Ülkemizde Son Ana Kadar ismiyle gösterime giren We Live In Time, Florence Pugh ve Andrew Garfield’ın canlandırdığı çiftin ilişkisinin kritik noktalarına bakış atıyor.

we live in time incelemesi

Dijitale yapılmış en iyi yerli dizi hangisidir sorusuna ne cevap verirdiniz? Genellikle verilen cevaplarda Şahsiyet, Fi, Bir Başkadır, Kulüp ve Gibi başı çekiyor. Şahsi favorilerimden Ayak İşleri’ni de listeye eklemekle beraber, BluTV için 2021 yılında Cem Karcı yönetmenliğinde çekilen Hakan Bonomo projesi İlk ve Son’un hakkının çok yendiğini düşünüyorum. Bir çiftin 10 senelik ilişki serüvenine her bölümünde bir başından bir sonundan olmak suretiyle göz atan dizi, 24 Ekim’de yeni sezonuna başlıyor. We Live In Time’ın vizyon tarihinin ilginç noktası şu ki, yeni sezon vesilesiyle İlk ve Son’u tekrar izlememin tam sonuna denk geldi.

“Bu önemli mi” dediğinizi duyar gibiyim, valla aşırı önemli sevgili geekler. We Live In Time, tüm kurgusunu Tobias (Andrew Garfield) ve Almut (Florence Pugh) çiftinin ilişki sürecinin başı, ortası ve sonuna ayrı ayrı bakmak üzerine kuruyor. İlişkilerinin henüz başlamadığı bir sahne ile açılıyor film, ama sonrasında çocuk yapmaya çalıştıkları ve çocuğun ardından Almut’un kanserle mücadele ettiği yıllara gidiyor. Ne zaman hangi yılda olduğunun ekranda yazmaması ile seyircinin dikkatini isteyen bir yapıt olduğunun altını çiziyor We Live In Time.

Zaman çizgisiyle oynaşmak her zaman bu etkiyi yaratıyor seyircide. İzleyenin dikkat kesilmesi, ekstra bir çaba sarf etmesi gerekiyor. İlk ve Son’da da benzer şekildeydi, henüz birinci bölümden dizinin sonu belli olsa da seyirciden aradaki boşlukları tamamlamasını, ikilinin ilişkisinde açık kalan noktaları doldurmasını istiyordu dizi. Bu da seyirciyi yapıma daha çok bağlayan, daha çok dikkat kesilmesini sağlayan bir kurgu yaratıyor.

we live in time incelemesi

Tabii anlatılan hikâye sıradansa zaman kavramıyla yapılan dans anlamsızlaşıyor. “Ulan bu filmi dümdüz verseydi hiç etkilenmezdik” diyorsak o filmin kendisi kötüdür zaten. Oppenheimer için bu eleştirinin tam tersi yapıldı mesela, “lineer şekilde izleseydik daha mı etkileyici olurdu” diye düşündü sinema yazarları. Neyse konuyu dağıtmadan We Live In Time’a dönmek gerekirse, zaman çizgisini bozarak yapılan anlatım bence etkili olmuş. Tam tersi olması senaryoyu zorlardı, çünkü We Live In Time her ne kadar iki kez kansere yakalanan bir kadını anlatsa da sıradan bir film.

Bu sıradan kelimesini olumsuz anlamayın lütfen. We Live In Time, ikisi de bir Marvel kahramanıyla özdeşleşmiş süperstar başrollere sahip olmasına rağmen arthouse bir film. 30’larında birbirini bulan ve sonrasında kanser lanetiyle yüzleşmek zorunda kalan bir çiftin yaşadıklarını tüm sadeliği ile aktarıyor. Öyle ki, fragmanlarından “kesin ağlayacağız sinema salonunda” diye gittiğim film, hiç ajitasyon yapmıyor, duygusal sahnelerini asla Türk dizisi kıvamında uzatmıyor ve zaten bu sebeple sanat filmi titrini kazanıyor bence.

Florence Pugh’un ilk yarısında bildiğimiz donukluğuyla oynayıp ikinci yarısında yükseldiği, Andrew Garfield’ın genel olarak çok iyi bir oyunculuk sergilese de neden her sahnede gözünün dolu olduğunu anlamadığım film, oldukça etkileyici sahnelere sahip. İlk yarısı daha çok karakterleri bize tanıtmakla geçen film, ikinci yarıda kendini buluyor. Marriage Story’i andıran sağlam bir kavga sahnesi ve gerçekten çok iyi yazılıp yönetilen bir doğum sahnesi barındırıyor ikinci yarı.

we live in time inceleme

Zaman çizgisini bozmak kurguda yorucu bir mesai gerektiriyor aslında. Özellikle ilk yarı farklı yıllardan kısa kısa kesitler şeklinde ilerlese de ikinci yarıda çocuk yapmaya çalıştıkları ve Almut’un şeflik yarışmasına katıldığı kısımlar bölünmeden, yeterli ekran süreleri ile aktartılmış. Ve şunu söyleyebilirim ki yönetmen John Crowley – senarist Nick Payne ikilisi bu uzunca sahnelerde gayet iyi iş çıkarmış.

