Öyküler Hakkında Kısa Kısa

Göz – Hikmet Hükümenoğlu

Kayıp Rıhtım Antolojisi, Hikmet Hükümenoğlu’nun kaleme aldığı “Göz” hikâyesi ile açılıyor. Okurları bilimkurgu ve gerilim ögeleri barındıran macerası ile hızlı bir şekilde avucunun içine alan Hükümenoğlu daha sonrasında okurun kendisine ne kadar yabancı olduğunu, üçüncü gözü olan bir ucube ile anlatıyor. Hikâyenin sonuna geldiğinizde acaba her gün aynada aksini gördüğünüz suratın bir ucubeye ait olup olmadığını sorgulamadan edemiyorsunuz.

Umacı – Mehmet Berk Yaltırık

Son Gulyabani Mehmet Berk Yaltırık, okurlarını yine tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış kurmaca hikâyesi ile vurmayı başarıyor. Geleneksel Türk öykücülüğünün o tanıdık şekerine bulanmış “Umacı” hikâyesi kesif bir merak hissiyle dolmanızı sağlıyor. Ecinnileri, umacıları, Ebe Gadın’ı ve Gurt Hacı’yı kısa bir zamanda tanıtıp kusursuz bir şekilde hikâyenin içine çekiyor. Bunu yaparken eski Türk edebiyatının ufak oyunlarını oynamaktan da geri kalmıyor.

Minibüso Diskoteko Murra Murra – Müge Koçak

Müge Koçak’ın öyküsü belki de bütün antoloji içinde en çok dikkatimi çeken metinlerden birisi oldu. İsmi okuduktan sonra garip bir şekilde yüzümde beliren tebessüm yazının sonunda acı bir gülümsemeye dönüştü. Beş sayfalık hikâye, gerçek zamanda da hikâye zamanında da beş dakika sürüyor. Ancak bütün yazılanları ve çoktan ölmüş Yaşar’ın ucubelerle dolu öyküsünü hazmetmeniz çok daha uzun bir zaman alıyor. Kim bilir belki de Keramet’i, Müze’si ve Nadide’si ile birlikte garip bir yaşamdan geçen Yaşar’ı binip gittiği ve hala aynı parçayı çalan Minibüso Diskoteko’da görebiliriz.

Bozulmamış Kırmızı Gül – Ekin Açıkgöz

Ekin Açıkgöz okuru ucube bir düzenin içinde dönüp duran gizemli cinayet ile baş başa bırakıyor. Sonuna kadar merak içinde sayfaları çevirdiğiniz hikâye Açıkgöz’ün kusursuz anlatımıyla birleştiğinde etkilenmemek çok zor. Bununla birlikte sadece yaşayan kişilerin değil aynı zamanda çarpık düzenin de ucube olabileceğini göstermesi açısından farklı bir hikâye. Polisiye türünün antoloji için seçilen temaya ne kadar uygun olduğunu da gözler önüne seriyor.

Çöp Atmaya Çıkmış İnsan – Hakan Bıçakçı

Hakan Bıçakçı hikâyelerin ne kadar etkili olabileceğini “Çöp Atmaya Çıkmış İnsan” ile bir kez daha kanıtlıyor. Gereksiz hiçbir ayrıntıya yer vermeden, okuru sıkmadan ama aynı zamanda merak ögesini canlı tutarak pijamalı bir deliliği anlatıyor. İkilikleri ve uçları aynı anda kullanarak çok güzel bir kontrast oluşturuyor ve bunu hikâyesine başarılı bir şekilde yediriyor. Terlikleri ve çöp poşetleriyle duran ancak etrafından geçip giden zamanı fark edemeyen karakterimiz, okura şimdiye kadar yaşadıklarını hatırlatmaya çalışıyor.

Orangutanla Voltada – Emirhan Burak Aydın

Antoloji içinde tüketmesi en zor eserlerden biri Emirhan Burak Aydın’a ait. Alegorilerle bezeli anlatımı bazen toplumsal eleştirilere yönelirken kimi zaman siyasi olarak bazı göndermelerde bulunuyor. Bununla birlikte Aydın’ın işlediği temayı tam anlamıyla anlayabilmek için hikâyeyi birden fazla kez okumanız gerekiyor. Buna rağmen yazar size her şeyi açık edeceğinin sözünü asla vermiyor. Orangutan, Boğa, tilkibey, Türkçe rap ve fılov arasında engebeli bir hikâye sizi bekliyor.

