Öncelikle yazıyla ilgili üç beş şey söyleyeyim. Bir kaç bölüme özel inceleme yaptıktan sonra, diğer bölümler incelemeye değer çok bir şey vermeyince yazı tercihimi bir sezon analizinden yana kullanma kararı verdim. O yüzden bu yazı sadece sezon finalini değil sezon genelini değerlendirdiğim bir yazı olacak ona göre okuyun. Önceki bölüm incelemelerinde –ilk üç bölüm, dördüncü ve beşinci bölümler ve altıncı bölüm şeklinde- yazdıklarım hala geçerli, onlara da bir bakın. Yazının başında spoiler’sız olarak bu sezon nasıldı, izlenmeli mi, izlenmemeli üzerine bir kaç yorum yapıcam, kalan kısımda bu söylediklerimi spoiler vura vura açıklayacağım. O yüzden diziyi izlememiş olanlar aşağıdaki iki paragrafa baksın, spoiler korkusu olmayanlar tüm yazıyı okusunlar. Anlaştıysak başlayalım.
Yüzüklerin Efendisi’nin ülkemizde ilk popüler olduğu yıllarda yayınevleri haklarını alabildikleri bütün fantastik-kurgu eserlerini dilimize çevirmeye başlamışlardı. Evet bunların arasında Forgotten Realms, Drangonlance gibi efsaneler de vardı ama -sevenleri varsa asacaklardır beni ama ben sevmem- David Eddings’in çok bir numarası olmayan serileri de çevrilmişti. İşte genel kanaatim dizimizin bu ikinci örnekteki kalitede olduğu yönünde. Yani berbat mıdır? Hayır. Bir fantastik kurgudan beklediğiniz her şey üç aşağı beş yukarı var mıdır? Evet. Ama ortaya bambaşka mucizevi bir şey koyuyor mudur? Maalesef o da hayır. Rakamla belirtmek gerekirse, 10 üzerinden 6,5’tan 7 veririm, kafanızda canlanması açısından.
Evet bir fantastik kurgudan beklediğiniz her şey mevcut. Farklı özelliklerde bir grup -party denirdi FRP dilinde hey gidi günler- macera yaşıyor ama o grup biraz klişe, tekdüze. Gerçekten dünyanın kaderini etkileyecek bir durum mevcut ama bunun etkilerini çok görebildik diyemem. Süper korkunç görünen baş kötü, onun gönderdiği karizmatik yan kötüler var ama çok kolay bir şekilde harcanıyorlar. Yer yer güzel karakter dinamikleri, şaşırtıcı olaylar olabiliyor ama ergen ilişkileri ve yetersiz diyaloglar da mevcut. Yani eğer oturup klasik bir fantazi öyküsü izlemek istiyorsanız sizi tatmin edecektir ama dünyanızı değiştirip her yer de “Shannara” diye bağırmanızı gerektirecek bir durum da yok. Ne yazık ki Netflix Dragonlance’in haklarını alıp hakkını veren bir dizi çekmedikçe -Keşke Gerçek Olsa Diyeceğiniz Geek Fantazileri No:4- daha iyisini bulmamız da biraz zor gözüküyor.
Şimdi bu yukarıda söylediklerimi Spoiler ile açıklama kısmına gelirsek. Bir dizide en önemli nokta karakterlerdir. Dizide farklı farklı tipte pek çok karakterimiz mevcut. Hepsinin klişe de olsa arka planını tamamlayan öyküleri var. Bazı sahnelerde -dördüncü bölümdeki Amberle’nin imtihanı sekansında Wil’in durumu gibi- karakter gelişimi açısından potansiyelleri olduğunu da görüyoruz. Daha deneyimli oyuncuların performanslarının da üstdüzey olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dizinin ana karakter katli konusunda Game of Thrones’u aratmadığını ünlü ünsüz haşat etmekte elini de korkak alıştırmaması son derece başarılıydı ve öldürmek için de zorlama yollara sapmayıp konunun akışı içinde bunu güzelce yapabildiler.
Karakter konusundaki en önemli eksiğimiz bu karakter gelişimi potansiyelini yeterince kullanamamaları sanırım. Hadi tekdüze klişe karakterler yarattın, bari biraz sezon boyunca geliştir değil mi? Mesela Eretria gri alandaki bir karakter olarak yazılmış ama kötüyken de iyiyken de tam o hissi veremiyor, bu geçişler de klişe olunca o beklenen etkiyi yaratmamış oluyor. Öve öve bitiremediğim Cephalo dışında böyle tam olmuş diyebileceğim bir karakter yok gibi. Genç oyuncuların tekdüze performansları da buna fazlasıyla katkıda bulundu ne yazık ki. Potansiyeli olan pek çok karakter dinamiğinin de hakkını veremedi dizi. Cephalo – Wil, Bandon – Druid gibi mesela. Bir de bunun yanına daha genç izleyicileri sarsın diye zorlama aşk üçgenleri koyup bunu da en klasik şekilde yansıtmaları, bu sebeple bol bol ergen triplerine maruz kalmamız da olmasaydı daha iyiydi dedirtti.
