Bu arada genel bir değerlendirme yaptım. Çok detaylı bir analiz yazamadım. Bir seferde bitirmeyip haftalık olarak takip edince detaylar yer yer unutuluyor. Bu sezonla ilgili aklımda kalanlar ve hissettiklerim şeklinde okunursa daha verimli olacaktır.
True Detective’in ilk sezonunu süper bulmuştum. Woody Harrelson’ı kadrosunda barındırarak zaten 1-0 önde başlamış, hikayesi, karakterleri ve performanslarıyla da sahadan farklı galip ayrılmıştı. Bu galibiyet beklentileri aşırı yükselterek ister istemez ikinci sezonun 1-0 geride başlamasını sağlamış, üzerine kadroda Colin Farrell gibi nefret ettiğim bir aktörü de kadrosuna katarak sezonla ilgili hayallerimi yerle bir etmişti.
Bu önyargılar içerisinde başladı bende True Detective’in ikinci sezonu. İlk bölümü incelemiş, yavaş başlamasına rağmen potansiyeli olduğunu belirtmiştik. Peki sezon finalini tamamladığımızda ortaya tatmin edici bir sonuç çıkmış mıydı? Ne yazık ki hayır. Ama ne kadar ilginçtir ki, bu tatminsizliğin sebebi ne ilk sezonun altında ezilmesi, ne de Colin Farrell’ın varlığı.
Aslında Colin Farrell’ın performansı beni diziyle ilgili en çok şaşırtan kısım oldu. Normalde çok başarılı filmlerde bile gıcık olduğum, zayıf halka olarak gördüğüm Colin, bu defa bu daha sıradan bir işte en iyi parça olarak kendini öne çıkartmayı başarmış. Çok farklı, çok orijinal bir hammaddeye sahip olmayan Velcoro karakterini gerçekçi ve empati kurulabilir bir noktadan ele almasıyla dizinin en sürükleyici karakteri haline getirmiş. Halihazırda pek çok sağlam karakterin yer aldığı bu sezonda bu şekilde öne çıkabilmek bu başarıyı daha da önemli hale getiriyor.
İlk sezonun altında ezilmemesini de açıklamak gerekirse, bu sefer ilkindekinden farklı bir yol izlemiş, kendilerini tekrar etmekten olabildiğince uzak durmaya çalışmışlar ve başarmışlar. Yine bir True Detective sezonu izlediğinizin farkında olmanıza rağmen, geçtiği şehir, kültür, anlatım tarzı gibi konularda kendisini farklı bir yere koymaya başarmış.
Bu arada dizinin tatmin edici olmaması bu sezonu yerin dibine sokmamız, gelmiş geçmiş en kötü dizi ilan etmemiz anlamına gelmiyor. Dizi pek çok şeyi doğru yapmasına karşın ana yapması gerekeni yapmadığı için sınıfta kalıyor, ki birazdan açıklayacağım. Yoksa yine belli bir kalitenin üstünde dizi.
İyi yaptığı şeylerin başında derinlikli, ilgili çekici, sürükleyici karakterler geliyor. Her biri sağlam, her biri iyi oyuncular tarafından canlandırılan ve hepsinden de ortalamanın üzerinde performans alan karakterlerden bahsediyoruz. Nic Pizzolatto ilk sezonda başardığı derinlikli, ayakları yere sağlam basan karakterler yaratma hünerini bu sezonda da konuşturmuş. Ayrıca bu farklı karakterlerin özellikle de dört ana karakterimizin birbirleriyle olan bağları ve uyumları da kesinlikle muhteşem bir şekilde yazılmış ve oynanmış.
İkinci başarılı yaptığı şey ise önemli sahnelerin kusursuza yakın bir şekilde çekilmiş olması. Özellikle temponun yükselip, heyecanın arttığı sahnelerin hiç abartıya kaçmadan, gerçekçi ama etkileyiciliğini de hiç yitirmeden çekilmiş ve sunulmuş olması çekim ekibinin de işlerini son derece doğru yaptığının bir göstergesi. Zaten eğer dizinin sonuna kadar gelmeyi başarmışsanız sebebi bu sahnelerdir diye düşünüyorum. Her bölüm veya iki bölümde bir bu tarz “vaay” dedirtici sahneyi görüp, “bir sonraki bölümde uçuşa geçiyoruz herhalde” diyorsunuz.
Peki bu kadar önemli iki işten yıldızlı pekiyi ile çıkmayı başaran dizi niye sınıfta kalıyor? Çünkü ne kadar önemli olsalar da bunlar hep yan konular. Eğer elinizde bunları taşıyacak bir taban, yani ana hikaye yoksa ne yazık ki bu başarılar hiçbir şey ifade etmiyor. Gerçekten de dizi bu elindeki cevheri son derece sıradan, merak unsuru çok kısıtlı olan, hatta sıkıcı diyebileceğimiz bir hikayeyle bizlere sunduğu için bir süre sonra diziyi takip etme isteğiniz/heyecanınız yok oluyor.
Kötü adamların kötü olduğu çok bariz, hikayenin gidişi tahmin edilebilir, karakter hikayelerinin gelişimleri kısıtlı, olayların sebepleri-sonuçları ilgi çekici olmayınca maalesef dizi de başarısız oluyor. İlk sezonla kıyaslamak gerekirse karakterlerin yapısı ve kendi aralarında ilişki kalite olarak buradakine yakın, belki bir tık fazlayken hikayenin de sürükleyiciliği ve merak uyandırıcılığı yüksek olduğu için ilk sezon herkeste güzel bir tat bırakmıştı.
Ama bu sezon anlatılan hikaye ne yazık ki bir CSI bölümü kadar ilgi çekici olmayınca bu sezon da sıradanlığa mahkum olmuş oldu. Sezon boyunca yapımcılar, yönetmenler eleştirilere karşılık “Sezon finalini bekleyin” demelerine rağmen şahsi görüşüm sezon finalinin de çok tatmin edici olmadığı yönündeydi. Dolayısıyla ilk bölümüne gösterdiğimiz iyi niyetimize maalesef karşılık veremedi “True Detective”.
Bu arada dizinin müzikler olarak yapılamaz denileni yapıp geçen sezonu geride bırakmasını da takdir ederek bitirelim yazıyı. Şu kısıtlı zamanımda bile jenerikteki Leonard Cohen’i geçmiyorsam bu işi doğru yapmışsınız demektir. Sadece jenerik değil, aralardaki şarkılar da başka dizilerde görmediğimiz kadar başarılı. Madem böyle bir övgüyle yazının sonuna geldik, sizleri de bu güzel müzikle baş başa bırakarak veda edeyim. Elbette ki yorumlarınızı muhite yazarak sezonla ilgili düşüncelerinizi paylaşmalısınız efendim. Bir sonraki “Tutku’yla Analizden Analize” yazısında görüşmek üzere. Esen kalın.