dağılmış kadim deniz canavarlarıyla kapışarak edinebiliyorsunuz. Oyunun kendine ilham kaynağı olarak hem Metroid serisini hem de (canavar dövüşlerine verdiği önemden ötürü) Shadow of Colossus türevi oyunları aldığını söylemek yanlış olmaz. AALH’deki canavar kapışmalarının insanı çok ilginç bir atmosferin içine soktuğunu da söylemek gerek. Denizlerin altında dev vantuzlar sizi parçalamaya çalışırken onlara zıpkınlar fırlatarak karşılık vermek insanı ilginç bir şekilde havaya sokuyor. Açıkçası bazı anlarda “böyle bir oyunun üç boyutlusu neden yapılmıyor?” diye düşünmedim de değil.

Oyun kendini Metroid ve SNES geleneğinin takipçilerinden saysa da AALH’yi gördüğümde aklıma bu oyunlardan önce ilk olarak In the Hunt isimli eski arcade oyunu geldi. Denizaltı tasarımındaki benzerlik dışında iki oyunun çok da ortak özelliği yok ama bu vesileyle IREM’in 1993 tarihli oyununu da hatırlatmış olayım. Su altı aksiyonu sevenler In the Hunt’ı da ihmal etmesinler.

TheFalseLight

Ve yazıyı bitireceksek oyunun en can alıcı özelliğini de anlatmak lazım. Gerek kendi oyun deneyimimden gerekse internette okuduğum eleştirilerden anladığım üzere AALH insanı mutlu edecek bir hikayeye sahip değil, bilakis sular altında post-apokaliptik bir dünya ve içinde mahsur kalmış son insan evladından bahsediyoruz. İnsanlığın yerküreyi terk ettiği tarih 3016 ve emin olduğumuz tek şey bizim bu tarihin bile çok ötesinde kaybolmuş olduğumuz. Her şeye rağmen hayatta kalmış insanlar ya da bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen kuru adalar beklemeyin, artık o fırsatı kaçırdık. Buradaki Waterworld, Kevin Costner’ın 1995 yapımı filminden çok farklı. AALH insanlığın sonuyla ilişkili karamsar tabloyu bize melankolik ve bir miktar da eleştirel bir şekilde sunan ender oyunlardan biri. Okyanusun derinliklerinde karşımıza çıkan ve hikayeyi genişleten kayıtlardan AALH’nin ekolojist bir oyun olduğunu bile söyleyebiliriz.

Ben AALH’de bazen In the Hunt’ı, bazen Waterworld’ü, bolca Jules Verne romanlarını gördüm. Eminim oynayan herkesin yakalayacağı bir dolu başka referans olacaktır. Evrim sürecinde sudan karaya çıkan insanlığın nasıl kendini yeniden suyun en derin olduğu noktasında bulduğunu tecrübe etmek için AALH’ye bir akşam vermeyi ihmal etmeyin.

 

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.