Holodate – Ezgi Polat

Ezgi Polat okunması keyifli bir bilimkurgu hikâyesi sunuyor. Pandemiyi ve pandeminin ortasında kalmış bir ucubenin buhranlı yaşantısını biraz daha derinlikli bir şekilde ele alıyor. Diğer taraftan toplum tarafından dışlanmış ancak bununla yaşamaya alışmış bir kişinin içsel döngülerini oldukça başarılı bir şekilde aktarıyor. Kendi başımıza kaldığımızda oluşan her düşüncenin bedenimizden nasıl sivrilip çıktığını betimliyor. İnsanların her gün daha da bencilleşen yaşamları, her konuşmalarında sizinle “aranıza koydukları aynaları” ve çıkar ilişkileri HoloDate’in fütüristik uygulamasında kendisine yer buluyor.

İstanbul’a Yeni Bir Kumpanya Gelmiş – Bahri Vardarlılar

Hikâye dili ile büyük bir merak uyandıran “İstanbul’a Yeni Bir Kumpanya Gelmiş” sizi ikinci dünya savaşının ortasında kalmış eski zamanların İstanbul’una götürüyor. Bahri Vardarlılar, döneme hâkim bir şekilde ele aldığı macerasında şehrin içine farklı düşüncelerle dağılan ucubeleri görüyoruz. Bununla birlikte kahramanımız Enver’in gördüğü bütün ucubeler faşist düşüncelerle ötekileştirilmesine rağmen, onun yapamadığı kadar cesur. Enver yeşimden bir deniz içinde boğulurken bütün ucubeler onun bir haritasını çıkartıp trene asabilecek kadar gözü pek. Bu noktada bir ucube olmanın belki de iyi bir şey olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.

Hanımefendi – Deniz Erbulak

Hanımefendi gündüz gözüyle anlatılan kan dondurucu bir korku hikâyesi aslında ve işte tam da bu sebepten dolayı çok başarılı. Eski püskü bir konağın, tahtakuruları tarafından yenmiş duvarları arkasında geçen gizemli bir ucubenin öyküsü. Hanımefendi’yi hiç görmesek bile Deniz Erbulak sahneyi öylesine kuruyor ve perdeyi yavaş yavaş açıyor ki gerilmemek elde değil. Heyula gibi yükselen eski konak, konağın karşısında her gün onu izleyen bakkal ve tabii ki evin çalışanı Nadire Hanım bu kısa öyküde kendisine özel bir yer buluyor. Fakat çok dikkatli olun, evin hanımefendisi hikâye bittiğinde bile sizi bırakmıyor.

Zamanın Belirsiz Bir Yankısı – Suat Duman

Suat Duman antolojide “Zamanın Belirsiz Bir Yankısı” ile kendisine yer buluyor. Fakat diğer hikâyelerden farklı olarak ucube kavramını bir kişiye ya da şeye aktarmıyor. Daha soyut bir kavrama; zamana yüklüyor. Böylece okuması oldukça keyifli ve farklı bir hikâye karşınıza çıkıyor. Kendi içinde sürekli devinen, son kelimesine kadar sizi merak içinde bırakan eser gerçekten belli belirsiz bir yankı içinde dönüyor. Doğal olarak bu devinim içinde hikâyenin kesin bir sonuca varmaması sizi biraz üzse de ucube bir zamanın içinde sıkışıp kalmadığınız için seviniyorsunuz.

daldığımız on iki fincanda boğulduk – özgürcan uzunyaşa

özgürcan uzunyaşa dil olarak değil aynı zamanda teknik olarak da farklı bir yönden ucube kavramını ele alıyor, yazısında büyük harf ya da nokta kullanmıyor

ancak buna rağmen oldukça akıcı bir şekilde bize sakat şevket’in ve üç memeli fadime’nin garip öyküsünü anlatıyor, italik yazılan yerlerde farklı bir anlatıcıya geçiyor buna rağmen metnin dili aynı şekilde akıyor, on iki fal bakılıyor ve her biri size sadece öykünün değil aynı zamanda hayatın farklı bakış açılarını getiriyor

okuması ve hazmetmesi biraz zor bir öykü fakat eğer uzunyaşa’nın kurallarına göre okursanız ya da bir ucubenin kendisi olabilirseniz belki de kendinizi antolojinin en başarılı hikâyesinin tam ortasında bulabilirsiniz

Boşluk Olması Gereken Yerde Değil – Eda İşler

Henüz hikâyeye başlamadan küçük bir okur notuyla başlık hızlıca anlam kazanıyor. Eda İşler okura hikâyenin henüz bir kelimesini bile okutmamışken hızlı ve keskin bir tokat atıyor. Tıpkı testiyi kırmadan önce çocuğu tokatlayan Nasreddin Hoca gibi. Bununla birlikte kendinizi normalin ne olduğunu sorgularken buluyorsunuz. Boşluğun ‘normalde’ olması gereken yeri ve normal insanların toplum içindeki yerini düşünüyorsunuz. Kadınların durması beklenen yerini, yapması gerekenleri hikâyede kendisine yer buluyor. Böylece ucubenin aslında ne olduğu anlam kazanıyor.

