Marvel’in geçen yıldan kalma süper kahramansız zamanların acısını çıkarırcasına başlattığı dördüncü faz tam gaz devam ediyor. Şimdilik bu yolculukta bize The Falcon and The Winter Soldier eşlik ediyor ve işin doğrusu bu yolculuğun bile yarısına gelmiş durumdayız. Altı bölümlük mini dizimizin Power Broker isimli üçüncü bölümünü de devirdik. Eh, lafı daha fazla uzatmadan gelin bu bölüm neler olup bitmiş konuşalım.
Geçtiğimiz iki bölümde hem diziyi hem de hikayeyi biraz tanımıştık. Zaten dizi altı bölüm olduğu için de neyi ne kadar anlatacaklar diye bir düşünüyorduk. Tam biz bunu düşünürken bu bölüm ise “gelin size neler neler anlatacağız” dercesine karşımıza çıktı. Anlatılanların başında da bir önceki bölümde peşine düşülen süper asker serumları geliyordu. Bu bölümdeyse gözümüzü yeni kaptan maskotumuzun serumların izini sürmesiyle açıyoruz ancak açtığımız gibi geri kapatıyoruz. Çünkü serumun izini bulamıyorlar ve rotamızı serumların peşinde koşan diğer ekibe yani Sam ile Bucky’e doğru çeviriyoruz.
Hatırlayacaksınız ki bitirim ikilimiz, bir önceki bölüm Baron Zemo’yu bulmak üzere yola çıkmışlardı. Bu bölümde arayışımız sonuç veriyor ve Baron Zemo’yu şıp diye buluyoruz. Hatta Zemo’yu bulduğumuz an bizleri bir an Winter Soldier filmine bile götürüyor. Tıpkı o filmde olduğu gibi, Zemo’nun komutlarla Bucky’e seslenmesini duyuyoruz ki benim gibi pek çok kişi bir iki saniyeliğine o filme geri dönmüş gibi hissetti belki de. Neyse, biz Zemo’yu buluyoruz ve üstüne onu bulunduğu hapishaneden kaçırmak için Bucky bir plan hazırlıyor. Hem de ne plan…
Şimdi bakın, gerçekte hapishanelerde düzen nasıl işliyor bilmiyorum ama her şey bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum. Yani ortada bir planın varlığından söz etmek bile zor gibi geliyor bana. Bucky gidiyor, bir not yazıyor ve mahkumların ortasına atıveriyor. Sonra bu notu okuyan mahkum anında karşısındakine karşı atağa geçiyor ve birden koca hapishanede kaos ortamı oluşuyor. Bunun üstüne Zemo bu kaosu fırsat bilip aradan sıvışıyor, bir görevlinin üniformasını giyiyor derken bir bakmışsınız koca hapishaneden kaçıvermiş. Kulağa biraz basit gelmiyor mu? Tamam, Prison Break gibi çok derin düşünülmüş bir planlamaya gerek yok ama sanki biraz daha düşünmek gerekirdi. Üstelik bu suçlu sıradan biri de değil, Baron Zemo’dan bahsediyoruz. Hani onun odasının ekstra korunaklı olması ve ters bir durum çıktığı zaman ona daha çok dikkat edilmesi gerekmez miydi? İnsan biraz olsun şunları sorguluyor ama ne yaparsınız, böyle şeyler her zaman oluyor deyip devam etmeliyiz galiba.
Hatırlayacaksınız Flag-Smasher’lar ilk çıktığında, bir kötü adam için argümanlarının gayet iyi olduğunu, diziye büyük bir derinlik katacağını düşünmüştük. Hatta bu örgütün, ana karakterlerimizi ikilemde bırakıp “Belki biz yanlış tarafta yer alıyoruz” gibi sorularını sordurmasını istiyorduk. Fakat bunun bir Marvel ve süper kahraman yapımı olduğunu da göz önüne alarak, bir noktada kötü adamlarımıza çok kötü bir şey yaptırarak kendilerini tamamen karanlık tarafa çekmelerinden korkuyorduk. Nitekim öyle de oldu…
Bölümün başında revirdeki çocukları göstererek bize Karli ve Flag-Smasher’ların motivasyonunu anlatan dizi, bundan sadece birkaç dakika sonra elleri kolları bağlanmış insanları arabayla patlatarak bizi hayal kırıklığına uğrattı. Belki de biz Marvel’dan bu kadar büyük şeyler beklediğimiz için hatalıyız ama gerçekten ilk iki bölümde o kadar güzel umut verdiler ki bize… Oysa tek istediğimiz Sam ve Bucky’e yaptıklarını sorgulatarak, Steve Rogers’ın karakter gelişimine benzer bir karakter gelişimi yaşamalarıydı. Bu bölüm anladık ki istediğimiz bu karakter gelişimi, Flag-Smasherlar sayesinde olmayacak.
