Yazan: Kemal Arslan
Yüzüklerin Efendisi film üçlemesinin bu kadar başarılı olup sıkı kitap hayranlarının bile beklentilerini karşılayabilmesinin arkasında kuşkusuz müthiş yaratıcı bir süreç yatmakta. Peter Jackson’ın seriye hakimiyetinin yanında, sinemayı iyi bilmesiyle mükemmel olan bir kitabı uyarlama konusundaki püf noktalarını bilmesi bunlara dahil. Özellikle prodüksiyonun ilerleyen aşamalarında kilit noktalar için doğru kişileri görevlendirme meselesini çok iyi kotarmıştır Jackson. Yaptığı en iyi şeyin bu olduğunu kendisi de belgesel veya röportajlarında defalarca dile getirmiştir zaten. Bu yazı da, filmde gördüğümüz her şeyin o şekilde görünmesine neden olan baş illüstratör Alan Lee’yi anlatan ve filme ne gibi katkıları olduğuna değinen bir yazı olacak.
Henüz film fikir aşamasındayken Peter Jackson, kafasındakileri kağıt üzerine aktarması için illüstratör Alan Lee ile çalışmaya başlar. Alan Lee daha ortada hiçbir şey yokken, sadece okuduklarından yola çıkarak bizim o çok hayranı olduğumuz ve kadraj içine girebilecek her şeyin nasıl görüneceğini belirler. Yani Lee abimiz kendi hayal gücü ve Tolkien’in vizyonunu mükemmel bir şekilde harmanlayacaktır. Bunu hayata geçirme konusundaki düşüncülerini de şu şekilde dile getiriyor:
“Hayranları tarafından bu denli tutkuyla sevilen bir eser üzerinde çalışmak çok zor çünkü üzerimde büyük bir sorumluluk hissediyorum, ama aynı zamanda da çok kolay, çünkü Tolkien öyle bir şekilde yazmış ki sadece kitap bile kendi başına çok iyi bir görsel sanat eseri ve bana çok iş kalmıyor.”
Sanat tasarımı, bir fantastik filmin (veya fantastik bir görsel sanatın) en kritik alanlarından biridir. Film, hikayesel tutarlılığın yanında görsel olarak da tatminkar ve inandırıcı olmalıdır. Alan Lee’nin de özellikle karakter tasarımlarında en çok emek verip kafa yorduğu kısım bu inandırıcılık meselesidir. Hatta kendisi bu konuda o kadar titiz ve gergindir ki, Hobbitlerin kreatif süreciyle alakalı şöyle bir alıntısını aktarmak isabet olacaktır:
“Hobbit tasarlamak benim için hayal ettiğimden çok daha zordu, zira o kadar ince bir çizgi üzerinde dolaşıyorsunuz ki; çok çocukça ve karikatürize ama aynı zamanda da fazla grotesk görünme riskiyle karşı karşıyasınız. Neyse ki bu konuda gerçek bir Hobbit olan dostum Kiran Shah’tan referans çizim yardımları aldım.”
Aynı şekilde Gandalf’ı tasarlarken de eskiden yaptığı Merlin çizimlerinden fazlasıyla ilham aldığını belirtir, zira Yüzüklerin Efendisi’nden önce Keltik ve Nordik mitleri üzerine çok sayıda eseri bulunmaktadır kendisinin. Nihayetinde Lee’nin Gandalf tasavvuru o kadar etkili ve başarılı olmuştur ki sinema tarihinin en akılda kalıcı karakterlerinden biri haline gelmiştir. Hatta Peter Jackson kendisiyle Gandalf’ı oynaması için ilk temasları kurduğunda Ian McKellen bile ikna aracı olarak Alan Lee’nin Gandalf çizimlerinin ve orta dünya tasvirlerinin ne kadar etkili olduğunu söyler. Daha sonra stüdyoya ilk adımını attığında da hayal kurduğu her şeyin gerçek olduğunu, resmen başka bir dünyaya adım attığını belirtir.
Lee’nin, illüstrasyonları üzerinde çalışırken itinayla dikkat ettiği bir diğer önemli konu da detaylardı. Dünya ve karakter tasarımlarında öyle bir sorumluluğa sahipti ki çekim esnasında kadraja giren her şey onun elinden geçmekteydi. Ekipteki çoğu departman ona bağlıydı, özellikle çevre ve yeşillendirmeden sorumlu Greens departmanı tasarlanacak her ot için bile Alan Lee’ye danışmaktaydı. Zira evrende her şeyin nasıl görünmesi gerektiğini Tolkien’den tüm ekibe aktaran kişiydi kendisi. En küçük yosun parçasının bile o evrene ait olduğunu ve gerçek hayattakine ne kadar benzese de kendi evrenine has özgün özellikler taşıdığını vurgulamaktaydı.
Çoğu sıkı hayranların bildiği üzere Edoras şehri film çekimi için tamamen sıfırdan kurulmuş bir kasabadır. Görsel efektler yerine şehrin fiziki olarak kurulma önerisi yine Alan Lee’ye aittir. Yerdeki otlardan Rohirrim kalkanlarına, Theoden’in kılıcından direkteki bayrağa kadar her şey Lee’nin ve ekibinin tasarımıdır.
Lee’nin gerçek dünyadan doğrudan ilham aldığı şeyler de vardır. Özellikle höyükler ve Bree Toprakları’nı yaratırken Britanya’nın doğal ve tarihi zenginliklerinden çok etkilenmiştir. Alan Lee’nin, bu eserin içine kendi kişiliği ve anılarından ne kadar fazla şey kattığını da şu sözlerinden çok net bir şekilde anlıyoruz:
“Geçmiş dönemlerden kalma defin höyükler, çember ve dikili taşlar bakımından çok zengin ve aklıma kalıcı şekilde resmolmuş yerlerde yaşadım. Bazı zamanlar öyle bir sis çökerdi ki zemin buhardan bir örtüye dönüşürken gerçekliğin ayaklarınızın altından kaydığını hissederdiniz.”
Tabi Alan Lee’nin Yüzüklerin Efendisi serisi üzerindeki emeklerini sayfalarca anlatsak bile eksik kalacaktır. Ama şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki ona bunları başartan en önemli şey, seriye ve yaratmaya olan tutkusuydu. Çizdiği her çizginin arkasında müthiş bir emek ve istek vardı. Harikulade çizgilerinin yanı sıra aşağıdaki alıntıdan da bu ‘büyük görev’ olarak tanımladığı şeyin kendi hayatını da nasıl etkilediğini anlayabiliriz:
“Çoğumuz bu projeye başladığımız halimizle kesinlikle bu işin üstesinden gelemezdik. Bu büyük görevin hakkını verebilmek için bir an önce muktedir bir hale gelip, sınırlarımızı zorlamamız gerekiyordu. Benim sınırlarım; hayallerimi gerçeğe dönüştürecek irademin eksikliği ve çok geniş çerçevelerde fikirler üretmekten çok ilk kıvılcımı atabilme cüretiydi. Ancak bütün bu endişelerim arkadaşlarımın oluşturduğu kreatif atmosfer sayesinde uçtu gitti.”