Zorba Katliamı – Orçun Ünal

Örtülü bir şekilde cinsiyet rollerini anlatan Orçun Ünal imzalı “Zorba Katliamı” anlamak için okurun çabalaması gereken deneysel çalışmalardan biri. Antoloji içinde içinizi daraltan ve kendinizi tamamen metne vermenizi isteyen hikâyeler arasında yer alıyor. İlk başlarda cüce yardımcısı olan bir yazarın yaşamını dinlediğinizi sanırken daha sonra Korkmaz isimli karakterin erkeklik sürecine dair garip bir macerayı okumaya başlıyorsunuz. Son cümleye ve ondan sonrasına kadar açılmayan hikâyeden ne alacağınız ise tamamen size kalmış.

Özelliksiz – Seran Demiral

“Özelliksiz” hikâyesinde roller hızlıca değişiyor. Bu sefer farklılıkların içinde kalmış “soğuk kış gününde yatağın sıcaklığına beş dakika daha kalmak isteyen” normal Ali’nin yaşantısını dinliyoruz. Demiral bütün farklılıkların normal karşılandığı bir yerde, normalin ne olacağını gülümseyen bir yüzle soruyor. Sorunun yeterince ağır olduğunu bildiği için üzerinize gelmiyor. Konuşmakta zorlandığımız konuların üzerinden geçip gitmiş gelecekte, şimdi normal olan ucubenin kendisi olarak görülecek.

Ancak tam da bu anda ikinci perde açılıyor ve yazar durumun ortaya çıkardığı paradoksa dikkat çekiyor. Her biri farklı özelliklere sahip insanların arasında herhangi bir özelliğe sahip olmamanın da farklılık olduğunu gösteriyor. Ne yaparsak yapalım, normal ya da anormal olalım hiçbirimiz ucube olmaktan kurtulamayacağız.

Meczupların Şafağı – Murat S. Dural

Murat Dural her bir cümlesinde sadece meczupların ve delilerin ve ucubelerin kendi iç devinimlerinden bahsetmiyor. Büyük cümleler kendisine büyük anlamlar buluyor ve en sonunda “Meczupların Şafağı” doğuyor. Bu sefer bedenleriyle birlikte fikirleri de ötekileştirilen gerçekler İngiltere’nin Camden Town’ında bir bardan başlayarak bütün dünyaya yayılıyor.

Yanlış bir peygamber ancak doğru bir ucube olarak tüm insanlığın kaderini değiştirmenin seçilenlerin zihninde nasıl bir yankı bulduğuna şahit oluyoruz. Hikâye sona erdiğinde okuduklarınızın kimin günlüğünden olduğuna bir türlü emin olamıyorsunuz.

Gece Mavisi – S. İpek Ortaer Montanari

“Gece Mavisi” hikâyesi antoloji içinde polisiye ve fantazinin keyifli bir karışımı olarak karşımıza çıkıyor. İlk başta komiser Yeşim’e kafayı takmış bir eski sevgiliyle uğraşacağımızı düşünürken hikâyenin yönü hızlıca değişiyor. Paralel evrenler, lucid rüyalar ve ikizlerle birlikte son sayfaya kadar neler olacağını merak ediyorsunuz. Biraz hızlı bir şekilde son bulsa bile paralel evrenler arasında böylece gezinebilen bir “ucubenin” olması gelecekte nelerle karşılaşacağınızı düşündürüyor.

Musmutlu Olacaktık – Bahadır Cüneyt Yalçın

Mars’tan gelen bir uzaylının dünyalılaşma çabasını okuduğumuz “Musmutlu Olacaktık” trajikomik bir hikâye aslında. İnsanoğlunun dışarıdan bakıldığında ne kadar tutarsız, soğuk, rijit ve anlamsız olduğunu dünyalı sevgilisinden ayrılmış uzaylının ağzından dinliyoruz. Bütün uğraşlarına karşın “normal” görünemeyen, kendisine özel atanmış akrabalarına ve terapi merkezlerinin ısrarlarına rağmen ucube olarak kalanların ne kadar zor bir yaşamdan geçtiğinin farkına varıyoruz.