Gelelim MCU içerisinde ilk kez gördüğümüz bir şehre, yani Madripoor‘a. Çizgi romanlarda her türlü pisliğin membaı olan bu şehre cevaplar bulmak için giden Zemo, Sam ve Bucky kötü birer adam taklidi yaparak araya karışmaya çalışıyor. Zemo ve Bucky’nin çok fazla çaba harcamaması gereken bu kötü adam taklidi için Sam’e sahte bir kimlik yaratılıyor. Fakat ne hikmetse herkesin namını duyduğu hatta favori içkisini bile bildiği Gülümseyen Kaplan isimli bir kötü adamın kılığına bürünen Sam’e, kimse “Sen Gülümseyen Kaplan değilsin” demedi. Biz de sineye çektik peki dedik, ne diyelim.
Ekibimiz bir şekilde istediklerine ulaşıp, süper asker serumunu yapan adamı buldular bulmasına ama gerçekten bu da bir şekilde bizi üzmeyi başardı. Hatırlayacaksınız daha bir bölüm öncesinde, Bruce Banner ve daha bir çok bilim adamının taklit etmeye çalışıp başarısız olduğu, Dr. Erskine’in süper asker serumunu kimin yaptığını çok iyi açıklamaları gerektiğini söylemiştik. Dizinin bu açıklamayı iyi bir şekilde yapmasını geçtim, bir de resmen serumu yapan bilim adamının egosu yüzünden resmen bütün Marvel evrenindeki süper zeki insanlara hakaret ettiler. Erskine’in serumunu, Blip ile beş yıl ortadan kaybolmasına rağmen Erskine’den çok daha iyi bir şekilde yaptığını söyleyen Dr. Nagel, resmen bu serumun bu zamana kadar taklit edilmemesi ile alay etti benim için. Biliyorum, bütün bu başarıyı Isaiah’dan aldıkları kan örnekleri ile yaptılar ama en başta Isaiah’ın o güçlerini de nasıl aldığını anlatmadılar ki?
Bu bölüm gölgelerin arkasından çıkıp kahramanlarımızın kurtulmasına neden olan Sharon Carter ise bir diğer hayal kırıklığımızdı. Captain America: Civil War filminde Team Cap için, SHIELD depolarından alet edevat çalan Sharon, önce SHIELD’dan azledilmiş sonra da Amerika’da aranan kişi haline gelmiş. Tabii ki Civil War filmindeki durumlar sebebiyle oldukça anlaşılabilir bir durum, ta ki Infinity War’a kadar. Yahu arkadaşlar, bu kadının SHIELD depolarından çaldığı kalkanın sahibi olan kişi gidip evreni kurtardı. Bu dizinin başında Amerikan hükümeti, Sharon ile beraber azledilen suçlulardan biri olan Steve Rogers’ı ulusal kahraman ilan ettiniz, bir diğer suçlu olan Sam’i ise getirip konuşma yaptırdınız. Şimdi bu adamları affettiniz de bir tek Sharon’u mu affetmediniz? Hadi diyelim Amerikan hükümeti bunu düşünmedi, Tony Stark, Steve Rogers ya da herhangi biri de mi Civil War olaylarından sonra bu kadın ile iletişime geçip, “Onun bir suçu yok” demedi.
Avengers üyelerinin ve Amerikan hükümetinin Sharon’a yaptığı ayıp bir yana dursun, Sharon da bu bölüm inanılmaz bir şekilde kendi dışında biri gibi davranmaya başladı. Yani tamam hükümetin sana ihanet etti ama git bir yerlerde kanunsuz olarak takıl be. Hemen nasıl Madripoor’da çalıntı sanat eserlerini satacak kadar kendini batağa düşürdün? Valla özellikle ben, bu dizinin sonunda Buck ile Sam’in karşısına kötü adamlardan biri olarak Sharon’ı çıkartmalarından korkmaya başladım. Eğer öyle bir şey olursa işte o zaman siz görün benim öfkemi.
Bakın WandaVision, Marvel evreninde birçok şeyi değiştirdi. Bizim bu zamana kadar Wanda’nın, deney sonucu edinilmiş güç sandığımız yeteneklerinin büyü olduğunu gösterdi, Marvel evrenindeki büyü ve büyücülerin tanımının yeniden yapılmasını sağladı. Fakat MCU’daki bu gibi öğeleri, temel kabul eden hiçbir hikâye olmadığı için evrende kötü anlamda bir değişikliğe sebep olmadı. Fakat The Falcon and the Winter Soldier ne yazık ki kendi hikâyesini anlatırken, bu zamana kadar anlatılan tüm SHIELD, Hydra ve Captain America hikâyelerinin altını oyuyor. Rica ediyorum yapmayın. Güzel güzel kalan üç bölümde kendi hikâyenizi anlatın sonra da hayatımıza devam edelim. Ama MCU’nun ayarlarıyla oynamayın, çok rica ediyorum.
The Falcon and The Winter Soldier, aksiyon sahneleri ve yapım kalitesi sayesinde gerçekten izlemesi oldukça güzel bir dizi. Fakat özellikle üçüncü bölümü yüzünden beni hikâyesinde bulunan açıklar yüzünden üzmeye, hatta endişelendirmeye başladı. Sizler ne düşünüyorsunuz sevgili Geekler bu bölüm hakkında? Sizce takıldığımız kısımlara takılmakta haklı mıyız? Yorumlarda tartışalım.