Hikâye anlatıcılığı zor. Gerçekten zor. Çok güzel bir içerikle de karşılaşsanız, çok kötü bir yapımla da, fark ettiğimiz ilk şey bu. Aklımızdaki şeyi anlatmak zor. Hikâye anlatıcılığı çok zor.
Bir kere anlatılabilecek bir sürü şey var. Bunları anlatmanın bir sürü yolu var. Bunlara karar verme süreci var. Sonra bunu ortaya koymanın, icra etmenin bin türlü yolu var. Bir de bunun seyircideki, okuyucudaki karşılığı var. Hepsi inanılmaz ilginç konular. Ama ben bugün sadece birinden bahsetmek istiyorum. Bir şeyi tekrar etmekten, bunun örgüye etkisinden, yani evet, motiflerden bahsedeceğim.
Yazar garip bir şeyden bahsediyor. Anlam veremiyorsunuz. Bir daha bahsediyor. Garipsiyorsunuz. Bir daha bahsediyor. Belki küçük bir detay, belki değil, belki bir nesne, belki koskoca bir mefhumun ta kendisi. Bir daha bahsediyor. Tanımaya başlıyorsunuz. Yazar bir daha bahsediyor; siz de hatırlıyor, örüntüyü fark ediyorsunuz artık. Bir daha bahsediyor, bu sefer farklı. Bu sefer örüntü de bir şey bozuluyor sanki. Bu sefer tersine döndü. Bu sefer başka bir duygu hissediyorsunuz. Bu sefer canınızı yakıyor. Bir daha, bir daha, bir daha – sonra tak, balyoz kafanıza iniyor.
Hikâye boyunca tekrar eden o öğe, belki bir köprü, belki bir bilezik, belki gölün diğer tarafından geceye karışan yeşil ışık, belki kan kırmızısı bir çiçek. Halılarda tekrar eden, ele ele tutuşan soyut şekiller gibi. Bir hikâyenin motifleri. Okuyucunun kafasındaki kapıyı tekrar tekrar çalmanın bir yolu. Sonra o kapıyı koçbaşıyla kırmanın yegâne yolu: Tekerrür.
Ama tekerrürden öte, bizi bu kadar etkileyen başka bir şey daha var. Tekrar ettiği halde, tekrar ederken değişen motifler var. Aynı hareketi tekrarlamanın etkileyiciliğinin, akılda kalıcılığının yanında bir de aynı hareketi küçük ya da büyük bir farkla tekrarlama var. Belki aynı şey, farklı koşullar altında tekrarlanıyor. Belki farklı bir şey, aynı koşullar altında gerçekleşiyor. Her türlü insanın zihnine kazınmaya başlıyor.
Kimi zaman bu tekrar eden öge bir çift ayakkabı oluyor.
Başta anlaşılmaz olan kanıksıyor, içten içe bir şeyin yaklaştığını biliyorsunuz. Bir noktada, hikâye anlatıcılığı bir illüzyon. Sihirbaz olan yazarın işi ise seyircinin dikkatini doğru yere toplayabilmek. Gözler bir şeyin üzerinde takılıyor, güzel, çünkü zaten öyle yapmanız isteniyor.
Örneğin kırmızı beyazlı ahşap topuklu bir çift ayakkabıya dikiyorsunuz bakışlarınızı.
Jojo Rabbit çok güzel bir film. Çok güzel bir incelemeyi de şuradan okuyabilirsiniz, ben filmin genelinden değil, ufak bir parçasından bahsedeceğim. Evet, çok güzel bir film. Taika Waititi de epey zeki biri. Çünkü sizin dikkatinizi bir noktaya gururla çekerken ve siz de “Dikkatim neden burada?” diye sorarken silleyi yapıştırıyor. Ta-da! Sihirbazlık da burada. Defalarca aynı sahneyi gördünüz. Tamam, aynı sahne demeyelim. Ama aynı kompozisyon. Aynı açı. Kamera garip bir şekilde oyalandı, yine aynı nesnelerin üstünde. Sürpriz sonun ön gösterimi. Aynı görkeme sahip olmasa da insanın ilgisini çeken bir prova. Ayakkabılar solda ve bir yükseltinin üzerinde, Jojo’nun kafası sağda. Bu görüntüyü daha önce gördünüz. Son bir kez daha göreceksiniz. Ama ondan önce, sizi bu ağır manzaraya götürecek şeyi bulmak gerek.
İkinci motif de burada. Jojo bir çift sallanan ayakkabıyı öyle rastgele bulmadı. Daha önce midesinde gezinen, duvarlarda çerçevelenmiş kelebekleri defalarca görmüştük. Son bir kez daha girdi kareye o ince kanatlı yaratık. Jojo’nun bakışları onu takip etti, ayakları yavaşça ilerledi, başını kaldırdı, ordaydı. İşte. Oxford ayakkabılar. Başının hemen yanında. Yine. Kelebekleri takip etmenin hüznü. Jojo’nun ise daha önce defalarda önümüze sürüldüğü üzere, tepkisi basit, bağcıkları eline alıp düğüm atmaya çalışmak. Ama nasıl yapılıyordu ki, tavşanın kuyruğunu al, kulaklarından geçir, düğüm at, üstünden mi, yok hayır, altından mıydı, olmuyor. Olmuyor.
Böylece sihirbazlık sona eriyor. En azından öyle görünüyor. Kameranın hantal hantal çektiği üç sahne, ayakkabı bağcıklarından bahsedilen sayısız diyalog geçti gitti. Muhtemelen seyircinin gözlerinde birkaç yaş bıraktı. Öyle mi? Gerçekten bitti mi?
Aslında hayır. Çünkü motiflerin dönüp dolaşıp tekrarladığı tema bu kadar ümitsiz değil. Seyirciyi bir yumrukla yere serdi ama elinden tutup kaldırmasını da biliyor film. Jojo, kırmızı beyaz, az yıpranmış ayakkabıların bağcıklarını bir kez daha eline alıyor. Bir kez daha deniyor. Bu sefer başarıyor. Kapıdan dışarı çıkıyor. Yanında biri daha var. Yalnız değiller. Ayakkabıların düğümleri atılmış. Kırmızı beyaz ve bağcıkları sımsıkı bağlı Oxford’lar ile yapılabilecek en güzel şeyi yapıyorlar: Dans ediyorlar.