Bazı noktalarda Yalçın’ın aslında bir uzaylı yazmadığını ve karakterin kendisinin dışına çıkarak kendisini bir marslı olarak görmek istediğini fark ediyorsunuz. Bunun o kadar da önemli olmadığını anladığınızda ise hikâyenin son cümlesi geliyor.

Paşa Kılıcı – Ayça Erkol

Çiçeklere fısıldayan adamın hikâyesi post-apokaliptik bir dönemde geçiyor. Yaşanan felaket sonrası yerle bir olan kentte yaşayan kahramanımız çiçeklerle konuşabiliyor ve bunun için “tuhaf” olarak nitelendiriliyor. Çok az bulunan suyunu çiçeklerle paylaşıyor ve eskiden sadece bir süs bitkisi olarak görülen Paşa Kılıcı bitkisini neredeyse kurtuluşun anahtarı olarak görüyor. Yaşanan tüm felaketlere ve olumsuzluklara rağmen insani yönünü kaybetmemeyi de başarıyor. Fakat insan kalmanın cezasını çekmesi ise uzun sürmüyor.

Mikro Koridorda Açık Saçık Bir An – Süreyyya Evren

Antolojinin tüketilmesi zor bir diğer eseri de Süreyyya Evren’in kaleminden çıkıyor. 25 yıldır yürümek zorunda kaldığı koridorda gördüklerini bizlere aktarıyor. Öykünün kapalı doğasından, göndermelerle ve sembolizmlerle dolu anlatımından kendinize bir pay çıkarmak oldukça zor. Demircilerin kesip sergilediği ve içinde diller olan dolap, kendilerine ucubeler yaratan tanrıçalar, her daim değişen ve dönüşen sizi daima ileri gitmek için zorlayan bir koridor ve zihninize hükmeden Koridorlar Birliği defalarca kez okumanız gereken bir öykü sunuyor.

Ahtapot Çarpması – Onur Selamet

Öykü antolojisinin perdesini Onur Selamet kapatıyor. Bildiğimiz mutlu sonlarla biten klasik hikâyelerden değil kesinlikle ve üstelik ucube temalı bu kitabı sonlandırmak için muhteşem bir yol. Sembolizmle bezeli ahtapotlar, kendisinden görmediğini uçurumun kenarından bırakan acımasız bir toplum ve bütün bunlar karşısında küçücük bir pergelle karşı koymaya çalışan kişinin yaşamı her şeyi noktalıyor. Hikâyeyi bitirdiğinizde sadece “Ahtapot Çarpması” değil şimdiye kadar okuduğunuz tüm maceralar da kendisine bir yankı buluyor.

Baskı Kalitesi

İthaki Yayınları etiketiyle okurlarla buluşan Tüm Panayırların Heyulası oldukça kaliteli bir baskıya sahip. Görece hacimli bir kitap olmasına rağmen herhangi bir basım yanlışı ya da eksik sayfa hataları yok. Yazı fontu ve büyüklüğü okuru yormadan hikâyede kaybolmasına yardımcı oluyor. Özellikle bazı metinlerde farklı teknikler kullanılırken yazıdan kopmanızı engelleyen çok yerinde dokunuşlar yapılmış. Mürekkep ve kâğıt kalitesi oldukça iyi. Kısacası kitabın basımında İthaki Yayınlarının özenini ve kalitesini görebiliyorsunuz.

Tüm Panayırların Heyulası’nı yayıma hazırlayan Onur Selamet ve Özgürcan Uzunyaşa okura, yazara ve edebiyat dünyasına farklı bir soluk getirmeyi hedefliyor. Ucube teması ile ele alınan kitap daha nice farklı yaşamlara dokunacak bir ufka doğru ilerleyen yolculuğun ilk kısmını oluşturuyor.

Oğuzhan Açıkalın

1 2
Author

Ocak 2008 tarihinde yayın hayatına başlayan Kayıp Rıhtım; sinema, dizi, anime, geek kültürü, çizgi roman, manga, görsel sanatlar gibi kültür dünyasının bütün alanlarıyla; dahası bilimle, arkeolojiyle, tarihle… Kısacası evrenin nefes alınabilecek tüm noktalarıyla temas hâlinde. Her geçen saniye eksiklerini kapatarak dev bir kültür platformu olmak hedefiyle yoluna devam ediyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.