Sol altı haftadır eğlenerek izlediğimiz, hakkında birbirimizle tartıştığımız ve yine tabii ki olmazsa olmaz teoriler kastığımız dizimiz, The Falcon and the Winter Soldier finale kavuştu. Finaliyle beraber, bitirdiğinden daha fazla hikâyeyi başlatan diziyi biz de oturduk izledik ve iyisiyle kötüsüyle veda ettik. Bizlere konuşacak bir sürü şey bırakan diziyi daha fazla bekletmeyerek, “One World, One People” bölümünü incelemeye başlayalım!

Yüksek müsaadenizle diziye olan en büyük itirazım ile başlıyorum incelememe. Dostlarım bu dizinin ismi kesinlikle The Falcon and The Winter Soldier olmayı hak etmiyordu. Daha doğrusu bu dizi, içerisinde “Winter Soldier” ibaresi geçecek kadar Winter Soldier’a odaklanmıyor. Dizinin ilk bölümünde, Sam’in hem blip sonrası dünyadaki normal hayatına odaklanacağı hem de kendisine bırakılan unvanı hak etmek için çalışacağını vaat eden dizi, Bucky’nin de eski defterlerini kapatıp kendisini geçmişinden arındıracağı bir hikâye olacağını söylüyordu. Sam tarafından tam olarak her şey beklediğimiz gibi gerçekleşirken ne yazık ki Bucky yine ikinci adam olmaktan öteye gidemedi ve hikâyesine başladı bile demek ayıp olur.

Bucky’nin, Winter Soldier iken yaptıklarını kâbuslarında görmesi, kendini affetmek için onun yaptıkları sayesinde bir yerlere gelmiş Hydra ajanlarını tek tek yakalatması başlangıç için oldukça güzel hamlelerdi. Bir de Bucky’nin, oğlunu öldürdüğü yaşlı amcanın yanından daire alıp sürekli onunla karşılaşmak pahasına geçmişi ile yüzleştiğini görünce hepimizin ilk bölümden yüreği sızladı ve güzel bir hikâye kokusu aldık. Bucky’nin bu amca ile beraber duygusal konuşmalarına, tartışmalarına, bağrışmalarına tanık olacağımızı, daha sonra da önce amcanın daha sonra da Bucky’nin kendini affedeceğini ve güzel bir sakeyi paylaşacaklarını düşünüyorduk. Fakat bunların hiçbiri olmadı ve birinci bölümde başlayan yaşlı amca ve Bucky hikâyesi, final bölümünde son buldu ama ona da son bulmak denirse. Bucky sonunda yaşlı amcaya oğlunu öldürdüğünü itiraf etti ama ne bu itiraf sahnesinin yaşlı amcada yaşattığı etkiye şahit olabildik ne de Bucky’nin karakter gelişiminde bir mesafe kat ettik. Bu dizide Bucky olmasaydı gerçekten onun hikâyesi açısından bir şey değişmezdi. Bu yüzden dizinin isminin The Falcon and The Winter Soldier olmasını ne yazık ki birazcık abartı olarak görüyorum.

Gelelim dizimizin bana göre hakkı verilmeyen bir diğer karakteri olan Jonathan Walker ya da nam-ı diğer U.S. Agent’a. Dizide iyi bir karakter gelişim hikâyesi için ihtiyacı olan her şeye sahip karakterin, efsane olması için final bölümünde sadece tek bir şeye ihtiyacı vardı; kendini feda etmesi. Bütün bir sezon; kendisinin Captain America unvanına layık biri olduğunu kanıtlamaya çalışan, en yakın arkadaşını kaybeden, bir anda dünyanın gözü önünde katil haline gelen John, final bölümü ile birlikte insanları kurtarırken ölseydi abartısız söylüyorum, Marvel efsaneleri arasında kendine yer edinirdi. Finalde göreceğimiz etkileyici bir ölüm sahnesi, şöyle yağmur altında yapılan üzücü bir cenaze töreni ve Sam’in arkasından yaptığı duygu dolu bir konuşma gerçekten John Walker’ı çok daha iyi bir karakter olarak hatırlamamızı sağlardı. Fakat şimdi evrende bir adet U.S. Agent var ve bunun kime yararı olduğundan emin değiliz.

Sezonun ana kötüsü olarak tanıtılan Flag-Smasher’lar için ise ne yazık ki aynı şeyleri söylemeyeceğim. Yani sezonun başında gerçekten inanılmaz güzel argümanlar ile karşımıza çıkan Flag-Smasher’lar arka arkaya o kadar saçma şeyler yaptılar ki; hem bize hem de kendilerine motivasyonlarını sorgulattılar. Artık devletlerin hatta en basit şirketlerin bile telefonlarımızdaki verileri takip ettiği bir dünyada basit bir telefon uygulamasıyla devrim yapmaya çalışan Flag-Smasher’lar, aynı uygulamadan gönderilen bir mesajla tuzağa düşürülüp yakalandı. Dizinin ana kötülerinin bu kadar kötü bir yazarlık bir sonucu ortaya çıkması, ne yazık ki Sam’in karakter gelişimini de etkiledi ve Münir Özkul sahnelerinden fırlamış bir tirat atmasına neden oldu.

