The Mandalorian’ın “The Convert” isimli en yeni bölümünde Din, Grogu ve Bo-Katan’ın kovalamacayla dolu kısa yolculuklarına biraz ara verip, bu sefer ilk bölümdeki ‘mürtet’lik müessesinden farklı cins ‘dönek’likleri, Elia Kane ve Dr. Penn Pershing’in macerasıyla izledik. Elia Kane’i, Grogu’yu yakalamak üzere görevlendirilen Moff Gideon’un askerlerinden biri olarak tanıyorduk, Dr. Pershing’in ilk ismini ve klonlama deneylerine nasıl başladığını da bu bölümde öğrendik.
Yeni sezon, ikinci bölümde de üzerinde durduğumuz şekilde evrene dair birçok referans barındırıyor; bu üçüncü bölüm ise gerek Coruscant’ı, İmparatorluk hükmünden kurtulmuş bir başkent olarak bu dönemde ilk defa görmemiz gerekse de Yeni Cumhuriyet’teki Genel Af Programı üzerinden ilerleyecek bir yeni maceranın yolunu açmamız sebebiyle bu açıdan en dolusuydu. Fakat bölümde olanlar Moff Gideon’a varacak bir başlangıca ilişkin arka plan oluşturuyordu, sonuçları görmeden bunları tekrar etmenin de pek bir anlamı yok. Onun yerine, hele de Andor’dan sonra Coruscant’a, cumhuriyete ve burada bir şekilde var olan küçük aktörlere yeniden bakmışken, The Mandalorian’ın bu bölümde bize hatırlattığı beş derse odaklanmak istedim.
Görselden sonra bölüme dair spoiler bulunacaktır, dikkat ediniz.
1) Bize Dokunmayan Yılan Da Bin Yaşamasın.
İlk hatırlatmayı bölümün en kısa macerasından seçiyoruz ama bu dersi dizinin ana karakterleri bizlere verdiği için en başlarda yer alması önemli. Din Djarin de Bo-Katan da çeşitli sebeplerle The Mandalorian yolundan ayrılan ve uğruna savaşacakları şeyi daha çok kişisel sebeplerle seçen karakterler. Din, geleneklerine ve inançlarına bağlılığını sürdürse ve bu, belki içerisine düştüğü bir zorunluluk olsa da paralı askerlik yapıyor; Bo-Katan ise kendi gelenek ve inançlarından, türünden ümidini kesip, hükümdar soyundan gelse de sürüldüğü bir gezegene yeniden dönebilmek adına Darksaber’ın peşine düşüyor.
Bu iki karakter, kendi gelişimlerini elbette ki yaşıyorlar, her yeni bölümde bunu görüyoruz. Mando affedildi, Bo-Katan yeniden yola kabul edildi ve Mandalorian birliği oluştu bu bölüm, bu da sezon sonunda kıymetli yerlere varacak. Fakat galaksinin dört bir yanında, taraflarını kendi memleketinizin, türünüzün yok olmasına; bir şekilde hayatta kalanlarının da kötü emeller uğruna kullanılmasına sebebiyet verenler ile yenilmiş, bitap düşmüş olsalar da onlara direnmeye çalışanların oluşturduğu koca bir savaş var. Biriniz sarayınıza TIE Interceptor’lar bombalar fırlatana kadar “Aman benden geçti bu işler”, diyordunuz; diğeriniz de gariban bir bebek bulup da onunla birliktelik kurana kadar “Yol budur, ben kimseye karışmam”, diye geziyordu. Hiçbir şeye bulaşmayıp da ancak hayatına anlam katan bir bebek bulduğun için elinden mutlak bir gücü kaçırmaya çalışırsan Moff Gideon peşine düşer; kafana eseni yapmaya kalkıp gemilerini çalarsan da koca gezegende, kimse seni rahatsız etmeden, tek başına oturamazsın. O şartlarda olmanızın sebebi insanlar, her zaman sinirlenecek bir şey bulurlar. Neticede aynı yere varıyorsak bir şeyleri değiştirmek için korsanlara, savaş lordlarına, imparatorluk tehditlerine veya mitazorlara gerek kalmamalı sanki, kurtuluş hiçbir zaman tek başına gelmez.