Romantik drama deyince aklınızda canlanan şeyden keyif alıyorsanız; İlk ve Son, Malcolm and Marie, Marriage Story gibi işleri sevdiyseniz sinemada izlemeniz gereken bir film We Live In Time. Ben de bu kadar sessiz sedasız vizyona girmesine rağmen salonun yarısını dolduran İzmir Konak seyircisine teşekkür ederek hem We Live In Time hem İlk ve Son spoiler‘ı vereceğim noktaya ilerlemek istiyorum.

we live in time incelemesi

Konseptin İlk ve Son’a yakınlığı elbette dikkatimi çekmişti arkadaşlar ama filmin içerisinde de İlk ve Son’a benzeyen çok yer var. İlk ve Son Barış duygusal bir yengeç burcuydu, burada da Tobias sürekli gözü yaşlı geziyor. Barış evlilik ve çocuk meraklısıydı, Tobias da öyle. Deniz daha çok küfrediyordu, Almut da öyle. Deniz düğün ve çocuk yapmam diyordu, Almut da öyle. Deniz restoranı olan bir şefti, Almut da öyle.

Tamam karakteristik olarak daha deli dolu kadın ile sakin/duygusal erkek ikilisi seçmiş olabilir her iki yapım da. Ancak bunun dışındaki benzerlikler de gözardı edilemez. Mesela İlk ve Son’da tam doğuma giderlerken otoparkın bariyeri açılmıyordu, Deniz gidip kırıyordu bariyeri; burada da tam doğum sırasında arabaları iki araba arasında kilitlenmişti, Tobias diğer araca çarpa çarpa çıktı ortamdan.

Doğum sekansı İlk ve Son’dan farklıydı en azından; sonuçta Deniz hastanede doğurmuştu, Almut’sa benzinlikte! Doğum sahnesini övmek lazım, nasıl çektiklerini tahayyül bile edemiyorum. Tobias’ın sahip olduğu sakinliği de tahayyül edemiyorum. Nasıl bir sağlık hizmeti aldılar yalnız o sahnede fark ettiniz mi, WikiHow’a “çocuk nasıl doğurtulur” yazmış gibi adım adım talimat aldı Tobias. Bu tarz ekstrem olayların üzerinde durmaması havalı bir film yapıyor bence We Live In Time’ı. Önceden eş cinsel ilişki mi yaşamıştın, sorun değil. Benzinlik tuvaletinde çocuk mu doğurtuyorsun, en fazla odaklanacağım şey kilitli kapıyı açmak olacak. Evlilik teklifi alan kadın “heteronormatif” kelimesini mi kullanacak, sakin kalacağım çünkü bu normal bir şey.

Almut’un ölümünde de sakin kalmayı başarıyor film. Başta bahsettiğim Türk dizisi kıvamında olsa yarışmayı tamamladığında burnunun kanadığını görürdük Almut’un. We Live In Time öyle yapmıyor; yamağına, eşine ve çocuğuna son bir kez sarıltıyor Almut’u. Sonra ise Almut’un olmadığı, Tobias ile Ella’nın tek kaldığı yaşantıyı göstererek anlatıyor ölümü. Annesinin yaptığı gibi yumurta kırdırtıyor Tobias kızına. Film boyunca gözü yaşlı gördüğümüz Tobias burada gülümsüyor, ağlaması gereken ise seyirci oluyor.

Türü sevenler için güzel bir örnek olan, Garfield – Pugh çiftinin kimyasıyla yükselen, ancak İngiliz kibarlığına yenilen bir film olmuş We Live In Time. Yerli ve milli İlk ve Son’umuzun eşyaların duvara fırlatıldığı kavgalarındaki hissiyata yaklaşamıyor. Ona yaklaşmak gibi bir hedefi yok aslında; daha doğal ve sakin kalmaya çalışıyor, yer yer iç ısıtıp güldürmeyi, yer yer düşündürüp hüzünlendirmeyi de başarıyor ancak maalesef ki benzerlerinin biraz gerisinde kalıyor.

Author

Genellikle popüler kültür evrenlerinde yaşıyorum çünkü Thanos'un da dediği gibi "Reality is often disappointing."

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.