Dizi afilli bir kötü adam ve onun çevresinde şekillenen bir “Dört diyarı kurtarmak lazım” hikayesine sahip. Dagda Mor görsel olarak şekil olmasının dışında çok güçlü olduğunu gösteren sahnelere de sahipti. Kötü adam olmuş dedirtti bize. Onun yandaşları da en az o kadar etkileyiciydi. Changeling başta olmak üzere Reaper falan on numara bölüm canavarı olmuşlardı. Buradaki sıkıntıda baş kötümüz dahil olmak üzere çok kolay harcanmış olmaları. Yani Dagda Mor o kadar güçlüydü ama dünkü çocuk Wil onu yavaşlatmayı başardı, Druid’de tek hamleyle bitirdi. Herif Amberle’yi durdurmak için hareket bile edemedi. Hani o hissettirdiği güçlü kötü adam imajı tek sahnede tuz buz oldu. Buna benzer nice örnek mevcuttu sezon boyunca.
Dizinin geçtiği dünya bize süper bir altyapı sunuyor. Ellcrys, iblisler, büyünün konumu, modern dünyanın kalıntıları falan. Dizi görsel olarak da bunları çok güzel bir şekilde ekrana taşımış. Bu konuya ciddi emek ve maddiyat ayrıldığı belli oluyor. Mekanlar, efektler hepsi gerektiği şekilde görkemli ve ortama uygun olarak görselleştirilmiş. Hakikaten bir fantazi diyarında olduğumuzu bizi hissettirme konusunda başarılı bir iş çıkartılmış. Televizyon bütçesiyle bunları başarabildikleri için ciddi bir takdiri hak ediyorlar.
Anlatım konusunda ise yer yer sınıfta kaldı dizi. Mesela son savaşta Arion’un önce bizim Commander’ı öldürüp sonra Ander tarafından öldürüldüğü sahne tasarım açısından çok başarılı ama ya oyunculuklardan ya hızlı geçilmesinden, ya da yeterince dramatize edilmemesinden biraz aceleye gelmiş gibi geldi bana. Aynı durum Amberle’nin “Tohum sensin, yap bir fedakarlık” durumunda da vardı. Fikir güzel, tasarım da güzel ama işlenişte o beklenen etkiyi tam olarak yaratamadı. Bir de tabi bütün o yolu sırf kızın tohum olduğunu öğrenmesi için gitmiş olmaları -galiba kitapta başka bir şekilde açıklanıyormuş-, bir de tabi 9 bölümde gittikleri yerden kaleye iki dakikada dönmelerine falan çok girmiyorum. Senaryonun yer yer fazla tahminedilebilir olması da heyecan unsurunu biraz frenledi açıkçası.
Şimdi kısaca sezon finalinden de bahsedelim. Yukarıdaki durumlar yine geçerli olsa da, tek bölümle çok şey hikayeyi bağlamaya çalışmanın zorlukları bariz fark edilse de, sezon finali bir şeyi çok başarılı yaptı; o da gelecek sezon için beni heyecanlandırmayı sağlamak. Hem bu sezonun bütün olaylarını kafalarda çok soru işareti oluşturmadan kapatıp, yeni sezona da merak ve istek uyandıracak konulara bağlayabilmeleri kesinlikle başarıydı. Wil-Eretria durumları, sezonun en anlamsız karakteri Bandon’ın süreci falan derken henüz açıklanmasa da olası bir ikinci sezonun bu sezonun üstüne çıkabileceği hissiyatını verdi. Onun dışında son savaş çok ahım şahım olmasa da, duygusal sahneler biraz az duygusal kalsa da vermesi gerekenleri güzelce veren bir bölümdü.
Sonuçta genele baktığımızda mükemmel dizi olmasa da, şu alternatifsizlikte elimizde izlenebilir bir fantastik dizi olduğu için şükretmemiz lazım. Bazı yerlerde aksasa da sonuçta elle tutulur bir fantazi dizisinden beklediğimiz herşeyi karşımıza koyan bir dizi var. Dolayısıyla çok derinlemesine girmeden keyfine varmanızı, olumsuz yönlerine değil olumlu yönlerine ağırlık vermenizi öğütlerim.
Peki siz nasıl buldunuz Shannara’nın ilk sezonunu geekler? Yeni bir sezon daha istiyor muyuz? Yoksa bu olmadı önümüzdeki dizilere mi bakıyoruz? Yorumlara yazın lütfen. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere esen kalın.