Bu hatırlatma, Dr. Peshing’in konuşmasından sonra yanına toplanan elitler için de geçerli. Ne diyordu: “İmparatorluk, Asiler, Yeni Cumhuriyet… Takip etmek çok zor. En iyisi dâhil olmamaya çalışmak.” Bazen bu bölümde Bo-Katan’a sayıca az olduklarını hatırlatan Din gibi durmak bazen de kadim bir ilahi uyarı görmeye gerek kalmadan, en başından müdahale etmek gerekebilir. Ama her durumda size dokunmayan yılanlara “Bin yaşa!” dememek mümkün.
2) Takiyecilere Güvenmemek Elzem.
Bölümün ana hikâyesini, Revenge of the Sith’te Palpatine’in Anakin’e Darth Plagueis’tan bahsettiği aynı opera salonunda başlattık. Dr. Pershing Yeni Cumhuriyet’in elitlerinden oluşan izleyicilerine annesini kaybettiği acıklı geçmiş anılarından, DNA klonlama deneylerinden, iyi niyetinden ve bu iyi niyetiyle geliştirdiği bilimsel yöntemlerin kötüye kullanılmasından duyduğu pişmanlıktan bahsediyordu. Genel Af Programı’na alındığı için çok mutluydu, kendisi gibi birçok iyi niyetli ama kandırılmış insan vardı. O insanların tespit edilemeyen ve bu sebeple herhangi bir programa alınamayan çoğu, kendisi kadar önemli olmasalar ya da sadece ‘dâhil olmamaya çalışarak’ gözden uzakta dursalar da o salonda oturuyordu.
Dr. Pershing’in konuşmasından sonra biz de onunla yeni konutuna, Af Programı bünyesindeki diğer bazı insanlarla beraber kaldığı yere gittik ve burada da Elia Kane karşımıza çıktı. O da iyi niyetliydi muhtemelen çünkü Moff Gideon’u hatırlamak bile istemiyordu, birçok kez karşılaşmış olsalar da Pershing ile arkadaşlık kurmamış olduğu için üzgündü. Özlediği kurabiyelerden bile bir kutu getirdi Pershing’e, daha ne yapsın?
Bölüm ilerledikçe Elia Kane, Dr. Pershing’in zaten sahip olduğu iyi niyetlere bir sürü iyi niyet daha ekledi, Yeni Cumhuriyet’in hayrı için klonlama deneyleri üzerine çalışması gerektiğini, yetkililerin de şimdi göremeseler de bundaki hikmeti bir gün anlayacaklarını söyledi. Bölümün sonunda ise onu önce kendi elleriyle Cumhuriyet yetkililerine teslim etti, sonra da Mind Flayer’ın dozunu tüm iyi niyetiyle artırarak çift taraflı oyununu ilan etti. Bizlere de biri kandırılmak için çok fazla şeye ihtiyaç duymayan, biri de tatlı pişmanlığıyla herkesi çok güzel kandırabilen bu karakterlerden yola çıkarak iyi niyet taşlarımızı cehenneme giden yola döşemek istemiyorsak, takiyecilere güvenmemeliyiz dersini çıkartmak kaldı.
3) Her Şeyden Önce İnsan ve İletişim!
Biraz tartışmalı bir hatırlatma bu. Çünkü en başta bilimden sapmamalı, sonra teknolojiden tabii ki yararlanmalı, hele de Star Wars gibi bilim kurgu eserlerinden bahsediyorsak bilinçli droidler gibi birçok yeni yaşam formuna ya da klonlama gibi keşiflere ön yargılı yaklaşmamalıyız. Bunlar daha en temelde biz geekleri heyecanlandırıyorlar ama çoğu durumda geleceğimizi de tayin edebilecek şeylerden bahsediyoruz.
