Ne yaparsan yap dünyanın yıkıma doğru ilerlemesini durduramadığın bir ortamda, her şey senden bağımsız olup biter ve senin varlığını yokluğunla bir kılarken, kontrolün altında tutabildiğin şeyler büyük önem kazanır senin için. Bu birçok romanda, filmde ve öyküde yer bulan oldukça temel bir insani itki. Oyunlarda ise pek de keşfedilmemiş bir konu, karşılığı bulunamamış bir soru an itibariyle – fakat Transistor cevaba yaklaşmış olabilir.
Eğer henüz Transistor’ı oynamadıysanız, bu yazıyı okumanızı önermiyorum. Oynamayacağınıza eminseniz bile burayı okumadan önce geçen hafta yayınlanan 4×1 incelemesine bir göz atın, fikriniz değişebilir.
Değişmedi mi? Peki, siz bilirsiniz. Resimden sonrası spoiler.
Transistor’dan geriye kalan şeylerden biri de, oyunu oynarken sürekli hafif bir şüphe, bir huzursuzluk, oturtamazlık hissi içinde oluşumdu. “İnsan dediğin nasıl ateşe döner lan?” gibi mantık sorularından, o hepimize tanıdık gelecek, İngilizce’de suspension of disbelief denilen mefhum ile çözülebilenlerden farklı tür bir bilinmezlikti bu. Çünkü oyun her tarafı yıkılan bir şehirde geçse bile senaryonun odağı hep Red, ve Transistor. İki baş karakterin de mücadeleleri kişisel, itki kişisel, hikayedeki şoklar ve tersyüzler bile kişisel – insani hatta. Durumun geneliyle ilgili bilgiler ise az, kayda değer bir izahat bulmak zor.
Bunun yanında oyun boyunca sağda solda göze çarpan minik detaylar da yardımcı olmuyor hiç. Hiçbir şey organik değil, inşa edilmiş bir lükslük akıyor her taraftan. Bir ütopya (ya da belki distopya) havası. Hava durumu anketle belirleniyor, Junction Jen’den yemekler bize hediye geliyor, halkın erişimine alanlardan Offline Pending Investigation olarak bahsediliyor, ölüm olduğunu ancak tahmin edebildiğimiz bir şeyden/durumdan The Country olarak söz ediliyor.
Zaten daha sonra Asher ve Grant’in bıraktığı mesajlar, Royce ile konuşmalar ve bu esnada baş aşağı dönüp duran sokaklar – hepsi Cloudbank’in gerçeküstü bir yer olduğunu, tekrar ve tekrar inşa edildiğini anlatıyor bir yandan. “If everything changes, nothing changes.” cümlesi farklı ağızlardan bolca duyuluyor. Ve hiçbir şey yerine oturmuyor, sürekli bir gerçekdışılık hissi yaygın. Bu durumu oyunun bir eksiği olarak kabul edip gözardı etmek mümkün tabii, ama yine de insanın içi rahat etmiyor. Kendi kendine hafifçe sorup duruyor.
Peki ya gerçekdışıysa gerçekten?
…Matrix?
Cloudbank’in Matrix tarzı simule edilmiş bir yaşam alanı, bir kolektif bilinç olduğunu varsayalım. Bu simulasyonda iklimin anketle belirlenmesi normal olmaz mıydı? Ya yemeklerin bedava olması? Herhangi bir şeyin eksikliğinin yaşanmaması, her tarafın lüks ve süslü olması? Böyle bir durumda “Cloudbank’i inşa etmek” çok daha farklı bir eyleme dönüşmez mi? Çok daha farklı bir şeye işaret etmez mi? Offline Pending Investigation kalıbı bir anda anlam kazanmaz mı? Ya etrafta hiçbir insan görmememiz, hep The Country’e gitmiş olanların ruhlarıyla, izleriyle rastlaşmamız?
Böyle bir varsayımın ışığında Transistor denen alet bir anda çok sıradışı bir niteliğe kavuşuyor.
Transistor, Asher ve Grant tarafından Cloudbank’i değiştirmek için üretilmiş, bu gerçeküstü dünyanın temellerini değiştirme kudretine sahip bir alet. Matrix benzetmesine devam etmek gerekirse, Neo’nun bir insan değil de Morpheus tarafından üretilmiş bir gereç olduğunu düşün – Transistor tam böyle bir şey. İçinde izler saklayabilen ve bunlardan güç kazanan bir teknolojik Neo.
İşte bu yüzden Transistor, sırf bir sözle binalar yükseltmek ve köprüler inşa etmekle kalmıyor. Başka kimsede olmayan yeteneklerini Red’in hizmetine sunuyor. Ve tek bir tuşla, bir anda, bütün simulasyonu durdurabiliyor.
Biri dövüş sistemi mi dedi?
Bu yolla Transistor, müthiş bir hamleyle, oyunun anlatısını alıp mekanik özelliklerine bağlıyor, mekaniklerin ortaya çıkardığı dinamikler ise – estetik öğelerle birlikte – oyunun anlatısını ayakta tutuyor, çok sağlam direklere oturtuyor. Böylece de, belki her oyuncuyu değil, ama bir adım içeri girebilmiş herkesi sarıp sarmalayan, bütünlüklü ve katman katman keyif verebilecek bir deneyim sunuyor.
Bunun ne kadar nadir bir şey olduğunu, bilmiyorum, anlatmama gerek var mı.