Gün geçmiyor ki yeni bir çizgi roman uyarlamasıyla tanışmayalım. The Flash’lar, iZombie’ler, Lucifer’lar… Televizyon sektörü itinayla janrın kanını emiyor. Lakin Preacher’ı başka bir kenara ayırabiliriz. Çünkü çizgi roman janrından kopup gelen bu fikri mülk ilk bölümüyle kanı emilecek olanın bu sefer dizi sektörü olacağı potansiyelini yarattı bile. Preacher gün itibariyle ağır ama enteresan ve vurucu bir giriş yapmayı başardı hayatımıza. Ben de daha önce Preacher’ın adını ve konusunu aldığı çizgi romanları hiç okumamış biri olarak diziye kendinden emin bir “hoş geldin” demek için kollarımı sıvadım. Ancak bu seramoninin spoilersız olmasını istedim. Çünkü -Breaking Bad’e final yılında başlayan biri olarak- bu ağır tondaki dizilerin teşvik gerektirdiğini biliyorum.
Çizgi romanına hakim olmayan izleyiciler için dizinin ilk bölümünü tek kelimeyle özetleyebiliriz aslında: Bilinmezlik. Bildiğimiz birkaç şey yok değil tabii. Evet, bu dizi temelini İncil’den alan fantastik bir gerilim. Doğaüstü şeyler, uçarı karakterler göreceğimiz kesin. Ama bu noktadan sonrası pek tahmin edilebilir değil. 1 saatlik bölüm boyunca karşımıza çıkan her bir karakter ve olay arkasını deşmeniz için sizi tahrik ediyor. Buna suratı göte benzeyen –hayır, hayır- suratı göt olan bir delikanlı da dahil. Üstelik bu tip alışılmışın dışında şeyler, olağan şeylerle o kadar güzel harmanlanıyor ki dikkatinizin tek bir yöne odaklanması ustaca engelleniyor. Neden yaşandığını bilmediğiniz olaylar bölüm boyu geçip giderken bu bilinmezlikten rahatsızlık duymuyorsunuz. Aksine merakınız perçinleniyor, ekrana daha bir yakın pozisyon alıyorsunuz.
Tüm uçarılıktan arındırdığımızda ise ortaya Tanrı’ya dair şüphelerinden arınıp gizemli geçmişini geride bırakarak yaşadığı kasabaya laik olmaya çalışan bir vaizin hikayesi çıkıyor. Sadece bu bile kulağa izlemeye değer geliyor. Yakın zamanda True Detective ve Breaking Bad‘de gördük ki ahlaki çatışmayı kendine baston yapan diziler çok ilginç sonuçlar doğurabiliyor. Mekanın Teksas’ta bir kasaba olması da yine aynı dizilerin örnek oluşturduğu gibi Preacher’a kendi renk tonunu ve hikaye anlatıcılığı stilini yaratması için büyük fırsat yaratıyor. Bir de küçük bir kasabaya yukarıda bahsettiğim olağan-olağandışı harmanı sığdırılınca -bunu Game of Thrones ancak iki kıtaya sığdırabiliyor- kenara iteceğiniz her bira fıçısının arkasında, camını indireceğiniz her aracın torpidosunda bir gizem saklı olduğu hissi izleyiciye hakim oluyor.
Ancak şu var ki, övdüğüm bunca şeyin tadına varmak için gereken şey sabır. Çünkü dizi ağır ilerlemeyi tercih ediyor. Bu tercih biraz da zorunlu çünkü elimizdeki konu Amerikan halkının dahi hemen sindiremeyeceği kadar açık görüşlülüğün ve midenin sınırlarını zorlayacak bir yola gebe gibi duruyor.
Preacher bu gizemini oyuncu seçimiyle de desteklemiş. Dizinin ana karakterleri olacağı belli olan 3 role de egzotik görünümlü oyuncular seçmiş. İlki zaten malum: Fark yaratması beklenen bir diziye fark yaratan bir aktör bulmak istemişler olacaklar ki Dominic Cooper dizinin baş rolünde vaiz Jesse Custer’ı oynuyor. Karizmatik halinden olsa gerek elini attığı her işe artı değer katabilen bir oyuncu Cooper. Üstlendiği role de karizması tam oturduğundan oyuncu hakkında daha fazla bir şey demek istemiyorum. Kötü bir yorumu hak etse şaşıracaktım zaten.
İkinci olarak bahsedeceğimiz kişi, dizideki tehlikeli kadın misyonunu üstlenen Tulip O’Hare’yi oynayan Ruth Negga. Agents of S.H.I.E.L.D.‘tan Raina olarak tanıyor olabileceğiniz Negga ilk sahnesiyle merak uyandırsa da şimdilik yancı kadın karakter imajının çok dışında durmuyor.
Ama benim söz etmek istediğim, Misfits izlemediyseniz adını duyduğunuzu pek düşünmediğim üçüncü bir kişi var: Joseph Gilgun. Biraz kaçık ve hareketli bir karakter yazıyorsanız aklınıza ilk gelmesi gereken seçeneklerden bu adam. Mimikleri olsun, aksanı olsun oynayacağı karakteri ilgi çekici kılmaya yetiyor zaten. Bir de görünen kadarıyla dizide üstlendiği rol Cassidy, oyuncuya kaçıklığın sınırlarını zorlatacağa benziyor. Cassidy hakkında ne desem spoiler olacağından, yakın zamanda internette bol bol Cassidy GIF’i göreceğinizi tahmin ettiğimi söyleyip bu paragrafı da kapıyorum.
Preacher ilk bölümüyle hitap etmeyi amaçladığı kitleyi etkilemeyi başaracak diye umuyorum. Yayınlandığı kanal AMC’nin beklediği şekilde yeni Breaking Bad‘imiz olmaya aday olacak mı ya da Seth Rogen‘ın en uğraşılmış uyarlama iddiasını doğrulayacak mı ilk bölümden anlamak zor. En azından ilk bölüm için finalde ağzınız açık, yüreğiniz elinizde ekrana bakacağınızı söyleyebilirim.
Ben mi çok heyecanlıyım? Yoksa Preacher övgüleri hak ediyor mu? Muhitte bunu tartışmamız için Preacher Kilisesi başlığına sizleri bekliyorum.