Şimdilik klonlamayla ilgili etik tartışmaları bir kenara bırakalım ve bölüme dönelim. Dr. Pershing’in ‘döndürüldüğü’ yeni düzendeki yeni hayatı, bu hayata uyum sağlamak için benimsemesi gereken yeni değerleri ve bu hayatı idame ettirmek için kendisine verilen ama kapasitesinin altında kalan yeni işinin denetiminin bir droid aracılığıyla yapıldığını gördük. Pershing’den yola çıkarak kendisi gibi binlerce kişinin de her gün bir droid tarafından sorulan “Hayatınızdan memnun musunuz?” sorusuna cevap verdiğini anlayabiliyoruz. Muhtemelen hepsi de kafalarındaki herhangi bir soru işareti ya da gönüllerindeki en ufacık arzu için droidlere gittiklerinde, yazılı bir yönergeden farklı bir cevap alamıyorlar. Yetmiyor gibi, birbirine açılmaya çalışan insanlar da var ama ya çok meşguller ya da bazı şeylerden bahsetmek hâlâ çok tehlikeli olduğu için böyle sohbetlerden kaçıyorlar. Bu da onları, en azından Dr. Pershing’in hikâyesinde olduğu şekliyle kötü durumların içerisinde bırakıyor.
Bilimsel gelişmeler özünde iyi veya kötü değiller, Dr. Pershing de bunu anlatmaya çalışıyordu. Burada ayırıcımız muhatabı seçme kısmı, onu da milyarlarca galaksinin içerisindeki milyarlarca gelişmeye vâkıf (bakın, burada da Vakıf var.) olsak da ancak diyalogla yapabiliriz. İyi, kötü ya da doğru, yanlış; zıtlığı nereden seçersek seçelim, bu ikisi arasındaki farkı doğru tanımlayacağına emin olamadığımız herhangi bir otoriteye de tek başına bu diyalogu emanet edemeyiz ki bu da bizi bir sonraki hatırlatmaya taşır.
4) Uçlaştıkça Aynı Yere Dönersin.
Bu hatırlatma bilim kurgu okurları için en bilindiği olabilir ama biz yine de bahsedelim. Star Wars içerisindeki en büyük çatışmamız, iki tarafı Sithler ve Jedilar üzerinden somutlaştırabileceğimiz bir iyi-kötü çatışması. Tabii biraz daha detaya inince, mesela işin politik kısmına yani İmparatorluk ve Cumhuriyet’e gelince daha gri alanlarda dolanıyoruz ve en son Andor’da da izlediğimiz şekliyle bu gri alanları keşfetmesi çok daha keyifli.
Sırf bu zeminde konuşursak; kurulan anlatıda İmparatorluk için bir distopya, Cumhuriyet içinse bir ütopya diyebilirdik. Birinde düzen ve iyilik uğruna baskı hâkim, diğerinde özgürlük. Biri -bu bölümde bahsi geçen klonlama ya da istihbarat gibi- bilim ve teknolojinin imkânlarını olabilecek en olumsuz sonuçları ile kendi lehine kullanıyor; diğeri ise -klonlamanın etikliği sebebiyle yok saymak ya da sırf İmparatorluk’tan kalma diye bazı şeyleri tasfiye etmek gibi- bunları gelişime, ilerlemeye hizmet edecek en katı şekilde yeniden düzenliyor. Yazınsal tür tanımında bu ayrım aslında çok bariz gibi gözükse de bir örnekle Cesur Yeni Dünya’ya baktığımızda durumun pek de böyle olmadığını görüyoruz. Bu yüzden gri alanları deştikçe tam aksine daha net hatırlatmalara sahibiz.
