Yunanistan’a yeni geldi Wonder Woman.
Bir kere başta bundan bir söz etmek istiyorum. İki dakika bir hayal kurun. Düşünün ki siz Warner Bros’un dağıtım müdürüsünüz. Uluslararası pazarlarda strateji sizin elinizden çıkıyor. Wonder Woman diye de bir filminiz var. Başrolü Amazon. Başrolün babası Zeus. Filmde değinilmedik Yunan mitoloji unsuru yok. İlk perde zaten Yunan Yunan yerlerde geçiyor. İçtenlikle “Ya gidelim, film için Yunanistan’da özel gala yapalım” falan demez misiniz, bilmiyorum? Böyle bir şey olmadığı gibi, bir de geç geldi yani. Neyse.
Yunanistan’a yeni geldi Wonder Woman, ben de yeni izleyebildim. Zaten Ömercan sitede, YouTube ekibi de kanalda pırlanta gibi incelemeleri geçtikleri için acelem de yoktu. Bu acelesizlik ve gecikmişlik hâlinin yarattığı avantaj ise filmi eleştirmen şapkamı terk edip izlemem oldu. Elbette mesleki deformasyondur, kendimi filmin ortasında yine yapısöküm yaparken buldum, ama genel hatlarıyla, Wonder Woman Yunanistan’a geç geldi ve ben bir yazar gibi değil, bir hayran gibi izledim.
Ve söylemekte bir beis yok, hayran kaldım. Filmin finalinde gözlerim doldu. Kendimi salondan hayata dair yenilenmiş bir enerjiyle, bir tutkuyla, bir ateşle çıkarken buldum. Ekranda izlerken nefesimi tuttuğum pek çok sekans, alkışlayasımın geldiği pek çok sahne çarptı gözüme. Yalnız da değildim. Hasbelkader hıncahınç dolmuş küçük Yunan salonu çok coşkuyla izledi filmi. Bir noktada kalkıp alkışlayan bile oldu ki, en son birinin sinema salonunda film alkışladığını gördüğümde sene 2011, film de Kurtar Vadisi: Filistin‘di.
Alkışlayanların mentalitesi aynı mıydı bilmiyorum, ama zannediyorum ki alkışlanan hissiyat aşağı yukarı aynıydı. O anda seyirci, iki filmde de göğsünü kıvanç ile dolduran sahnelere tepki veriyordu. Kelime tercihi tesadüfi değil. Wonder Woman’ın bende bıraktığı birincil his, filmin en önemli anahtar kelimesi kıvanç idi biraz. Gaz değil, heyecan değil, adrenalin değil, Hollywood’un bayıldığı “daha karanlık” ya da “daha köşeli” ya da “daha büyük” gibi manasız niteleyiciler değil. Saf, temiz, el değmemiş bir kıvanç. Övünç. İftihar. Tek bir şeye dair. İnsanlık.
Gerçekten. Wonder Woman izleyen insanın içine insan olmaya dair harika ve pürüzsüz bir haz koyuyor. Hani bir mukayese noktamız olduğundan değil. Sonuçta bizden başka bir tür yok dünyada dolaşıp feyz alabileceğimiz, o yüzden “yaşasın insanlık” diye gezmek pek anlamsız gelebilir birçoğunuza. Neticede burada sorulacak soru “Neden insan olduğumuzla gurur duyalım ki?” olabilir, “Başka ne olacaktık ki?”
Ama esasen insanlık üzerine konuşmak, insanın tür olarak eğrisiyle doğrusuyla sınırlarını masaya yatırmak tüm sanatın, tüm olayıdır ya biraz? Sofokles’ten Büşra Küçük’e kadar herkes kendi dili döndüğünce bunu anlamaya ve anlatmaya çalışır ya? İşte bu süreçten insanlığın yaz günü ayakkabının altına yapışan çamur benzeri bir şey olduğunu düşünerek ayrılmak kolaydır. Zor olan, o çamurun içerisindeki parıltıyı, manayı bulmak; o parıltı ve mana üzerinden kıvanç yaymaktır.
