Yazan: Cansu Özbay
Dövme; yani ilk çığlıklarımızı atmaya başladığımız karanlık çağlardan beri kendimizi ifade etmek için yanıp tutuşan, biz insanoğluna yoldaşlık eden enteresan bir biçimsel kimlik gösterimi. Mağara duvarlarını boyayarak başladığımız estetik ifade ediş serüvenimiz, bir noktada bedenimize yönelerek duygularımızı, tutkularımızı, inançlarımızı sergilediğimiz yaratıcı bir alana dönüşmüş ve kendimizle ilgili herhangi bir konuda bir işaret bırakmak, semboller üzerinden konuşmak; ellerini aklının gösterdiği yolda ince biçimlerde kullanabilen tek canlı olan bizlere müthiş özgürlük sağlayan güçlü bir yanımız olagelmiş. Bizi biz yaptığına inandığımız bir özelliği tüm dünyaya göstermek veya sadece kendimize hatırlatmak amacı taşısa da dövmenin, kişiye en özel uğraşlardan biri olduğu yadsınamaz. Kişinin içinde sakladıklarını istediği yere kadar açık eden; belki alter egosunu, belki geleceğine dair kurduğu hayalleri görebilme fırsatı bulduğumuz ayrıcalıklı ifade ediş biçimi olan dövme, aynı zamanda sildirme kararı vermezseniz yılların unutturamadığı sadık bir dosttur.
Üstümde mavi önlüğüm, ayaklarımda cırt cırtlı ayakkabılarımla henüz ilkokul sıralarında pineklerken kitap sayfalarında ileri geri yaptığım bir an denk gelmiştim Buz Adam Ötzi’nin hikayesine. Kısa metinde anlatıldığı kadarıyla soğuk bir tepede savaş aletlerini yanına sıralayarak son nefesini veren gizemli yolcu, arkadan aldığı bir ok darbesi yüzünden ölmüştü. Birilerinden kaçıyordu ve ölmeden önce belki de güzel anlar geçirdiği bir ziyafetteydi. Bu savaşçı adamın cesedi yıllar sonra inziva yerinde bulunduğunda, araştırmacıların aklına bile gelmemişti ruhunun bedenini binlerce yıl evvel terk ettiği. Soğuk hava şartları ve kuytu mezarı onu insanlar rahatını bozmadan onca zaman korumuştu. Dahası uzun zamandır mavi bilyenin misafiri olan bedeninde, nokta ya da çizgi formunda sayısız dövme vardı. Bu dövmeler Ötzi’nin kişiliği, yaşadığı hastalıklar ve uygulanan tedavi yöntemleriyle ilgili ilginç bilgiler sağlamıştı bilim adamlarına. Metni hızlıca okuyup bitirdiğimde buz adamımızdan geriye kalan hikaye parçalarını birleştirmeye çalışmak ve hayatının soğuk bir nehir kenarında sona erdiği o ana nasıl ulaştığını, son anlarında neler düşündüğünü merak etmekten alamamıştım kendimi. O çağda dövme yaptırmayı seçmesiyle acıya dayanıklı ve niyeyse biraz aksi ama güvenilir bir kişi profili çizmişti gözümde.
Bundan birkaç yıl sonra Ukok Prensesi adıyla anılan dövmeli kadın bedeni ile ilgili bir metne rastladığımda ise dövmelerin yüzyıllar önceden seslenebilme gücüne bir kez daha hayran olmuştum. Hem zarif hem de gösterişli hayvan figürü dövmeleri ihtimamla gömüldüğü her halinden belli olan genç kadını, gizemli bir öykünün kahramanı yapıyordu hemen. Nasıl bir hayata sahipti? Dövmelerin onun için ne gibi bir anlamı vardı? Kendi tasarımı mıydı, yoksa başkalarında da aynı dövmelerden var mıydı? Toprakla örtülen bir dövme yeniden ortaya çıkıp içini okumayı bekleyen kitaba dönüşmüş, geçmiş zamanla ilgili hayaller kurmamıza, o zamanlarda yaşayan insanların hikayesine dair ipuçlarını keşfetmemize olanak sağlıyordu. Üstelik bugün bakıldığında hala orijinal formlarıyla estetik olan dövmeler, sanatsal yanımızı da karıncalandırıyordu. Bu en bilinen iki örnekte, ruhları yüzyıllar öncesinde uçmağa giden kişilerin kıyafetleri çürüyerek yok olsa ve yüzleri tanınmaz hale gelse bile dövmeleri sayesinde kimliklerinin bir parçasını bize kadar taşımaları tek kelimeyle etkileyici değil de neydi?
İlk kez dövmeye ilişkin bir fikir edinmeye başladığımda yapılma amacını sadece estetik gözükmek, bir fikrin taşıyıcılığını yapmak gibi kısıtlı sebeplere dayandırdığımı utanarak belirtmeliyim. Oysa tarihini biraz araştırdığımda zamanla temsil ettiklerinin çeşitli ritüellerde dans ederek duyguları yansıtışımızdan, harekete anlam yükleyişimizden çok da farkının olmadığını düşündüğüm bir noktaya geldim. Dövme; savunulan fikri göstermek, estetik zevk almak, şifa bulmak, inanmak, korunmak, tılsımlanmak, hatırlamak, anmak, beğenilmek veya sadece kişinin kendisine anlam ifade eden özel bir sebep gibi pek çok amaçla yaptırıldığından yaşama dair temel istek ve arzularımızın işaretler üzerinden yansımasıyla en insana değen alanlardan bir tanesi. Soğuk kış sabahında eli ısıtan çay bardağı, içine ekmek doğranmış tarhana çorbası veya anne kucağındaki bebek kadar insancıl bir şey. Kültüre, coğrafyaya, içinde bulunulan zaman dilimine göre değişiklik gösteren biçimleriyle sanatın da ilginç bir ifadesi. Devingen bir şekilde ilerleme gösteren dövme modellerinde modern semboller birbirinden değişik seçeneğe kavuşmuş olsa da ben eskilerden beslenen motifleri, tamgaları ayrı yere koyuyorum. Genellikle doğadan ilham alınmış ve içine bin bir inanç doldurularak tasarlanmış görece ilkel dönemlerden ulaşan sanata karşı başka bir eşsizlik hissediyorum. Şimdilik bedenimde taşımaya değecek hiçbir iz bulamamış olsam da dövme, bir sanat ve insanlara dair okuma alanı yaratmasıyla ilgimi çekmeye devam edeceğe benziyor.