Zorunlu enstitüler, af programları, günlük sorgulamalar, katı kurallar, eski rejimin sergilenen kalıntıları, insanlara isimleri yerine verilen numaralar ve beyinle oynayan teknolojiler, Cumhuriyet’ten çok, yıllardır bir şekilde dirilip de yıkılma hikâyesini izlediğimiz İmparatorluk’u anımsatıyor bize. Fakat baskıdan kurtulmuş bir Coruscant’ta gördüğümüz şey, sadece değişen bayraklar, gerisi ise yine aynı cümle: “İmparatorluk, Asiler, Yeni Cumhuriyet… Takip etmek çok zor.” Hangisinin içerisindeysen onun iyi olduğuna ikna olabileceğin ve temelde aynı mutluluk vaadini aldığın, ancak diğer tarafa geçince o vaadin farklı olduğunu sandığın durumların tartışmasını yapmak bu yazının konusu değil fakat önceki üç dersi daha çok hatırlarsak işimiz kolaylaşır. Uçlaştıkça aynı yere döneriz.
5) Aşılanan (Hangi) Umuttu?
Son hatırlatmamız biraz dizinin dışarısından gelecek. Coruscant’ta iki farklı rejimin altında ama aynı şartlarda yaşayan iki karakteri, birbiri ardına Andor’da ve bu bölümle de The Mandalorian’da izledik. İlkinde İmparatorluk safında, sırf görevini yapmaya çalıştığı için gözden düşen Syril vardı; burada ise işinde çok iyi olduğu için kötü insanların eline düşüp, pişmanlıkla Cumhuriyet safına geçen Dr. Pershing. İkisi de gözetim altında tutulabilmek için kapasitelerinin çokça altındaki işlere veriliyorlar ve ikisinin de birey olarak o rejimde herhangi bir yerleri yok. Bu durumdan şikayet etmeye başladıklarında da kendilerini yanlış tarafta buluyorlar.
Buradan hareketle kraliyet soyundan gelen Bo-Katan, çok güçlü savaşçı Din Djarin yahut kanındaki midichlorian sayısı fazla olan başka başka karakterlerden olmadığımız için gündelik işlerimize devam ediyoruz sanıyorum ki. Ya da bu tanımlara spesifik olarak uymayan herkes, tam da kapasitesine uygun bir hayat yaşıyor olmalı. Son hatırlatma, Lucasfilm’in hangi umudu, neyle açıklamaya çalıştığı ve bunu da hangi mesajı -artık haydi, kimseyi kırmayayım- dikkatsizliğine gelerek verdiğine yönelik olsun.
Benim The Mandalorian’ın bu bölümünden çıkarttıklarım ve bir yazı ile dahi olsa üzerine konuşmak istediğim şeyler bunlardı. Arada elbette Moff Gideon’un yargılanmaya götürülürken kaçtığı söylentileri, TIE ve bombardıman uçakları, Jango Fett’in DNA’sından ordu klonlayan Kaminoanların bahsi, haftanın günlerinin Star Wars evrenindeki isimlerini duymuş olmamız, foton içeceği gibi bir sürü detay vardı, olabildiğince bakıyorum. Bölümden çıkartılanlar başka bölümlerde değişebilir, neticede bu bir dizi. Yine de koca bir yazıyı bunlarla doldurmak yerine, hazır ülke gündemi de bizi bu tarz konulara yönlendirirken ve bu konuda ifade etmemiz gereken çok fazla şey varken, bunlar üzerine sohbet edebilmek istedim. Umarım siz de durumdan memnunsunuzdur; düşüncelerinizi ve kendi çıkarımlarınızı her zaman yorumlara bekliyorum.
1 Comment
Ülke gündemi ile bu bölümün arasında bir paralellik kurulması çok iyi bir saptama, ayrıca yazım tekniği ve biçim çok hoş, yazarın bir kitap çıkarmasını beklerim. Tebrikler.