Sam Wilson’ın bir adım öne çıkıp, üç tane bürokrata kameralar önünde ders verme sahnesi gerçekten neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Özellikle dediğim gibi Flag-Smasherların dizide iyi bir kontrast oluşturamamaları, Sam’in söylediği sözlerin etkisini yitirmesine neden oldu. Fakat size bir şey söyleyeyim mi, bu sahnenin dizide yer almasından gayet memnunum. Evet çok klişe sözlerdi, evet çok kör göze parmaktı fakat bu sözlerin bir Marvel yapımından çıkması, özellikle genç insanların izlediği bir yapımın içinde bulunması benim açımdan önemli. Hani, kimse Sam’in sarf ettiği bu sözlerle doğru fikirlere ulaşmaz fakat en azından küçük bir tohum atılır. O yüzden her ne sahnenin işlenişini sevmesem de böyle bir sahnenin varlığından dolayı mutluyum.

Eh, artık hazır konu asıl adamımıza gelmişken biraz da ondan bahsedelim. Sam Wilson sonunda hem hak ettiği kalkana hem de Wakanda malı yeni süper kahraman kostümüne kavuşarak, resmi olarak Captain America oldu. Bazı insanların beğendiği, bazı insanların ise beğenmediği kostümü ben çok beğendim. Çizgi romanlardan fırlamış gibi gözüken kostümün her ayrıntısı, bana göre sonraki yapımlar için inanılmaz bir potansiyel taşıyor. Süper asker serumu olmadan Marvel evrenindeki kötülerle baş edemeyeceğini düşündüğüm Sam’e, Iron Man zırhları kadar olmasa da ona benzer teknolojik bir kostüm vermeleri, en azından artık daha iyi dövüş koreografileriyle beraber Sam’in de en az Steve Rogers kadar mücadele edebileceğini hissettirdi bana. Captain America’mızın, Civil War filminde kullanmaya başladığını gördüğümüz Redwing’i daha efektif kullanması, kostümüne eklenen küçük itiş motorlarının birçok farklı durumda yararlı olması, vibranyumdan yapılma kanatları ve tabii ki Steve Rogers’dan kalan kalkanı onu, ilerleyen zamanlarda çok iyi aksiyon sahnelerinde izleyeceğimizin mesajını verdi bana. Bu da haliyle beni sevindirdi tabii.

Hatırlayacaksınız, dizinin daha üçüncü bölümününde Sharon Carter’ı görür görmez “yapmayın” demiştim. Sharon Carter’ı kötü bir adam olarak hatta Powerbroker olarak düşünmelerinden çok korkmuş ve MCU’nun ayarlarıyla oynamamaları için yalvarmıştım. Fakat ne yazık ki dizinin senaristleri göz göre göre Sharon Carter’ı kötü adam yaptılar ve ben bu karardan hiç memnun değilim. Yahu bu kadın Captain America ile beraber Hydra’ya karşı savaştı, tüm kahramanların kendinden şüphe ettiği zamanlarda öne çıkıp Captain America’ya destek oldu, şimdi niye kötü oldu? Dizinin bu motivasyonu vermekle hiç uğraşmamasını geçtim ben açıklanabilir bir motivasyon olduğunu da düşünmüyorum. Ayrıca şu sıralar internette dolaşan “Sharon Carter aslında bir skrull” teorisi, hem gerçekleşmesini hiç istemediğim bir teori hem de Skrullar’ın bile bu kadar motivasyonsuz kötülük yapmasına ihtimal vermiyorum. Öte yandan bu bile Secret Invasion’ın neden Marvel’ın en kötü hikâyelerinden biri olduğunu kanıtlar nitelikte. Artık her filmde, her karaktere “Acaba bu skrull mı?” deyip, tereddütte kalacağız. Bravo Marvel.

The Falcon and The Winter Soldier, başlangıçta sadece bir aksiyon dizisi olarak ön yargıyla yaklaştığımız, daha sonra anlatacak dertleri olduğunu fark ettiğimiz ve sonunda bu dertlerini tam olarak anlatamadan nihayete kavuşan bir dizi oldu. Dizinin, Sam’in Captain America olmak için motivasyonunu belirlemede iyi bir araç olduğunu düşünsem de çok daha iyi olabileceği kanaatindeyim hala. Fakat heyhat ne yapalım, zamanı geriye alamayız. Bu diziyi de böylece izledik ve bitirdik. Kahramanlarımızın hikâyelerini de hem Captain America serisinin dördüncü filminde hem de dizinin muhtemel sezonlarında izlemeye devam edeceğiz. Umarım onlar daha güzel olur.

Siz nasıl buldunuz sevgili Geekler, The Falcon and the Winter Soldier’ın sezon finalini? Sizce Sam Wilson Captain America olmuş mu? Yorumlarda tartışalım bunları.

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.