Bunu da metafor üzerinden yaparsınız. İnsana insanı anlatmak için, insanı insandan ayrıştırmanız gerekir; bunun için de insandan başka bir şey kullanırsınız. Bu gerekirse kraliyet ailesi olabilir, gerekirse yalılarda yaşayan zenginler olabilir, gerekirse mavi kuyruklu uzaylılar olabilir; fark etmez. İnsanı insana anlatmak için “insanüstü” bir yerden dayanak almak en geçerli hikaye anlatım tekniklerinden biridir. Hangi “insanüstü” konsepti seçeceğiniz, odaklanacağınız parçaya göre değişir. İnsanın aşk kapasitesinden söz edeceksiniz, insanüstü bir aşk anlatırsınız. İnsanın savaş kapasitesinden söz edeceksiniz, insanüstü bir savaş hikayesi koyarsınız ortaya.
İnsanın insanlığından söz edecekseniz, tüm eğrileri ve doğrularıyla insana insan olmaya dair bir kıvanç duyduracaksanız da, tanrılardan bahsedersiniz. Çünkü tanrılar, yaratıcı ve ilham veren pozisyonunda olduklarından, hikayelerinde sık sık insana rağmen insanı severler, insana rağmen insanı överler. Bu rağmen övme hâli, insana ışık tutar. Size ışık tutar. Aydınlanırsınız.
DC Comics aşağı yukarı bu prensiple seksen senedir insanları aydınlatıyor. Bunu daha önce defalarca söyledim. Dilimde tüy kalmadı altını çizmekten. Marvel kahraman anlatır. DC tanrı anlatır. Bu ikisinin arasında bir hiyerarşi yoktur, ama bir uçurum vardır. DC’nin kahramanlar ağlamazlar. Sızlamazlar. İstasyonlarını sorgulamazlar. Onlar insana rağmen, insana ilham verirler; insana rağmen, insanı överler; insana rağmen, insanları yüceltirler.
Onlar No Man’s Land‘e atlayıp peşinden orduları sürükleyenlerdir. Onlar doğru olanı gördükleri zaman gözleri kör kesilenlerdir. Onlar savaş alanında gördüğü her yaralıya, her düşmüşe yardım etmek isteyenlerdir. Onlar affeder, onlar tökezleyeni tutar, onore eder. Ve onların ışığında yalancılar, katiller ve hırsızlar olabilecekleri en iyi insan olmaya ikna olurlar.
Wonder Woman’ı sinematik manada gelin deşelim, parçalayalım. Filmin Themyscira – Dış Dünya bağlantısı üzerine söylediklerinin yeterince netleştirilmemiş olması Diana’nın motivasyonunda büyük bir boşluk yaratıyor, doğrudur. Film stilistik bir karar olarak kendini hem hikaye, hem görsel lisan, hem de diyalog olarak Golden Age dönemine yerleştirdiğinden bir takım unsurlar klişe ve eski kafalı geliyor, doğrudur. Bazı noktalarda filmin yeniden çekilen kısımları genel tutar içerisinde sırıtıyor, bu da doğrudur. Bu yüzden Wonder Woman müthiş bir film değil. Okey bir film.
Ama DC Comics’in bağıra bağıra anlattığımız ve dürüst olmak gerekirse bu tarafta aşık olduğumuz tüm değerlerini yansıtması bakımından, Wonder Woman şüphesiz, tartışmasız, sualsiz ve sorgusuz müthiş bir DC filmi. Süper kahraman dünyasına MCU ile girenler, işin DC tarafını değil de Marvel-vari “Allah’ım burada ne yapıyorum” buhranlarını sevenler, ömründe eline en azından bir Year One, Kingdom Come, For All Seasons, Birthright, Tower of Babel, Lantern: Rebith, Flashpoint almamış olanlar; bu film sizi gıdıklamayacak bile.
Ama bir noktada iki baloncuk içinde güçlerini kaybetmesine rağmen masum birini korumak adına silahın önüne atlamış Superman’in durumu “Ne yani, ben silahların önüne sadece kurşun geçirmez olduğum için mi atlıyorum sanıyorsun?” diye izah edişine aşık olduysanız…
E şu kadar söyleyelim:
Gerçek DC Comics 1978’den beri ilk defa beyaz perdeye çıktı.