Bence biz bazen bir kültür, bir coğrafya olarak ne kadar müthiş müziklere gebe olduğumuzu unutuyoruz. Kafamızı kaldırınca birbirinin peşi sıra gelen ve cümbür cemaat Batı müziğinin küresel trendlerini takip eden şarkılara o kadar sık rastlıyoruz ki, “Türkiye müziği” bir noktadan sonra aranjmanı üzerine beş dakikadan fazla düşünülmediği tekerrüründen belli tüccar müziği ile eş anlamlı bir tabir gibi gelmeye başlıyor.
Halbuki adımız miskindir bizim. Bunu unutmamamız lazım.
Çok eski zamandan beridir bu coğrafyanın çok güçlü bir müzik geleneği var. Asırlardır bu topraklarda ve ötekilerinde çayır çimen geze geze şarkılar çığırıyoruz obur dünyaya ve haram olana inat. Bu damarın en belirgin ve kuvvetli bir biçimde aktığı bölge ise şüphesiz, Batı’nın saykodelik müziğinden alınanları bir çeşit doğu esintisi ile birleştirip oluşturdukları o şiir gibi, o pürüzsüz müzik.
Biz bu playlist’i onları toplamaya çalıştık biraz. Türkiye müziğinin 70’lerine ve kısmen 80’lerine damga vurmuş, böğründe İngiliz ve Amerikan müziğinden etkiler bol olmasına rağmen buna pasif bakmamış, suskunluğun ötesi tarafa geçip kendinden bir şeyler katmış, ama bunu yaparken “Elalem görsün eherey” demek için değil, içinden geldiği için, samimiyetten. Biraz da, adsız kalmamak için belki de.
Sebep her neyse, göğsünü gerip sevmek istiyorum diyen şarkılar oluşmuş yani geçmişimizde. Kompleks altyapılara sahip, gerçekten akla sığdırması zor kompozisyonların üstünden bağıra bağıra “alla beni, pulla beni” diye seslenen, “kim ayırdı sevenleri” diye kızan, gerekirse bir karakoyundan bahseden, gerekirse keçi vurdum çayıra diye anlatan ve bu esnada da yıllar sonra hâlâ dünya müzisyenlerinin ilgisini ve dikkatini çekmeye devam eden bir ekol. Bizim derlememiz muhakkak ki yetersiz, eksik ve yer yer güdüktür.
Ama en azından Malabadi Köprüsü var, bu da bir şeydir, değil mi?